[Kemal Ay]
2012’de, ardı ardına yaptığı tansiyonu tırmandırıcı açıklamalardan (mesela kürtajla ilgili çıkış) sonra, bir TV’de gazeteciler kendisine bu konuyu sorduklarında Tayyip Erdoğan şöyle demişti: “Gündemi ben belirlemezsem, başbakan olamam.”
Halbuki 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda da, 2002’de partisiyle tek başına iktidara yürüdüğünde de, arkasında yoğun bir medya desteği, buna bağlı bir gündemi belirleme gücü yoktu. Nitekim içinden çıktığı Milli Görüş geleneğinin de yerleşik medyada doğru düzgün bir görünürlüğü olmamasına rağmen, Necmettin Erbakan etkili bir figürdü ve başbakanlık da yapmıştı.
Problemli ilişkilerin sonucu
Medyanın o dönem siyasetten çok bürokrasinin etki alanında olduğu söylenir. 1990’lı yıllar boyunca Kürt siyasetçilerin hapsedilmesi, Refah ve Fazilet partisinin kapatılması gibi hadiselerde ana akım medya, hep yargıdan yana durdu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) bugünkü gibi gazeteciler ve yazarlar yargılanırken de pek sesini çıkarmadı.
Ancak medyanın asıl büyük problemi, gazete ve TV sahiplerinin çarpık iş ilişkileriydi. 2000’de Sabah ve ATV grubunun sahibi Dinç Bilgin’in ortağı olduğu Etibank’a TMSF el koymuştu ve bu durum Sabah-ATV grubunu da etkilemişti. 2003’te Turgay Ciner medya grubunun marka değerini kiraladı ancak 2007’de TMSF bu kez Ciner ve Bilgin arasında ‘hileli’ anlaşma olduğu gerekçesiyle Sabah ve ATV’ye el koydu.
TMSF eliyle yandaş medya
AKP’nin iktidardaki ilk dönemi (2002-2007) tahmin edileceği üzere laiklik kavgalarıyla geçti ancak gerek Avrupa Birliği (AB) yolundaki reformlar, gerekse mali disiplinle birlikte ekonominin vurduğu dipten yukarı doğru tırmanması, halkta olumlu karşılandı. Bu arada 2002 seçimlerinde kıl payı Meclis dışı kalan Cem Uzan’ın malvarlığı, sahibi olduğu medya kuruluşlarıyla birlikte, 2004’te TMSF’ye aktarıldı.
2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı ve AKP’nin adayı “İmam Hatipli Erdoğan” değil “İngiltere’de okumuş Abdullah Gül” olacaktı. Buna rağmen Meclis’te seçimi kazanan Gül’ün Köşk’e çıkmasına Anayasa Mahkemesi mani oldu. Meşhur ‘367 kararı’ verildi. Bu arada TMSF’deki Star Gazetesi, 2006’da Kıbrıslı iş adamı Ali Özmen Safa’ya satıldı. Safa’nın “Erdoğan’ın ricası ile” medya işine girdiği iddia edildi. Star’ın yeni sahibinin ortakları arasında Zaman Gazetesi’nin kurucularından Alaaddin Kaya da vardı.
2007’deki e-muhtıra ve ‘ordu millet elele’ yapılan Cumhuriyet mitingleri, Temmuz ayındaki genel seçimde AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasını engellemedi. Üstelik artık daha güçlüydü. Yıl sonunda Erdoğan’ın “bizim Çalık” dediği ve damadı Berat Albayrak’ın holdinginin CEO’su olduğu Ahmet Çalık, Türkiye’nin 2 numaralı medya şirketini, yani Sabah-ATV grubunu TMSF’den aldı. Bu maksatla kurulan Turkuvaz Yayıncılık AŞ’nin genel müdürlüğüne de Berat Albayrak’ın kardeşi Serhat Albayrak oturmuştu.
Demokratların beklenmedik desteği
Böylece ‘yandaş medya’ oluşturuluyordu. Bazı demokrat yazarlar, iktidara karşı ‘kötü niyetli’ bir medyanın yanına ‘yandaş bir medya’nın konmasının demokrasi adına gerekliliğini savunuyordu. Mesela Alper Görmüş, Taraf gazetesindeki köşesinde şöyle yazdı:
“Aslına bakarsanız, 2003-2004’ten sonra eski yekpare medya bloku yarılmasaydı, Ergenekon ve darbe davalarını yürütmek de mümkün olmayacaktı. Bu blok öyle büyük bir terör yaratacaktı ki, ona rağmen bir adım atmak hemen hemen imkânsız hale gelecekti. Ve yine aslına bakarsanız, eski medya yapısıyla birlikte AK Parti de varlığını sürdüremez, bu blokun yaratacağı akıntıda boğulur kalırdı. Kanaatimce AK Parti ve Tayyip Erdoğan, bu gerçeği gördükleri için kendilerine yakın yeni bir medya blokunun doğmasının önünü açtı, bu gelişmeye destek verdi.”
Eğer Erdoğan’a yakın işadamları sıfırdan bir medya kurmaya kalksalardı, bunda gayrimeşru bir taraf olmayabilirdi. Ancak bunun devlet gücünün, yani TMSF’nin ve devlet ihalelerinin kullanılmasıyla oluşturulması, iktidara hakkı olmayan bir yetki vermekti. O yıllarda olayın bu tarafı, pek konuşulmadı. (Hakkını yemeyelim Ertuğrul Özkök bu konuda birçok yazı yazdı.)
Ergenekon sürecinde medya kutuplaştı
2007’den sonra Erdoğan’ın hedefinde Aydın Doğan vardı. Doğan’ın bir başbakanı pijamasıyla karşılamasından 1990’lı yıllarda kurulan koalisyonlardaki etkisine kadar bir dizi şey yazıldı, çizildi. Erdoğan, “Vatandaş Aydın” olarak hesap sorulacağını ima etti.
O sıralarda başlayan Ergenekon soruşturmaları, medyadaki yarılmayı da hızlandırdı. AYM’nin açtığı kapatma davasından kılpayı sıyrılan AKP, artık müdafaa değil hücum pozisyonundaydı. Ergenekon soruşturmalarını ‘savunanlar’ ve bu soruşturmalara ‘karşı olanlar’ şeklinde saflar ayrıştı. Muhalifler ‘darbeye destek olmak’la suçlandı. Askerler ve bürokratların yanı sıra, gazeteciler de hapse atılmaya başlanmıştı.
Ergenekon soruşturmalarına en etkili ‘muhalefeti’ medya değil Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yapıyordu. 2010 Referandumu’nun en önemli konusu da bu kurulun yapısını değiştirmekti. ‘Yandaş medya’ referandumu 12 Eylül’le hesaplaşma olarak pazarlamıştı. Haksız sayılmazdı ama referandumda kabul edilen reformların hepsi daha sonra geri alınacaktı. Referandumdan kısa süre sonra Taraf gazetesinin patlattığı Balyoz haberleriyle, bir de Balyoz davası başladı.
Ustalık döneminin medyası
Muhtemelen AKP muhalifleri o dönemde, yaşanan bunca karışıklığa rağmen AKP’nin neden oyunu sürekli arttırabildiğini merak ediyordu. 2011’deki genel seçimlerde yüzde 50’ye yakın oy alan Erdoğan, ‘ustalık dönemi’ni ilan etmişti.
Doğan Grubu’na vergi cezaları üzerinden ve alenen meydanlarda (ve yandaş medyada) hedef göstererek yüklenen Erdoğan, Enis Berberoğlu’nun Hürriyet’in başına geçtiği dönemde gazetede köklü değişiklerin yapılmasına yol açmıştı. Berberoğlu bu süreci şöyle anlatıyor bir röportajında: “Tayyip Erdoğan nokta atışı yapmadı. Hürriyet’e sopayla girdi. Ne çıkarsa bahtına. Tahmin edemeyeceğiniz kanallar kullanıldı o süreçte.”
Ustalık dönemi sadece medyada değil diğer pek çok meselede de hissediliyordu. Gündemi kızıştıran açıklamalar ve uygulamalar yapılıyordu. Kamu kurumlarında AKP etkisi iyiden iyiye hissedilmişti artık. TRT ve AA gibi ülkedeki en yaygın medya ağı, artık doğrudan AKP’ye bağlıydı. Erdoğan mitinglerde bazı gazetecileri hedef göstermeye başlamıştı.
Gezi’yle fark edilen gerçek
2013’ün Mayıs ayında Gezi Parkı protestoları başladığında, daha önce hiç de hissedilmeyen bir durumla karşı karşıya kalındı. NTV, Habertürk ve CNN Türk gibi ‘demokrat’ hatta ‘muhalif’ kanallar Gezi olaylarını ekrana taşımadı. Ya da taşıyamadı. Bu durum, Erdoğan’ın medya üzerindeki nüfuzunun zannedilenin çok ötesine geçtiğini gösteriyordu.
Aynı yılın sonunda patlak veren 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarında ve sonrasında başlayan ‘tape bombardımanında’ medyaya dair çok önemli bilgiler ifşa oldu:
– Yandaş medyaya Halkbankası gibi bankalardan reklam adı altında para aktarıldığı ortaya çıktı.
– Erdoğan’ın Habertürk’te Fatih Saraç (Alo Fatih) üzerinden kanalı kontrol ettiği anlaşıldı. Dönemin Başbakanı, altyazılara kadar karışıyordu.
– NTV’de de Nermin Yurteri üzerinden siyaset baskısı kurulduğu belirlendi. Kanaldaki tartışma programlarına alınacak konuklar hakkında talimat veriliyordu.
– Sabah-ATV grubunun Ahmet Çalık’tan sonra işadamlarından ihale karşılığı alınan paralarla oluşturulmuş bir ‘havuz’ sistemi ile finanse edildiği su yüzüne çıktı.
Ancak bunlara rağmen AKP bütün suçlarını sandıkta ‘aklatmayı’ başardı. 2014’te Mehmet Emin Karamehmet’ten TMSF’ye geçen Akşam ve Güneş gazeteleri, ihale oyunlarıyla Ethem Sancak’a satıldı. Star Grubu’nu da satın alan Sancak, yakın zamanda medya operasyonlarını Mehmet Cengiz’e devretti. (Ne de olsa ‘havuz arkadaşlığı’ böyle günler için…)
Propaganda makinesi
17-25 Aralık’tan sonra ‘yandaş medya’ adı verilen propaganda makinesi, hemen her gün Hizmet Hareketi adına yalan haberler üretti. Buna, ‘yandaş’ olmayan ama Cemaat antipatisi olan kesimler de katıldı. Yandaş medyanın yanına ‘yandaş yargı’ (Sulh Ceza Hâkimlikleri) icat edildi. 1 Kasım 2015’teki genel seçimlere gidilirken Koza İpek Grubu’na kayyım atandı. Grubun iki gazete ve iki TV’si bir gecede ‘yandaşlaştırıldı’.
1 Kasım’da da seçmen AKP’yi desteklemeye karar verince geriye yapacak fazla bir şey kalmamıştı aslında. Seçimden kısa süre sonra, Erdoğan’ın kürsüden açıkça tehdit ettiği Can Dündar ve Erdem Gül, Cumhuriyet gazetesinin manşeti sebebiyle tutuklandı. Mart 2016’da Zaman gazetesine kayyım atandı. Bu arada internet sitelerinin ya da bazı haberlerin olduğu url’lerin mahkeme kararı bile olmaksızın kapatılabilmesi yetkisi BTK’ya verildi.
15 Temmuz’da bitirici vuruş
Bu aleni gasp, sansür ve baskı ortamında 15 Temmuz darbesinin ‘Allah’ın lütfu’ olarak ortaya çıkışı gecikmedi. O günden sonra istenen gazeteler ve TV’ler bir KHK eliyle kapatılırken, birçok gazeteci de tutuklanmıştı. ‘Yandaş medya’ kavramı medya içerisindeki bir ‘durumu’ ifade etmekten, artık bütün medyayı tanımlamaya doğru genişletilmişti. Yani, artık ‘ya yandaşsın, ya da yoksun’ denilmişti.
Nitekim son olarak Cumhuriyet gazetesinin yazarları tutuklandı. Bu arada Berat Albayrak’ın mail kutusunun hack’lenmesiyle, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ın Doğan Medya’nın faaliyetleriyle ilgili Saray’a düzenli raporlar sunduğu ortaya çıktı. Sadece Yalçındağ istifa etti.
Türkiye’de medya problemleri AKP ile başlamadı. Ama AKP sayesinde artık medyada bir problem kalmadı çünkü medya kalmadı. İnternet TV’leri ve online gazetecilik dışında pek alan bırakılmadı insanlara. En güçlü ses duyurabilme platformu olan sosyal medyanın da vanası iktidarın elinde. Mesela Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün tutuklandığı gün, bölgede interneti dilediği gibi kesebiliyor… Bir gün bütün ülkede de kesebilir, neden olmasın?
Halbuki 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda da, 2002’de partisiyle tek başına iktidara yürüdüğünde de, arkasında yoğun bir medya desteği, buna bağlı bir gündemi belirleme gücü yoktu. Nitekim içinden çıktığı Milli Görüş geleneğinin de yerleşik medyada doğru düzgün bir görünürlüğü olmamasına rağmen, Necmettin Erbakan etkili bir figürdü ve başbakanlık da yapmıştı.
Problemli ilişkilerin sonucu
Medyanın o dönem siyasetten çok bürokrasinin etki alanında olduğu söylenir. 1990’lı yıllar boyunca Kürt siyasetçilerin hapsedilmesi, Refah ve Fazilet partisinin kapatılması gibi hadiselerde ana akım medya, hep yargıdan yana durdu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) bugünkü gibi gazeteciler ve yazarlar yargılanırken de pek sesini çıkarmadı.
Ancak medyanın asıl büyük problemi, gazete ve TV sahiplerinin çarpık iş ilişkileriydi. 2000’de Sabah ve ATV grubunun sahibi Dinç Bilgin’in ortağı olduğu Etibank’a TMSF el koymuştu ve bu durum Sabah-ATV grubunu da etkilemişti. 2003’te Turgay Ciner medya grubunun marka değerini kiraladı ancak 2007’de TMSF bu kez Ciner ve Bilgin arasında ‘hileli’ anlaşma olduğu gerekçesiyle Sabah ve ATV’ye el koydu.
TMSF eliyle yandaş medya
AKP’nin iktidardaki ilk dönemi (2002-2007) tahmin edileceği üzere laiklik kavgalarıyla geçti ancak gerek Avrupa Birliği (AB) yolundaki reformlar, gerekse mali disiplinle birlikte ekonominin vurduğu dipten yukarı doğru tırmanması, halkta olumlu karşılandı. Bu arada 2002 seçimlerinde kıl payı Meclis dışı kalan Cem Uzan’ın malvarlığı, sahibi olduğu medya kuruluşlarıyla birlikte, 2004’te TMSF’ye aktarıldı.
2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı ve AKP’nin adayı “İmam Hatipli Erdoğan” değil “İngiltere’de okumuş Abdullah Gül” olacaktı. Buna rağmen Meclis’te seçimi kazanan Gül’ün Köşk’e çıkmasına Anayasa Mahkemesi mani oldu. Meşhur ‘367 kararı’ verildi. Bu arada TMSF’deki Star Gazetesi, 2006’da Kıbrıslı iş adamı Ali Özmen Safa’ya satıldı. Safa’nın “Erdoğan’ın ricası ile” medya işine girdiği iddia edildi. Star’ın yeni sahibinin ortakları arasında Zaman Gazetesi’nin kurucularından Alaaddin Kaya da vardı.
2007’deki e-muhtıra ve ‘ordu millet elele’ yapılan Cumhuriyet mitingleri, Temmuz ayındaki genel seçimde AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasını engellemedi. Üstelik artık daha güçlüydü. Yıl sonunda Erdoğan’ın “bizim Çalık” dediği ve damadı Berat Albayrak’ın holdinginin CEO’su olduğu Ahmet Çalık, Türkiye’nin 2 numaralı medya şirketini, yani Sabah-ATV grubunu TMSF’den aldı. Bu maksatla kurulan Turkuvaz Yayıncılık AŞ’nin genel müdürlüğüne de Berat Albayrak’ın kardeşi Serhat Albayrak oturmuştu.
Demokratların beklenmedik desteği
Böylece ‘yandaş medya’ oluşturuluyordu. Bazı demokrat yazarlar, iktidara karşı ‘kötü niyetli’ bir medyanın yanına ‘yandaş bir medya’nın konmasının demokrasi adına gerekliliğini savunuyordu. Mesela Alper Görmüş, Taraf gazetesindeki köşesinde şöyle yazdı:
“Aslına bakarsanız, 2003-2004’ten sonra eski yekpare medya bloku yarılmasaydı, Ergenekon ve darbe davalarını yürütmek de mümkün olmayacaktı. Bu blok öyle büyük bir terör yaratacaktı ki, ona rağmen bir adım atmak hemen hemen imkânsız hale gelecekti. Ve yine aslına bakarsanız, eski medya yapısıyla birlikte AK Parti de varlığını sürdüremez, bu blokun yaratacağı akıntıda boğulur kalırdı. Kanaatimce AK Parti ve Tayyip Erdoğan, bu gerçeği gördükleri için kendilerine yakın yeni bir medya blokunun doğmasının önünü açtı, bu gelişmeye destek verdi.”
Eğer Erdoğan’a yakın işadamları sıfırdan bir medya kurmaya kalksalardı, bunda gayrimeşru bir taraf olmayabilirdi. Ancak bunun devlet gücünün, yani TMSF’nin ve devlet ihalelerinin kullanılmasıyla oluşturulması, iktidara hakkı olmayan bir yetki vermekti. O yıllarda olayın bu tarafı, pek konuşulmadı. (Hakkını yemeyelim Ertuğrul Özkök bu konuda birçok yazı yazdı.)
Ergenekon sürecinde medya kutuplaştı
2007’den sonra Erdoğan’ın hedefinde Aydın Doğan vardı. Doğan’ın bir başbakanı pijamasıyla karşılamasından 1990’lı yıllarda kurulan koalisyonlardaki etkisine kadar bir dizi şey yazıldı, çizildi. Erdoğan, “Vatandaş Aydın” olarak hesap sorulacağını ima etti.
O sıralarda başlayan Ergenekon soruşturmaları, medyadaki yarılmayı da hızlandırdı. AYM’nin açtığı kapatma davasından kılpayı sıyrılan AKP, artık müdafaa değil hücum pozisyonundaydı. Ergenekon soruşturmalarını ‘savunanlar’ ve bu soruşturmalara ‘karşı olanlar’ şeklinde saflar ayrıştı. Muhalifler ‘darbeye destek olmak’la suçlandı. Askerler ve bürokratların yanı sıra, gazeteciler de hapse atılmaya başlanmıştı.
Ergenekon soruşturmalarına en etkili ‘muhalefeti’ medya değil Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yapıyordu. 2010 Referandumu’nun en önemli konusu da bu kurulun yapısını değiştirmekti. ‘Yandaş medya’ referandumu 12 Eylül’le hesaplaşma olarak pazarlamıştı. Haksız sayılmazdı ama referandumda kabul edilen reformların hepsi daha sonra geri alınacaktı. Referandumdan kısa süre sonra Taraf gazetesinin patlattığı Balyoz haberleriyle, bir de Balyoz davası başladı.
Ustalık döneminin medyası
Muhtemelen AKP muhalifleri o dönemde, yaşanan bunca karışıklığa rağmen AKP’nin neden oyunu sürekli arttırabildiğini merak ediyordu. 2011’deki genel seçimlerde yüzde 50’ye yakın oy alan Erdoğan, ‘ustalık dönemi’ni ilan etmişti.
Doğan Grubu’na vergi cezaları üzerinden ve alenen meydanlarda (ve yandaş medyada) hedef göstererek yüklenen Erdoğan, Enis Berberoğlu’nun Hürriyet’in başına geçtiği dönemde gazetede köklü değişiklerin yapılmasına yol açmıştı. Berberoğlu bu süreci şöyle anlatıyor bir röportajında: “Tayyip Erdoğan nokta atışı yapmadı. Hürriyet’e sopayla girdi. Ne çıkarsa bahtına. Tahmin edemeyeceğiniz kanallar kullanıldı o süreçte.”
Ustalık dönemi sadece medyada değil diğer pek çok meselede de hissediliyordu. Gündemi kızıştıran açıklamalar ve uygulamalar yapılıyordu. Kamu kurumlarında AKP etkisi iyiden iyiye hissedilmişti artık. TRT ve AA gibi ülkedeki en yaygın medya ağı, artık doğrudan AKP’ye bağlıydı. Erdoğan mitinglerde bazı gazetecileri hedef göstermeye başlamıştı.
Gezi’yle fark edilen gerçek
2013’ün Mayıs ayında Gezi Parkı protestoları başladığında, daha önce hiç de hissedilmeyen bir durumla karşı karşıya kalındı. NTV, Habertürk ve CNN Türk gibi ‘demokrat’ hatta ‘muhalif’ kanallar Gezi olaylarını ekrana taşımadı. Ya da taşıyamadı. Bu durum, Erdoğan’ın medya üzerindeki nüfuzunun zannedilenin çok ötesine geçtiğini gösteriyordu.
Aynı yılın sonunda patlak veren 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarında ve sonrasında başlayan ‘tape bombardımanında’ medyaya dair çok önemli bilgiler ifşa oldu:
– Yandaş medyaya Halkbankası gibi bankalardan reklam adı altında para aktarıldığı ortaya çıktı.
– Erdoğan’ın Habertürk’te Fatih Saraç (Alo Fatih) üzerinden kanalı kontrol ettiği anlaşıldı. Dönemin Başbakanı, altyazılara kadar karışıyordu.
– NTV’de de Nermin Yurteri üzerinden siyaset baskısı kurulduğu belirlendi. Kanaldaki tartışma programlarına alınacak konuklar hakkında talimat veriliyordu.
– Sabah-ATV grubunun Ahmet Çalık’tan sonra işadamlarından ihale karşılığı alınan paralarla oluşturulmuş bir ‘havuz’ sistemi ile finanse edildiği su yüzüne çıktı.
Ancak bunlara rağmen AKP bütün suçlarını sandıkta ‘aklatmayı’ başardı. 2014’te Mehmet Emin Karamehmet’ten TMSF’ye geçen Akşam ve Güneş gazeteleri, ihale oyunlarıyla Ethem Sancak’a satıldı. Star Grubu’nu da satın alan Sancak, yakın zamanda medya operasyonlarını Mehmet Cengiz’e devretti. (Ne de olsa ‘havuz arkadaşlığı’ böyle günler için…)
Propaganda makinesi
17-25 Aralık’tan sonra ‘yandaş medya’ adı verilen propaganda makinesi, hemen her gün Hizmet Hareketi adına yalan haberler üretti. Buna, ‘yandaş’ olmayan ama Cemaat antipatisi olan kesimler de katıldı. Yandaş medyanın yanına ‘yandaş yargı’ (Sulh Ceza Hâkimlikleri) icat edildi. 1 Kasım 2015’teki genel seçimlere gidilirken Koza İpek Grubu’na kayyım atandı. Grubun iki gazete ve iki TV’si bir gecede ‘yandaşlaştırıldı’.
1 Kasım’da da seçmen AKP’yi desteklemeye karar verince geriye yapacak fazla bir şey kalmamıştı aslında. Seçimden kısa süre sonra, Erdoğan’ın kürsüden açıkça tehdit ettiği Can Dündar ve Erdem Gül, Cumhuriyet gazetesinin manşeti sebebiyle tutuklandı. Mart 2016’da Zaman gazetesine kayyım atandı. Bu arada internet sitelerinin ya da bazı haberlerin olduğu url’lerin mahkeme kararı bile olmaksızın kapatılabilmesi yetkisi BTK’ya verildi.
15 Temmuz’da bitirici vuruş
Bu aleni gasp, sansür ve baskı ortamında 15 Temmuz darbesinin ‘Allah’ın lütfu’ olarak ortaya çıkışı gecikmedi. O günden sonra istenen gazeteler ve TV’ler bir KHK eliyle kapatılırken, birçok gazeteci de tutuklanmıştı. ‘Yandaş medya’ kavramı medya içerisindeki bir ‘durumu’ ifade etmekten, artık bütün medyayı tanımlamaya doğru genişletilmişti. Yani, artık ‘ya yandaşsın, ya da yoksun’ denilmişti.
Nitekim son olarak Cumhuriyet gazetesinin yazarları tutuklandı. Bu arada Berat Albayrak’ın mail kutusunun hack’lenmesiyle, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ın Doğan Medya’nın faaliyetleriyle ilgili Saray’a düzenli raporlar sunduğu ortaya çıktı. Sadece Yalçındağ istifa etti.
Türkiye’de medya problemleri AKP ile başlamadı. Ama AKP sayesinde artık medyada bir problem kalmadı çünkü medya kalmadı. İnternet TV’leri ve online gazetecilik dışında pek alan bırakılmadı insanlara. En güçlü ses duyurabilme platformu olan sosyal medyanın da vanası iktidarın elinde. Mesela Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün tutuklandığı gün, bölgede interneti dilediği gibi kesebiliyor… Bir gün bütün ülkede de kesebilir, neden olmasın?