Otoriter ve baskıcı tek adam yönetimi altında tüm demokratik kurumları birer birer çöken Türkiye, hapse attığı 150’nin üzerindeki gazeteci ile tüm zamanların rekorunu kırarak dünyada lider olduğu gibi, yanlış giden her olayda da, siyasi sorumluluk alma yerine gerçekleri yazan gazetecileri suçlama kampanyasında ne yazık ki ön plana çıkan bir ülke haline geldi.
Türkiye’nin hak etmediği bu yönetim anlayışını dayatanlar, gerçeklerin öğrenilmesi ve ortaya çıkmasından adeta yarasaların ışıktan korktuğu gibi korkuyorlar. Bu yüzden, araştırmacı ve sorgulayıcı gazeteciler, iktidar ve onun yancıları ve yamacıları için kendini patlatarak intihar eden saldırganlardan ya da bir devleti temsil eden büyükelçiyi öldüren suikastçı radikal militandan da daha tehlikeli.
Rus elçi Andrey Karlov’un, İçişleri Bakanına bağlı emniyet teşkilatının radikalleşmiş bir polisi tarafından hunharca katledilmesi sonrasında da, aynı yaklaşımın sergilenmesi hiç şaşırtıcı değil. Uzun bir süredir yabancı misyonlara yönelik tehlikelerin arttığı uyarısında bulunan ve bu konuda bir değil birden fazla farklı dönemlerde yazılar yazan benim gibi bir gazetecinin hedefe konulması aslında ilk defa olmuyor. Benzer örnekleri yakın tarihten vermek mümkün.
BBC nasıl ‘terör planlayıcısı’ oldu?
10 Aralıkta, İstanbul Beşiktaş’ta 45 kişinin hayatını kaybettiği çifte bombalı menfur terör saldırısı sonrası İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin olay yerine yakın ofisinden yayın yapması, Erdoğan ve AKP beslemesi trollerin, saldırı arkasında İngilizlerin olduğu ve hatta BBC’nin saldırı planlarından haberi olduğu ve bu yüzden olay mahallini net gören ofisi birkaç gün önce kiraladığı iddiaları hemen yayıldı. Hatta İktidar partisinin ‘trol kralı’ olarak adlandırılan Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek, sorumsuzca bu iddiaları yayanların başında yer aldı.
BBC, kurumu hedef alan ve muhabirlerinin görev yapmasını riske sokan, hatta hayatlarını tehlikeye atan bu asılsız iddialar karşısında açıklama yapmak zorunda kaldı ve ofisin Mart ayından beri BBC tarafından kiralandığını duyurdu. Ama bu açıklama, iddiaları yayan troller ve bunu köpürten havuz medyası için doğal olarak bir anlam taşımadı, çünkü hedef günah keçisi bulmak, görevini yapan gazetecileri şeytanlaştırmak ve sorumluluğu iktidardan uzaklaştırmaktı. Bu arada gerçekler de halkın gözünden uzaklaştırılmış, olayın fecaati yerine asılsız komplo teorileri gündemin merkezine taşınmıştı.
Amerikalı gazeteci ‘darbeden’ tutuklandı
Yine kendisini rehin tutan radikallerin elinden kaçmayı başaran Amerikalı gazeteci Lindsey Snell, Türkiye topraklarına girdiğinde kaçak giriş yapmaktan gözaltına alındığı ve daha sonra tutuklandığında, havuz medyası bu gazeteciyi CIA ajanı ilan etmiş ve 15 Temmuz darbe senaryonu ile hemen ilişkilendirivermişti. Hükümet yetkilileri ve medyasının, darbenin ardında aslında ABD var söylemleri için, gazeteci Lindsey Snell’in ‘ajan olduğu’ iddiaları oldukça elverişli bulundu. ABD yetkililerin devreye girmesine rağmen, Snell 67 gün İskenderun’da hapiste tutuldu. Nihayet serbest bırakıldığında, niye tutuklandığını ve neden salındığını hala bilmiyordu. Başından geçenleri, ABD dönüşü sonrasında kaleme aldığı yazılarında detaylı bir şekilde anlattı.
Gazeteciler hedef alan bu asılsız komplo teorilerinin belki de en zirvesini ise Christian Science Monitor için Türkiye’de çalışan gazeteci Scott Peterson’un isminin geçtiği olayda gördük. Darbe girişimi olduğu gün İstanbul Heybeliada’da, Amerikan düşünce kuruluşu Woodrow Wilson Center’in Orta Doğu Programı direktörü Henry Barkey ve meslektaşlarının, Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi (GPOT) beraber yaptığı akademik toplantı, AKP ve havuz medyası için CIA operasyonu olarak lanse edildi. Kamuoyuna aylar önce duyurulmuş bir toplantı, darbe ile ilişkilendirildi birdenbire.
Yalanın sınırı yok
Üstüne üstlük, havuz medyası, katılımcılar arasında ismi yer alan gazeteci Peterson ile aynı ismi taşıyan ve sekiz aylık hamile karısını öldürmekten idam cezasına çarptırılan ve hala California eyaletin hapishanesinde infazını bekleyen başka Scott Peterson ile karıştırdı. Daha da ileri giderek, ABD’nin idama mahkûm bu kişiyi darbe öncesi Türkiye’ye göndererek, cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast yapmayı planladığı ama başarısız olunca helikopter ile Yunanistan’a kaçırdığı iddiaları bile havuz medyasında yer aldı. Bu akla ziyan iddiaları savcılık ciddi(!) bulmuş olmalı ki, bu iddialara yönelik soruşturma başlattı ve katılımcılardan bazılarının ifadesi bile alındı.
Gazetecilere yönelik Erdoğan ve taraftarlarının başlattığı bu sistematik karalama, itibarsızlaştırma kampanyasının öneklerini elbette daha da çoğaltmak mümkün. Amaç çok belli: Gerçekleri örtmek, günah keçisi bulmak ve ‘iktidar hesap vermeli’ çağrılarını engellemek. Rus büyükelçisi Andrey Karlov, militan Nusracı olduğu ortaya çıkan bir polis tarafından öldürülmesi sonrasında da benzer bir kampanya yürütüldü ve bu sefer kurban olarak ben seçildim. Troller tarafından yayılan, havuz medyası tarafından köpürtülen bu asılsız iddiaya göre katil, Ankara’daki benim evimde kalmıştı.
Havuzun yalanları sürüyor
Ortaya attıkları izin belgesinde yer alan adres, güya benim evimin adresiydi. Hiçbir alakası yoktu ama gerçekler her zamanki gibi bu ahlaksız ve vicdandan nasibi olmayan militan sözde gazeteciler için bir anlam taşımıyordu. E-devlet sayfasında görünen ve yıllarca kaldığım resmi ikamet adresimi Twitter’de paylaşmak zorunda kaldım. Polis suikastçının Temmuz tarihli izin belgesinde beyan ettiği adreste, daha sonra Ankara’da ikamet ettiği diğer bir adresin de benimle yakından uzaktan bir alakası olmadığı, polis operasyonu ile daha da net anlaşıldı ama havuz medyasındakiler, gerçeklere gözleri kapalı olduğu için aynı yalanı ertesi gün sayfalarında ve köşelerinde yazmaya devam ettiler. Uluslararası kamuoyunda daha fazla rezil olmamak için herhalde, Sabah’ın İngilizce yayını Daily Sabah, bu yalanı daha sonra haberden çıkarmak zorunda kaldı. Ama havuz, içerde aynı yalanı sürdürmeye devam etti.
Asıl rahatsızlıkları
Aslında rahatsızlıkları, ilk olarak Haziran ayında gündeme getirdiğim ve Rus elçinin öldürülmesinde üç gün önce TurkishMinute.com için tekrar ve daha kapsamlı yazdığım konudan kaynaklanıyor. Orada hem AKP teşkilat birimlerinin hem de terörist Nusra Cephesi gibi el-Kaide bağlantılı radikal dinci örgütlerin nasıl organize bir şekilde büyükelçilik ve konsolosluk önlerine yığıldığını anlattım. Beşiktaş saldırısında hayatını kaybedenler için olay mahalline gelip, çiçek bırakan ve hayatını kaybedenleri anan yaklaşık 30 kadar diplomata, katiller diye tepki gösteren ve Hollanda konsolosluğunun çelengini yerlere fırlatan protestocuları görünce, Erdoğan’ın yabancı düşmanlığını besleyen söylem ve eylemlerinin daha da tehlikeli boyutlara varacağını tahmin etmek çok da zor değildi. Çünkü bu diplomatların Beşiktaş’taki patlama bölgesini ziyaret ettiği aynı gün, oraya çok da uzak olmayan Bayrampaşa’da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde, basına kapalı toplantıda, yarım saat polislere yönelik yaptığı konuşmada, yabancı devletlerin nasıl Türkiye’yi parçalamak istediğini anlatıyor ve ‘devlet millet arkanızda, gereğini yapmaktan çekinmeyin’ diye salık veriyordu.
Ülkedeki Nusracıları polis biliyor
Daha önce de yazdım. Aslında elçilik ve konsolosluklar önlerinde protestoları organize eden kişileri, MİT ve polis çok iyi biliyor. Bu network, gerçekten işini yapan polis ve savcıların görev yaptığı dönemlerde çok yakından araştırıldı ve ortaya da çıkarıldı. Örneğin, daha önce Suriye’ye Cihatçı götüren ve savaşçılar için para toplayan Umut Ömer Belül adındaki militanın bu gösterilerde ön plana çıktığı tespit edildi. Fransa, Mali’ye 2013’te El-Kaide militanları ile mücadele için müdahale ettiğinde, Fransız elçiliği önünde gösterileri düzenleyen bu kişiydi. ABD, Nusra cephesini terör örgütü listesine koyunca, yine aynı şahıs ABD elçiliği önünde benzer gösterileri organize etti. Bu gösterilerden Rus elçiliği de nasibini aldı. Belül’ün video ve fotoğrafları Rusya elçiliği önünde bildiri okurken mevcut.
Belül ve Ankara’nın Keçiören semtinde kurduğu tabela dernekleri savcılar tarafında soruşturuldu. Radikal örgütlere yardımdan ve üyelikten tutuklandı ama ne hikmetse serbest bırakıldı. Onu soruşturan savcı ise bugün hapiste. Aslında Nusra ve IŞİD gibi radikal dinci örgütlerin çoğu militanı tutuklandıktan kısa süre sonra Türkiye’de serbest kalıyor. Bunun onlarca örneği var. İstanbul’daki ana IŞİD davasında tutuklu kalmadı, Ankara’daki davalarda da benzer durumlar söz konusu. Niğde’deki ceza alan yabancı ülke vatandaşı IŞİDçiler bile örgütten değil, kasten adam öldürmekten ceza aldı. Onları soruşturan polis, hâkim ve savcılar ise ya haksız bir şekilde ya görevden alındı ya da tutuklandı.
Güneş, ay ve gerçekler
Erdoğan, beslediği medya tetikçileri ve trolleri üzerinde gazetecileri hedefe koyarak, onları susturmaya ve bu gerçeklerin dile getirilmesini engellemeye çalışıyorlar. Bunun için de her türlü yalan, iftira ve hatta kirli kumpaslar bu sözün ona İslamcılar ve ortakları için mubah. Ancak, bu şekilde iktidarda kalabileceklerini düşünüyorlar olsa gerek. Ama bu asılsız iddiaların yurt dışında alıcısı yok. Bunu Kremlin de görüyor ve o yüzden Türk dışişleri bakanın Rusya’da bu suikastın arkasında Gülen olduğu kanaatindeki beyanının ertesi günü yalanlıyor. Obama’ya atfen de söyledikleri yalanlanan bu kişi, herhalde Türkiye tarihinde en çok yalanlanan dışişleri bakanı olsa gerek.
Ne kumpaslar ve yalanlar ortaya atarlarsa atsın, ben gerçekleri yazmaya devam edeceğim. Tüm algı operasyonlarına ve hedef saptırmalara rağmen, gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Buda’ya atfedilen çok sevdiğim bir sözü hatırlatarak bitireyim “Üç şey uzun süre gizli kalamaz: Güneş, ay ve gerçekler”.