EDİTÖRÜN NOTU: Hapse konulursa engelli çocuğuna bakan olmaz diye onunla yurt dışına çıkmak zorunda kalan bir annenin, geride bıraktığı diğer evladına vedasını anlattığı makalesini kendi kaleminden yayımlıyoruz.
* * *
Böyle başladı her şey, önce kırıldı aynalar sonra dağıldı hayatlar… Zaman bir bir kopardı sahip olduğumuz her ne varsa avuçlarımızda… Şükredip kanaatkâr olmayı öğretti bize. Yediğin bir lokma ekmeğin huzurla buluşması gerektiğini anlattı.
Yalan söylemeyi hiç bilmezken yalanları öğrendik belki de. Sevdiklerimizi biricik çocuklarımızı geride bırakmak durumunda kaldık bazen de… Ve dedik ki annen zengin olunca seni alacak getirecek olduğu yere. Belki de en büyük yalanlarımızı söyledik. Bazen de çocuklarımızın sorularına verecek cevaplar bulamadık, kendimize bile veremediğimiz cevaplarımız vardı çünkü.
Hayatlarımız bir kere çalınmıştı. Umutlarımız kerpetenlerle sökülmüştü. Geriye kalan sadece yalnızlığımız olmuştu. Mutsuzluğun enkazları arasından kendimizi çekip kurtarmaya çalışıyorduk. Umudun semti kaybolmuştu. Kardeşlik buluşturmuştu buradaki insanları. Bütün imkânsızlıklar arasında direnmeyi seçmişti buradaki yürekler. Herkes öldürmeye çalışsa da bu ruhları inadına dik duruyorlardı kardelenler misali…
Bir öfkeye yenik düştü zaman, tuttu kollarından masum insanları çekip aldı zorla çok sevdiği limanlarından. Artık gözler pusluydu, besteler hüzünlü. Ayrılık vakti çoktan gelmişti. Hicretin solukları ta ötelerden duyuluyordu. Vakit ayrılığın vakti, vakit çaresiz bekleyişlerin…
“Bu sana son bakışım,” dedi annesi. Aslında delicesine kucaklamak istiyordu çok sevdiği oğlunu ama ayrılacaklarını anlar korkusuyla çok sarılamadı. Gizlice veda etti oğulcuğuna ve usulca öptü yanaklarından. “Mecburum,” dedi Yusuf’una seni kuyulara atmamaları için mecburum seni buralarda bırakmaya. Zindanlar benim için, senin o körpecik rüyalarını kirlettiremem. Ve derin bir sessizliğin ardında kaldı her şey veda etti yavrusuna. “Bir gün mutlaka” dedi, “buluşacağız; her şeye inat, haksızlığa, zulme inat buluşacağız…”
Sen de hak vereceksin bana neden seni bu dipsiz ayrılığa sürüklediğimi. Söz verdim bir kere zalime eğilmemeye, vefasızlığı yenmeye… Biliyorum bir gün sen de öğreneceksin vatanın soluk aldığın her yer olduğunu, gurbetin acımsı ızdırabını. Senin çocuk olmana izin vermediler, bir parça hayal kurmana, bir çikolatayla mutlu olmana izin vermediler küçüğüm. Senin çocuk kalbini ezdi geçtiler, hayallerini hiç görmediler. Oysa sen küçüktün…
Çiğnenmiş bir gurur bıraktılar bana yavrucuğum, utanacak bir şeyim olmadığı halde kendimi gizlemeyi öğrettiler. Sakın sen boynu bükük kalma diye sana kurduğum dört duvarlı odanı da aldılar elinden, seni başkalarıyla yaşamaya mahkum ettiler. Sorarlarsa “Annen nerede?” diye “Kalbimde!” de, “Benim olduğum her yerde.” Sensiz bir vuslatın avuçlarındayız şimdi, zaman hızla savuruyor bizi bilmediğimiz kentlere. İçimde ölesiye özlemin, kalbimde o hiç bitmeyen sevgin…
(TR724)
* * *
Böyle başladı her şey, önce kırıldı aynalar sonra dağıldı hayatlar… Zaman bir bir kopardı sahip olduğumuz her ne varsa avuçlarımızda… Şükredip kanaatkâr olmayı öğretti bize. Yediğin bir lokma ekmeğin huzurla buluşması gerektiğini anlattı.
Yalan söylemeyi hiç bilmezken yalanları öğrendik belki de. Sevdiklerimizi biricik çocuklarımızı geride bırakmak durumunda kaldık bazen de… Ve dedik ki annen zengin olunca seni alacak getirecek olduğu yere. Belki de en büyük yalanlarımızı söyledik. Bazen de çocuklarımızın sorularına verecek cevaplar bulamadık, kendimize bile veremediğimiz cevaplarımız vardı çünkü.
Hayatlarımız bir kere çalınmıştı. Umutlarımız kerpetenlerle sökülmüştü. Geriye kalan sadece yalnızlığımız olmuştu. Mutsuzluğun enkazları arasından kendimizi çekip kurtarmaya çalışıyorduk. Umudun semti kaybolmuştu. Kardeşlik buluşturmuştu buradaki insanları. Bütün imkânsızlıklar arasında direnmeyi seçmişti buradaki yürekler. Herkes öldürmeye çalışsa da bu ruhları inadına dik duruyorlardı kardelenler misali…
Bir öfkeye yenik düştü zaman, tuttu kollarından masum insanları çekip aldı zorla çok sevdiği limanlarından. Artık gözler pusluydu, besteler hüzünlü. Ayrılık vakti çoktan gelmişti. Hicretin solukları ta ötelerden duyuluyordu. Vakit ayrılığın vakti, vakit çaresiz bekleyişlerin…
“Bu sana son bakışım,” dedi annesi. Aslında delicesine kucaklamak istiyordu çok sevdiği oğlunu ama ayrılacaklarını anlar korkusuyla çok sarılamadı. Gizlice veda etti oğulcuğuna ve usulca öptü yanaklarından. “Mecburum,” dedi Yusuf’una seni kuyulara atmamaları için mecburum seni buralarda bırakmaya. Zindanlar benim için, senin o körpecik rüyalarını kirlettiremem. Ve derin bir sessizliğin ardında kaldı her şey veda etti yavrusuna. “Bir gün mutlaka” dedi, “buluşacağız; her şeye inat, haksızlığa, zulme inat buluşacağız…”
Sen de hak vereceksin bana neden seni bu dipsiz ayrılığa sürüklediğimi. Söz verdim bir kere zalime eğilmemeye, vefasızlığı yenmeye… Biliyorum bir gün sen de öğreneceksin vatanın soluk aldığın her yer olduğunu, gurbetin acımsı ızdırabını. Senin çocuk olmana izin vermediler, bir parça hayal kurmana, bir çikolatayla mutlu olmana izin vermediler küçüğüm. Senin çocuk kalbini ezdi geçtiler, hayallerini hiç görmediler. Oysa sen küçüktün…
Çiğnenmiş bir gurur bıraktılar bana yavrucuğum, utanacak bir şeyim olmadığı halde kendimi gizlemeyi öğrettiler. Sakın sen boynu bükük kalma diye sana kurduğum dört duvarlı odanı da aldılar elinden, seni başkalarıyla yaşamaya mahkum ettiler. Sorarlarsa “Annen nerede?” diye “Kalbimde!” de, “Benim olduğum her yerde.” Sensiz bir vuslatın avuçlarındayız şimdi, zaman hızla savuruyor bizi bilmediğimiz kentlere. İçimde ölesiye özlemin, kalbimde o hiç bitmeyen sevgin…
(TR724)