[Tarık Toros]
Siyasetçilerin yalan konuşmasını geçtik, kasıtlı dolaşıma sokulan bilgiler de yanlış. Oxford Sözlüğü, 2016’nın sözcüğünü açıladı: Post-truth.
Şöyle ki: Siyasetle gerçeklik arasındaki ip koptu. Gerçek-ertesi bir dönem yaşıyoruz! Misal, ABD’de “Papa’nın Trump’a destek verdiği” yalanı sosyal ağlarda (Facebook desteğiyle) milyonlarca paylaşıldı. Post-truth bu. Esasen yeni de değil. George W.Bush’un “Saddam’ın olmayan kimyasal silahlarını” bahane edip Irak’a girmesiyle başladı. İngiltere’deki Brexit de (AB’den çıkma oylaması) iyi bir örnek. AB fonları, vizeler, mülteciler hakkında halka yalan söylendi. Doğrular duyulmadı. Halk, sorgulamadı.
Bizde de öyle. Gerçeğin terazisi şaştı. Türk milleti, kendine sunulanı kabul ediyor. Çünkü ona inanmak istiyor. Aksini işitmek, bilmek de istemiyor. Medya denetimi yok, teyit mekanizması çalışmıyor. Siyaset aktörleri ile gerçek arasında bağ kalmadı.
Adalet Bakanı, darbenin delilini soranlara, “Sokağa çıkın sorun, darbeyi kim yaptı diye, herkes size söyleyecektir” diye cevap verdi. Sokak ikna edilmişti, ötesi nafile. Aynı biçimde, Genelkurmay Başkanı da “Darbe girişiminin ardında FETÖ’nün olduğunun delili nedir?” diye sorulunca, “İfadelerim delil” dedi. İfadesi de şu: “Onlara siz kimsiniz diye bağırdım. Bunun üzerine Hakan Evrim, ‘Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürürüz’ gibi bir şey söyledi. Tersledim.”
Akıncı Üssü Komutanı Hakan Evrim’in ifadesini ise kimse okumadı:
“Genelkurmay Başkanı, toplumun tüm kesimlerinden oluşacak bir konsensusla rahatsız olunan konuların çözülebileceğini söyledi. Ben de ev sahibi olmam nedeniyle, ‘Bu söylediğiniz iktidar partisi, muhalefet, STK veya kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz varsa, telefonla bağlatabiliriz’ dedim. Bir karışıklık var.”
Binlerce asker tutuklu, sadece işlerine gelen üç-beşinin ifadesini sızdırıyorlar. Toplumu neye inandırmak istiyorlarsa, gerçekliğine bakmadan köpürtüyorlar. Elbette hakikat zamanla anlaşılıyor. Kitabı yazılıp belgeseli-filmi çekiliyor. Lakin atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor. ‘Post’u bırakıp ‘truth’a geçelim, Mazlum öyküleri:
BABA NE OLUR CAMI AÇ!
“Babamı, eniştemi, iki amcamı aldılar. Sonra onları görevden attılar. Halamı imza karşılığı bıraktılar, sadece o. Bütün sorumluluk gencecik yaşımda üstüme kaldı. O kadar zor ki, bu yaşta gelir yok. Dört aileyiz. Buna da şükür, isyan etmek değil sadece derdimizi yazıyoruz, not alın diye. Cezaevlerine görüşlere gidiyoruz, çok zorluk çıkarıyorlar. Her ay açık görüş normalde, fakat bize vermiyorlar. O kadar ağır ki, arada cam var ve dokunamıyorsun. Küçücük çocuklar ‘Baba n’olur camı aç’ diye ağlıyor. Vicdan sızlıyor, zoruma gidiyor. İçerde koğuşlar 15 kişilik ama 30- 40 kişi kalıyor. Havasız, şartlar zor, diyorlar. Son üç haftadır, her görüşe gittiğimizde sürekli itfaiye ve jandarma tatbikata geliyor, hayra alamet değil bu. Beş itfaiye aracı ne için gelir, durduk yere. Biz asla vatana ihanet etmedik, has Anadolu evlatlarıyız. Sonuna kadar dua edin ülkemize, bize lütfen.”
15 TATİLDE BABAMIZLA CEZAEVİNDE KALABİLİR MİYİZ?
“Ben de başımdan geçenleri yazmak istiyorum fakat 4 çocuğum var. Onlar için korkuyorum, çekiniyorum. 22 yıllık öğretmendik. Özel okulda çalışıyorduk. Eşim müdürdü. Ben bu yıl öğrenci sayısının azalmasından ve dolayısıyla kadro fazlalığından okuldan ayrılmıştım, gözyaşlarıyla… Bir temmuz akşamı okula polisler gelmiş, şikayet üzerine. Eşime telefon açtılar, eve yeni gelmişti ama hiç düşünmedi hemen çıktı okula gitti. Birkaç saat haber alamayınca gittim. İçeri almadılar. Arama yapıyorlarmış. Geç vakte kadar okulu aradılar, sonra alıp götürdüler. Gece yarısından sonra dört polisle eve geldiler. Aradılar. Aradıkları, kitap dergi… Bir şey bulamadılar. Ertesi gün, savcı sorgusu, ardından mahkeme ve cezaevi… Eşim 4 ayı geçti, cezaevinde. 4 çocuğumla yaşam mücadelesi vermeye çalışıyorum. Etüt merkezlerine başvurdum cevap veren yok. Lisans iptal. Aileler gelip gitti. Herkesin kendi telaşı. Kaldık tek başımıza. Çocuklarım arkadaşlarından psikolojik baskı görüyor. Geldikleri okulu sorup duruyorlarmış. Komşulardan gelen giden yok. Tecrit edilmiş halde yaşamaya çalışıyoruz. 15 günde bir eşimi görebiliyoruz. Çocuklarım, 15 tatilde babamızla biz de cezaevinde kalabilir miyiz, diyorlar. OHAL her uzatıldığında ağlıyorlar. Anlatamıyorum. Geçecek inşallah, sadece zamanını bilmiyoruz diyorum.”
CEZAEVİNDE KANLI PLAN HABERLERİ KÖTÜ ETKİLİYOR
“İzmir’den yazıyorum. Babam iki buçuk aydır tutuklu. Kendisi ne hakim, ne savcı, ne öğretmen, ne polis, ne de asker. Sadece bir çiftçi. Evden tarlaya, tarladan eve giden, karıncayı bile incitmeyecek mükemmel bir insan. Annemle bir başımıza kalakaldık. ‘Cezaevlerinde katliam, kanlı plan’ başlıklı haberler bizi inanılmaz derecede kötü etkiliyor. Zaten ağlamadan günümüz geçmiyordu, artık hayatımız cehenneme döndü. Bunu düşünmekten başka bir şey düşünemiyorum. Her evden neredeyse bir kişi cezaevlerinde ve bu haberler her evi eminim cehenneme çeviriyordur. Dualarımızı artırıyoruz ondan başka yapacak bir şeyimiz de yok. Babam Buca yüksek güvenlikli cezaevindeydi, 3 hafta önce Isparta E tipi cezaevinde götürdüler. Bu tehlike her yer için geçerli mi? Allah fırsat vermez inşallah.”
Şöyle ki: Siyasetle gerçeklik arasındaki ip koptu. Gerçek-ertesi bir dönem yaşıyoruz! Misal, ABD’de “Papa’nın Trump’a destek verdiği” yalanı sosyal ağlarda (Facebook desteğiyle) milyonlarca paylaşıldı. Post-truth bu. Esasen yeni de değil. George W.Bush’un “Saddam’ın olmayan kimyasal silahlarını” bahane edip Irak’a girmesiyle başladı. İngiltere’deki Brexit de (AB’den çıkma oylaması) iyi bir örnek. AB fonları, vizeler, mülteciler hakkında halka yalan söylendi. Doğrular duyulmadı. Halk, sorgulamadı.
Bizde de öyle. Gerçeğin terazisi şaştı. Türk milleti, kendine sunulanı kabul ediyor. Çünkü ona inanmak istiyor. Aksini işitmek, bilmek de istemiyor. Medya denetimi yok, teyit mekanizması çalışmıyor. Siyaset aktörleri ile gerçek arasında bağ kalmadı.
Adalet Bakanı, darbenin delilini soranlara, “Sokağa çıkın sorun, darbeyi kim yaptı diye, herkes size söyleyecektir” diye cevap verdi. Sokak ikna edilmişti, ötesi nafile. Aynı biçimde, Genelkurmay Başkanı da “Darbe girişiminin ardında FETÖ’nün olduğunun delili nedir?” diye sorulunca, “İfadelerim delil” dedi. İfadesi de şu: “Onlara siz kimsiniz diye bağırdım. Bunun üzerine Hakan Evrim, ‘Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürürüz’ gibi bir şey söyledi. Tersledim.”
Akıncı Üssü Komutanı Hakan Evrim’in ifadesini ise kimse okumadı:
“Genelkurmay Başkanı, toplumun tüm kesimlerinden oluşacak bir konsensusla rahatsız olunan konuların çözülebileceğini söyledi. Ben de ev sahibi olmam nedeniyle, ‘Bu söylediğiniz iktidar partisi, muhalefet, STK veya kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz varsa, telefonla bağlatabiliriz’ dedim. Bir karışıklık var.”
Binlerce asker tutuklu, sadece işlerine gelen üç-beşinin ifadesini sızdırıyorlar. Toplumu neye inandırmak istiyorlarsa, gerçekliğine bakmadan köpürtüyorlar. Elbette hakikat zamanla anlaşılıyor. Kitabı yazılıp belgeseli-filmi çekiliyor. Lakin atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor. ‘Post’u bırakıp ‘truth’a geçelim, Mazlum öyküleri:
BABA NE OLUR CAMI AÇ!
“Babamı, eniştemi, iki amcamı aldılar. Sonra onları görevden attılar. Halamı imza karşılığı bıraktılar, sadece o. Bütün sorumluluk gencecik yaşımda üstüme kaldı. O kadar zor ki, bu yaşta gelir yok. Dört aileyiz. Buna da şükür, isyan etmek değil sadece derdimizi yazıyoruz, not alın diye. Cezaevlerine görüşlere gidiyoruz, çok zorluk çıkarıyorlar. Her ay açık görüş normalde, fakat bize vermiyorlar. O kadar ağır ki, arada cam var ve dokunamıyorsun. Küçücük çocuklar ‘Baba n’olur camı aç’ diye ağlıyor. Vicdan sızlıyor, zoruma gidiyor. İçerde koğuşlar 15 kişilik ama 30- 40 kişi kalıyor. Havasız, şartlar zor, diyorlar. Son üç haftadır, her görüşe gittiğimizde sürekli itfaiye ve jandarma tatbikata geliyor, hayra alamet değil bu. Beş itfaiye aracı ne için gelir, durduk yere. Biz asla vatana ihanet etmedik, has Anadolu evlatlarıyız. Sonuna kadar dua edin ülkemize, bize lütfen.”
15 TATİLDE BABAMIZLA CEZAEVİNDE KALABİLİR MİYİZ?
“Ben de başımdan geçenleri yazmak istiyorum fakat 4 çocuğum var. Onlar için korkuyorum, çekiniyorum. 22 yıllık öğretmendik. Özel okulda çalışıyorduk. Eşim müdürdü. Ben bu yıl öğrenci sayısının azalmasından ve dolayısıyla kadro fazlalığından okuldan ayrılmıştım, gözyaşlarıyla… Bir temmuz akşamı okula polisler gelmiş, şikayet üzerine. Eşime telefon açtılar, eve yeni gelmişti ama hiç düşünmedi hemen çıktı okula gitti. Birkaç saat haber alamayınca gittim. İçeri almadılar. Arama yapıyorlarmış. Geç vakte kadar okulu aradılar, sonra alıp götürdüler. Gece yarısından sonra dört polisle eve geldiler. Aradılar. Aradıkları, kitap dergi… Bir şey bulamadılar. Ertesi gün, savcı sorgusu, ardından mahkeme ve cezaevi… Eşim 4 ayı geçti, cezaevinde. 4 çocuğumla yaşam mücadelesi vermeye çalışıyorum. Etüt merkezlerine başvurdum cevap veren yok. Lisans iptal. Aileler gelip gitti. Herkesin kendi telaşı. Kaldık tek başımıza. Çocuklarım arkadaşlarından psikolojik baskı görüyor. Geldikleri okulu sorup duruyorlarmış. Komşulardan gelen giden yok. Tecrit edilmiş halde yaşamaya çalışıyoruz. 15 günde bir eşimi görebiliyoruz. Çocuklarım, 15 tatilde babamızla biz de cezaevinde kalabilir miyiz, diyorlar. OHAL her uzatıldığında ağlıyorlar. Anlatamıyorum. Geçecek inşallah, sadece zamanını bilmiyoruz diyorum.”
CEZAEVİNDE KANLI PLAN HABERLERİ KÖTÜ ETKİLİYOR
“İzmir’den yazıyorum. Babam iki buçuk aydır tutuklu. Kendisi ne hakim, ne savcı, ne öğretmen, ne polis, ne de asker. Sadece bir çiftçi. Evden tarlaya, tarladan eve giden, karıncayı bile incitmeyecek mükemmel bir insan. Annemle bir başımıza kalakaldık. ‘Cezaevlerinde katliam, kanlı plan’ başlıklı haberler bizi inanılmaz derecede kötü etkiliyor. Zaten ağlamadan günümüz geçmiyordu, artık hayatımız cehenneme döndü. Bunu düşünmekten başka bir şey düşünemiyorum. Her evden neredeyse bir kişi cezaevlerinde ve bu haberler her evi eminim cehenneme çeviriyordur. Dualarımızı artırıyoruz ondan başka yapacak bir şeyimiz de yok. Babam Buca yüksek güvenlikli cezaevindeydi, 3 hafta önce Isparta E tipi cezaevinde götürdüler. Bu tehlike her yer için geçerli mi? Allah fırsat vermez inşallah.”