[Erhan Başyurt]
Son iki haftada yaşanan bazı vahim olayları alt alta sıralarsanız, Türkiye’nin nasıl bir karanlık ortama sürüklendiği kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Türkiye’de ‘tek adam’ veya ‘seçilmiş diktatör’ rejimine geçişi öngören, AKP ve MHP ortak teklifi 10 Aralık’ta Meclis’e sunuldu.
Sadece siyaset değil, halkın da en önemli gündem maddesi olması beklenen bu çok önemli teklif ne var ki bir türlü tartışılamadı.
Beşiktaş’ta patlayan bomba
Aynı günün akşam saatlerinde İstanbul Beşiktaş’ta Çevik Kuvvet’e saldırı yapıldı. 36’sı polis 40’ın üzerinde şehit verdik. ‘TAK’ isimli PKK uzantısı bir örgüt üstlendi.
Saldırının ardından devletin zirvesinden oldukça sert açıklamalar geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bedelini ağır ödeyecekler. Meydanı bu alçaklara bırakmayacağız…” Başbakan Yıldırım: “Köklerini kazıyacağız…” İçişleri Bakanı Soylu: “İntikamını alacağız… Tek tek hesap soracağız…”
Ardından bine yakın HDP’li tutuklandı.
Saldırganın daha kimliği netleşmeden, sivillere yönelik bu operasyona tabii ki anlam verilemedi.
Seferberlik ilan edildi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Aralık’ta muhtarlara yaptığı konuşmada, “Anayasamızın 104’ncü maddesine dayanarak, terör örgütlerine karşı milli seferberlik ilan ediyorum” dedi.
‘Seferberlik’ aynı zamanda sıkıyönetim demek, OHAL’ın sonlandırılması çağrıları yapılırken, sıkıyönetim daha fazla özgürlüklerin kısıtlanması ve yürütmeye ek yetkiler vermek demek…
İster istemez bu çağrı tartışma başlattı.
Perinçek ekibinden ‘kaos’ mırıltısı
Aynı gün Balyoz tutuklusu albay Ahmet Zeki Üçok, Türkiye’de bir kaos planının devreye sokulduğunu ve TSK’nın emir komuta içerisinde darbe yapacağını iddia etti.
Vatan Partisi Başkanı Doğu Perinçek de başkanlık referandumunun Mart ayında yapılacağının hatırlatılması ile dikkat çekici bir çıkış yaptı: “Mart’ta Türkiye alev alev yanacak. İstemeyiz ama…”
Bu açıklamalardan iki gün, Beşiktaş saldırısından tam bir hafta sonra 17 Aralık’ta Türkiye yeni bir terör saldırısı ile sarsıldı. Kayseri’de çarşı iznine çıkan askerlere bombalı saldırı düzenlendi. 14 askerimiz şehit oldu.
Siyasiler yine bildik sert ‘intikam’ açıklamaları yaptılar. Kayseri ve Beşiktaş bombalarının kardeş olduğu iddia edildi.
Ardından Kayseri başta Türkiye’nin birçok yerinde HDP parti binalarına saldırı düzenlendi, binalar ateşe verildi… Garip bir şekilde CHP’ye yönelik de daha küçük çaplı saldırılar oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün ‘milli seferberlik’ çağrısını yeniledi.
İki terör saldırısı arasında, Türkiye El Bab’a girdi, Rusya destekli Esed ordusu da Halep’in kontrolünü aldı.
Rus Büyükelçiye suikast
Ve 19 Aralık’ta Türkiye şok bir terör saldırısı ile daha sarsıldı.
Ankara Çevik Kuvvet’te görevli bir polis memuru, kameraların önünde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a suikast düzenledi. El Kaide’nin Suriye uzantısı El Nusra’nın marşını Arapça söyleyen saldırgan, “Halep’i unutmayın” deyip terör saldırısını gerçekleştirdi.
Türkiye’de 10 gün içinde yaşanan 3 kanlı terör saldırısına bakın. Açıklamaları dikkatle inceleyin.
Türkiye’nin gerçekten karanlık bir el tarafından kaosa sürüklendiği, istikrar ve güvenin büsbütün kaybolduğu apaçık ortaya çıkıyor.
Tabii ki sorumluluğu üstlenen de bugüne kadar istifa eden yetkili de yok! Saldırılardaki güvenlik ve istihbarat zaafını ortaya çıkarmaya yönelik en ufak çaba yok!
Aksine sorumluluk mevkiindekilerin sorumsuz açıklamaları ve kaosa benzin dökmeleri söz konusu…
Tabii tüm bu süreç ve saldırılar nedeniyle bırakın rejim değişikliği ve yeni başkanlık teklifini tartışmayı, gündeme getiren bile yok!
***
GERÇEKLERİ SAPTIRAN, SUİKASTI YAPTIRANDIR!
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrei Karlov’a suikastın ardından ‘tetikçi’ ve ‘istihbarat haber elemanı’ gazeteciler, suyu bulandırmak ve iz kaybettirmek yarışına girdiler.
Suikastçı polisin FETÖ’cü olduğu, suikastçının Today’s Zaman muhabirinin evinde kaldığı, suikastçının Körfez dershanesine gittiğini, Kuşadası’ndaki Hizmet’e ait ATA okulunun bursu ile okuduğu ve KPSS kopya şüphelisi olduğu yalanlarını yaydılar.
Sahte kimlikli AK Troll hesaplarla başlayan bu kara propagandayı, yandaş medya manşetleriyle, merkez medyadaki ‘istihbarat haber elemanları’ da yazı ve haberleriyle yaymaya çalıştılar.
İyi ama neden? Neden bu yalan ve iftiralar… Bu çarpıtma gayreti neden?
Neden panik içinde, Rus diplomata suikastın aydınlatılmasını engellenmeye ve suyu bulandırmaya uğraşıyorlar? Oysa gerçekler gün gibi ortada.
Birincisi, suikastçı polis Mevlüt Mert Altıntaş Ankara Çevik Kuvvet’te görevli ve resmi görevinde iken suikastı gerçekleştirdi.
İkincisi, 2014’te göreve başlamış. Yani güvenlik soruşturmalarının defaatle yapıldığı ve ‘partili referans’ arandığı bir dönemde. 15 Temmuz’dan sonra en ufak bir şüphe ile bile insanların açığa alındığı dönemde, görevinin başında. Yani sahip çıkılan bir polis…
Üçüncüsü, Ankara’da kaldığı adresin iftira atıldığı gibi Today’s Zaman Ankara Temsilcisi Abdullah Bozkurt’un evi ile uzaktan yakından bir alakası yok. Ankara’da görev yaptığı iki buçuk yıl boyunca da polis arkadaşlarıyla aynı evde kalıyormuş…
Dördüncüsü, suikastçı polis iddia edilenin aksine KPSS şüphelisi değil, Körfez dershanesine de gitmemiş, Kuşadası’nda hiçbir zaman Hizmet okulu da olmamış. Burs verdiği iddia edilen okulun da Hizmet ile hiçbir alakası yok!
O halde, bu planlı kara propagandayı kim planlıyor? İftiraları kim üretiyor? Psikolojik harekâtı kim yönetiyor? Bu panik ve dünyayı aldatma çabası neden?
Görünen o ki, ‘parti referanslı’ suikastçı polis, radikal dinci gruplarla temas halinde ya da sempatizanı… Tüm işaretler, El Kaide uzantısı El Nusra örgütünü gösteriyor. Rusya’nın son olarak Halep’ten çıkarttığı ve çok kayıplar verdirdiği bir örgüt. El Nusra, IŞİD’in aksine Suriye’de ‘yerli’ bir örgüt olarak kabul ediliyor.
Daha ilginci Ankara’nın da desteğini alabilmiş… Ankara, El Nusra’yı bir dönem terör listesinden çıkardığı için ABD başta Batılı ülkelerden tepki almıştı.
Ankara’nın o dönem, “El Nusra elemanlarına eğitim verip, örtülü ödenekten maddi destek sağladığı” şeklinde de yoğun eleştiriler mevcut.
Rusya’nın Halep operasyonu öncesi Ankara’dan “El Nusra, Halep’ten çekilsin” ricasında bulunduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı. Türkiye, bu talebi yerine getirmişti.
İddialara göre Ankara, El Nusra’nın topraklarımızı silah ve insan geçişi için koridor olarak kullanmasına imkân vermiş, hatta kolaylaştırıcı yazılı resmi talimatlarda bulunmuştu.
Ankara’nın ve istihbaratın El Nusra ile ilişkisi, Ankara’nın IŞİD ile bilinen bağlantılarından daha güçlü ve bu durum Rusya başta tüm dünya tarafından da biliniyor.
İşte Ankara’nın ve ‘istihbaratçı haber elemanlarının’ paniği bundan… Bu yüzden akıl dışı iftira üretip, soruşturmayı ve gerçekleri saptırıyorlar.
Bir taraftan hedef saptırıp suikastçının bağlantılarının ve emri nereden aldığının üstünü örtüyor, bir taraftan da “FETÖ’ye yönelik uluslararası algı operasyonu” yapıyorlar.
Akılları sıra bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyorlar…
Suikastçı polis, yaralı veya sağ yakalanmak yerine öldürüldüğü için de hiçbir şeyi itiraf etmesi mümkün olmayacaktır.
Ankara’da bir süredir “algı, gerçekten üstündür” ve “yalan ne kadar büyükse, inanan o kadar çok olur” şeklindeki Hitler’in propaganda anlayışı hâkim!
Ancak karşılarındakinin Rusya olduğunu, KGB kökenli bir devlet başkanlarının bulunduğunu unutuyorlar. Tereciye tere satmaya kalkıyorlar. Kendilerini aldatıyor ve panikleri ile şüpheleri aslında daha çok üzerlerine çekiyorlar.
Ne güzel söylemiş Ziya Paşa:
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın