Falun Gong ve Çin: Tehlikeli Bir Suç Olarak Doğruluk, Merhamet ve Hoşgörü

[Akif Umut Avaz]
2000’lerin başında yaşadığım New York’un sokaklarında sıklıkla karşılaşır, kim olduklarını merak ederdim. Çoğunlukla kadınlı-erkekli olan belli ki gün görmüş yaşlı-başlı insanları The Epoch Times gazetesini ücretsiz dağıtmaya çalışırken görürdüm. Ya da sokak kenarlarında demir kafesler içerisinde ellerinden, ayaklarından, boyunlarından zincirlenerek işkence edilen insanları yırtık pırtık hırpani elbiseler içerisinde ağızlarından, burunlarından, gözlerinden ve vücutlarının türlü yerlerinden kanlar akar şekilde canlandırmaya çalışan Çinli gruplara sıklıkla rastlardım. Bazen önlerinde biraz durur acemi tiyatrocular gibi mezalimi canlandırmaya çalışan bu insanları üzülerek izlerdim. Bazen de dağıttıkları gazeteden alır, birkaç sayfa karıştırır, tasvir edilen mezalim ve işkencelere daha fazla dayanamaz gazeteyi bir kenara bırakırdım.
Yıllar sonra, nihayet diktatörlükte karar kılan Erdoğan rejiminin Hizmet Hareketi’ne yönelik akıl almaz baskı ve zulümlerine tanık oldukça, Manhattan sokaklarında rastladığım bu insanları, soykırıma varan mağduriyetlerini duyurmak için acemice sergiledikleri bu tiyatral çabaları ve The Epoch Times’ta okuduğum akıl almaz zulüm ve işkenceleri hep hatırlar oldum. İşin gerçeği, ne zaman üst düzey yabancı siyasetçiler, insan hakları aktivistleri ya da gazetecilerle karşılaşsam ve Türkiye’de Hizmet Hareketi’nin başına gelenlerden bahsetsem Çin’de yaşananlara vakıf olan senatöründen milletvekiline, gazetecisinden insan hakları aktivistine veya akademisyenine kadar birçoğundan hemen şu tepkiyi aldım: “Aaa ne kadar da Falun Gong’un Çin’de yaşadıkları kitlesel baskı ve zulümlere benziyor.”
‘YÜZ ÇİÇEK AÇSIN, BİN FİKİR YARIŞSIN’DAN NEREYE?
Haklılardı… Tarihin hangi devrinde ya da dünyanın hangi yerinde olursa olsunlar zalimler hep birbirlerine benziyordu. Zalimlerin aşağı yukarı benzer sebeplerle zulmettiği mazlumların yaşadıklarının da doğal olarak birbirlerine benzemeleri kaçınılmazdı. Yarım yamalak mağduriyetlerinden kahramanlıklar devşirip işlerine yaradığı sürece demokrasiyi, özgürlükleri ve fikir çeşitliğini kendilerine kamuflaj yapıp güçlenen siyaset sahtekarlarının nedense gelip vardığı nihai durak hep zulüm ve baskı istasyonu oluyor. Kanlı Kültür Devrimi ve sonrasında Çin’de yaşanılanlara baktığımızda da Mao Zedong’un ufuk açan özgüvenli ‘yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın’ sloganının ne kadar büyük bir palavradan ibaret olduğunu görebiliyoruz.
Binbir çeşit fikir çiçeklerinin açtığı binlerce yıllık Çin irfan ve öğretilerinin başına zalim bir yönetimin elinde nelerin gelebildiğini modern insanlık tarihinin utanç sayfalarında okumak mümkün. Bu utanç tarihinin bazı sayfalarını dolduran Falun Gong (Falun Dafa)’un hikayesini okuduğunuzda bugün Türkiye’de Erdoğan rejimi altında yaşananlarla birebir benzerliklerini görüp belki çok şaşıracaksınız. Dedik ya, tarih boyunca zalimler de mazlumlar da birbirlerine hep çok benzemişlerdir.
BÜYÜK SUÇ: DOĞRULUK, MERHAMET, HOŞGÖRÜ
Kendisine ‘Üstad / Şifu’ denilen Bay Li Hongzhi, 1992 yılında, Çin’in kadim medeniyetinden ve binlerce yıllık ahlaki öğretilerinden beslenen Falun Gong anlayışını anlatmaya başlar. Şifu Li, evrenin karakteristiği olduğunu savunduğu ‘doğruluk, merhamet ve hoşgörü’ ilkelerinin rehberliğinde zihinsel ve bedensel gelişimi amaçlayan bir felsefe ortaya koyar. Şifu, nesiller boyunca bir üstaddan sadece bir tek çırağa aktarılan antik Falun Dafa anlayışını, yeni bir metot ve üslupla geniş kitlelerle buluşturmaya başlar.
Ülkenin her bir köşesinde dersler düzenler. Bu derslere katılanlar tecrübe ettikleri faydaları akraba ve arkadaşlarına anlatırlar. Bu sayede Falun Gong’un öğretilerini pratik hayatlarına aktaranların sayıları hızla artar ve henüz 1998 yılına gelindiğinde sadece Çin’deki takipçilerinin sayısı 70 milyonu aşar. 100’ün üzerindeki ülkede ise toplam takipçileri 100 milyonu bulur.
Seküler dünyayla barışık yaşama açısından Budizm’den farklılıklar gösteren Falun Gong, tıpkı Hizmet Hareketi gibi, takipçilerinden normal işlerine ve aile hayatlarına önem vermelerini, ülke yönetimlerinin kanunlarına saygı göstermelerini ve kendilerini toplumdan izole etmemelerini salık verir. Akıl ve vücut sağlığına zararlı gördüğü sigara, alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri kullanmaktan uzaklaştıran şefkatli Falun Gong öğretisi, vejetaryenliğe zorlamamakla birlikte etini yemek için bile olsa hayvanların öldürülmesine sıcak bakmaz.
NE BİR DİN, NE DE MEZHEP
İlahiyatçılar ibadet yeri, ibadet ritüelleri ve formal hiyerarşisi bulunmayan Falun Gong’u ne bir din, ne de bir mezhep olarak görür. Zaten aralarında herhangi bir hiyerarşi bulunmayan takipçilerinin Şifu Li ile öğretileri ilişkileri dışında da neredeyse teması yoktur. Önem verilen tek şey, manevi öğretiler ve ahlaki davranış normlarıdır. Öğretinin kendisinin de zaten din ya da mezhep olduğuna dair herhangi bir iddiası yoktur.
Aklı önemsemekle birlikte sabır, muhakeme ve terk etme — sıradan insan arzularını ve takıntılarını, gurur, şöhret, zengin olma, cimrilik, fazla kar elde etme, şehvet, öldürme, kavga, hırsızlık, yolsuzluk, aldatmaca, haset ve kıskançlık gibi menfi düşünce ve davranışları terk — ve en çetin sınavlar karşısında tahammül göstermeyi içeren Şifu Li’nin öğretileri, 40’ın üzerinde dile çevrilmiştir artık. Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve Budizm’in ”erdem”i önceleyen değerlerinden esinlenen ahlaki bir ”manevi hareket” olan Falun Gong, nihai olarak ruhani aydınlanmayı hedefler.
Bilinmeye başladığı ilk yıllarda Çin resmi makamlarından kayda değer bir destek ve beğeni görür. Hatta 1993 yılında Falun Dafa Çalışmaları Cemiyeti devlete bağlı Çin Qigong Çalışmaları Cemiyeti’ne (CQRS) üye yapılır. Şifu Li, devlet kurumları tarafından pek çok ödülle onurlandırılır. Çin Devleti, Falun Gong’u kamu ahlakını ve Çin kültürünü geliştiren çok başarılı ve çok faydalı bir hareket olarak görür. Öyle ki Kamu Güvenliği Bakanlığı, öğretilerinin suçla mücadeleyi kolaylaştırdığına, sosyal düzen ve güvenliğe yardımcı olduğuna dair birçok resmi rapor yayınlar.
KOMÜNİST PARTİ’YE BİAT ETMEYİNCE
Ancak 1990’ların ortalarına doğru, takipçilerinin siyasetle aşırı ilgilenmesine bile sıcak bakmayan, Falun Gong’un manevi öğretilerini benimseyenlerin sayısı arttıkça, Çin Komünist Partisi bu hareketin kendisinden ve devletten bağımsız olarak büyümesinden endişe duymaya başlar. Falun Gong sırf bu sebeple Komünist Partisi tarafından bir tehdit olarak görülür. Buna rağmen, 1995’e gelindiğinde Çinli otoriteler Falun Gong’u parti-devletinin bir dayanağı haline getirmenin yollarını ararlar. Bu yöndeki iştah kabartıcı teklifleri Şifu Li kabul etmez. Bunun üzerine hükümet, Falun Gong gibi bütün hareketlerin bünyelerinde Komünist Partisi’nin bir branşının açılmasını zorunlu kılan bir düzenleme yapar. Şifu Li, bu kararı uygulamayı da reddeder.
Komünist Partisi ile olan gerilimine, Falun Gong’un faaliyetlerini ücretsiz gerçekleştirmesinden rahatsız olan benzer diğer ekollerin muhalefeti de tuz biber eker. Bunlara göre, konferans ücreti alması yönündeki teklifleri kabul etmeyen Şifu Li, bu yolla haksız rekabet yapmakta ve kendilerinin önünü kesmektedir. Baskıların artmaya başladığı 1995’te Şifu Li, Çin’i terk eder ve hareket 1996’da CQRS’ten atılır.
Aslında Falun Gong takipçi profili ile de kıskançlık ve haset sebebidir. Yüzde 73’ü kadın olan Falun Gong’un takipçilerinin Çin’in ortalama eğitim seviyesinden birkaç kat daha iyi eğitimli oldukları biliniyor. 1990’larda yapılan bir araştırma da takipçilerinin yüzde 40’ının üniversite mezunu olduğunu ortaya koymuştu. ABD’de yapılan bir araştırma ise buradaki takipçilerinin yüzde 9’unun doktora, yüzde 34’ünün master sahibi olduğunu ve yüzde 24’nün de sadece üniversite mezunu olduğunu göstermişti.
ÖVGÜLERE BOĞULMAKTAN ”FEODAL HURAFE” YAFTASINA
Masrafları yerel zengin takipçileri tarafından karşılanmasına rağmen Çin hükümeti, Falun Gong takipçilerine ait olan 1900 “rehberlik istasyonu” ve 28 bin 263 yerel faaliyet alanı arasında dikey bir yapılanma olduğunu ve merkezi şekilde finanse edilen aşırı örgütlü bir yapı olduğunu iddia eder. Bu birimlerin kapatılmasıyla Falun Gong tamamen yeraltına ve sanal âleme mahkûm edilir. Daha önce Komünist Çin Yönetimi tarafından övgülere ve ödüllere boğulan Falun Gong bir anda ‘feodal hurafe’, ‘şeytani mezhep’, ‘sapık kült’ şeklinde yaftalanamaya başlar.
Daha önce hareket ile ilgili olumlu raporlar yayınlayan tüm devlet kurumları ardı ardına birkaç yıl önceki raporların tam zıttı raporlar yayınlamaya başlar. Falun Gong, siparişle yazılan bu raporlarda artık takipçileri gizliden telefon dinlemesi yapan, evlere saldıran “sapık bir öğreti” olarak tanımlanır. Bunu devlet kontrolündeki medyanın Falun Gong’u hedef alan yaygın ve amanız karalama kampanyaları takip eder. Benzer karalayıcı haberler onlarca gazete ve tüm televizyonlarda birden yayınlanır. Buna rağmen halk katmanlarında Falun Gong ile ilgili arzu edilen olumsuz imaj tam olarak hala tutmamıştır.
1999 yılına gelindiğinde, hükümet müdahalelerinin son bulmasını ve yasal tanınmayı talep eden 10 bin Falun Gong takipçisinin Pekin’de barışçıl bir miting yapması harekete yönelik baskı ve zulümlerin hızlanmasına yol açar. Komünist Parti Genel Sekreteri Jiang Zemin’in “Falun Gong mağlup edilmelidir” çağrısı tam anlamıyla bir ‘cadı avı’nın işaretlerini verir. Polit Büro ve devlet makamlarında da sempatizanları bulunan Falun Gong, artık Çin Rejimi için en büyük tehditlerden birisi olarak görülür. Jiang Zemin, yüksek perdeden uydurduğu bu tehdidi parti içerisindeki gücünü konsolide etmek için de başarıyla kullanır. Falun Gong’un “illegal faaliyetlerde bulunduğu, hurafeler yaydığı, toplumsal düzeni, istikrarı ve huzuru bozduğu” yönde açıklama ve raporların ardı arkası kesilmez. Falun Gong’a ait tüm kitaplar, yayınlar ve semboller kanundışı ilan edilerek yasaklanır.
ÇİN USULÜ CADI AVCILIĞI…
20 Temmuz 1999’da Komünist Partisi ülke çapında Falun Gong’un kökünü kazımayı hedefleyen bir ”cadı avı” başlatır. Hareketin internet sitelerini kapatır. 1999 Ekim ayında Falun Gong’u toplumsal istikrarı tehdit eden bir ‘sapkın din’ olarak ilan eder ve takipçilerini tutuklanmaya başlar. Görülmedik bir hukuksuzluk, zulüm ve işkence furyası başlar. Yaygın insan hakları ihlalleri eşliğinde yüz binlerce insan yargılama yapılmaksızın tutuklanarak hapse atılır. Çalışma/toplama kamplarına gönderilir. Fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kalır. Bugün Çin’deki bütün hapishanelerde bulunan mahkûmların üçte birinin Falun Gong’un takipçisi olduğu iddia edilmektedir. Çin hükümeti, ayrıca, milyonlarca Falun Gong takipçisinin fikrini dönüştürmek için zorlayıcı yöntemleri ve yoğun propaganda metotlarını kullanarak ‘ikna odaları’ kurmayı da ihmal etmez.
Tüm bunlara rağmen kamuoyu Falun Gong’un bir ‘tehdit’ olduğuna hala tam olarak ikna olmamıştır. Bunun üzerine, başarılı bir mizansenle komplo kurma yoluna gidilir. Falun Gong takipçileri oldukları iddia edilen aralarında 12 yaşında bir kız çocuğunun da bulunduğu şüpheli 5 kişi Çin’in yılbaşısı olan 23 Ocak 2001 günü kendilerini devlet televizyonlarının canlı yayınları eşliğinde Tiananmen Meydanı’nda ateşe verir. Falun Gong öğretisi cinayeti ve intiharı kesinlikle men etmesine, bu yönde hareketten yapılan net açıklamalara rağmen olayın kamuoyu üzerinde etkisi büyük olur. Bu olayın devlet tarafından kurgulanan bir mizansen olduğunun daha sonradan ispatlanması ise artık hiç bir şeyi değiştirmez.
ULUSLARARASI RAPORLARA GEÇEN VAKALAR
Falun Gong tarafından, hapishanelerde 63 bin taraftarının meşhur Çin yöntemleriyle ağır işkence gördüğü belgelenir. Ağır hapis koşulları, çalışma/toplama kamplarındaki kötü şartlar ve işkenceler yüzünden on binlerce Falun Gong taraftarı hayatını yitirir. Falun Gong, 3 bin 700 takipçisinin cezaevlerinde öldürüldüğünü net bir şekilde belgelerken, araştırmacı gazeteci Ethan Gutmann, 2000-2008 yılları arasında 65 bin Falun Gong takipçisinin organlarının satılmak üzere cezaevlerinde öldürüldüğünü ileri sürer.
Kanadalı siyasetçiler David Kilgour ve David Matas’ın hazırladığı bir raporda da 2000-2005 yılları arasında Çin’de gerçekleştirilen 41 bin 500 organ naklinin kaynağının açıklanamadığı ifade edilir. Raporda, organ bekleyen Çinlilerin bekleme süresinin Kanada’ya göre 32,5 kat daha az hale gelmesinin Falun Gong’a yönelik cadı avıyla aynı tarihlere denk gelmesinin ilginçliğine dikkat çekilir. Falun Gong ise tutuklu ya da infaz edilmiş takipçilerinden çalınan organların sayısının 150-200 bin olduğunu söylemektedir. Bu arada organ nakli sanayi için siparişle öldürülenlerle birlikte cezaevinde katledilen Falun Gong takipçilerinin sayısının 1,5 milyonu bulduğunu yazan medya organlarına da rastlanmaktadır.
İşte böyle… Zalim her yerde aynı zalim, mazlum her yerde aynı mazlum… Üstad Bediüzzaman’ın isabetle dediği gibi biz de yazımızı “zalimler için yaşasın Cehennem” diyerek bitirelim. (TR724)