NOT: 15 Temmuz’dan sonra işini kaybeden bir hukukçudan gelen metni, yazarın güvenliği gerekçesiyle isimsiz olarak yayınlıyoruz. (TR724)
Birkaç gündür havuz medyasında ‘itirafçı HSYK üyeleri’ haberlerinden geçilmiyor. Başta Hürriyet olmak üzere bu itiraflar çarşaf çarşaf yayınlanıyor. ‘Yargıdaki Cemaat yapılanmasının boyutları’ gerilim müziği eşliğinde okurların zihnine kazınıyor.
Öncelikle etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan HSYK üyeleri ile hakim ve savcıların basına yansıyan itiraflarını “eski bir yargı mensubu gözüyle” objektif bir şekilde değerlendirmek isterim.
ETKİN PİŞMANLIK NEDİR?
Etkin pişmanlık, Türk Ceza Kanunu’nun 221. maddesindeki 4. fıkrasında düzenlenmiş. Buna göre “suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.”
HSYK üyelerinin basına yansıyan itiraflarına bakıldığında; Gülen Cemaati’nden bahsedilirken anlatılanlardan suç oluşturacak bir örgütlenmenin çıkarılamayacağı, yazılanların hiçbirinin mevcut ceza yasalarına göre suç teşkil etmediğini söyleyebilirim.
- Örneğin, Yargıtay’a üye seçimi hususunda anlaşma yapıldığına dair beyanların (velev ki doğru olsun) TCK’da suç olarak bir karşılığı yok. Kaldı ki bugün üye seçerken AKP’nin yargı yapılanması olan Yargıda Birlik Platformu’nun (koalisyonu) oluşturduğu HSYK’nın da kendi arasında Yargıtay ve Danıştay üyeliklerini bölüştüğü, bunun üzerine pazarlıklar yapıldığı, belli bir oranda üyenin sözde sosyal demokratlar, Okuyucu Grubu (Nur Cemaatinin bir kolu), Hakyol Vakfı Cemaati ile ülkücüler arasında paylaşıldığı son HSYK seçimlerinde basına yansımıştı. Eğer itirafçı HSYK üyesinin beyanlarında geçen husus, mesela yargı bürokrasisindeki bazı isimlerin çalışmak isteyecekleri kişilerle ilgili bir çeşit lobicilik yapması suçsa, o zaman bugünkü HSYK da aynı suçu işliyor.
- Cemaatin “dosya takip ettiği, dosyaların karar verilmeden önce Pennsylvania’ya gönderilip orada gelen sinyallere göre karara bağlandığı” hususu somut bir delille ortaya konulmamıştır. Bu hususu ilk defa dile getiren dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, bir dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pennsylvania’ya gönderildiğini, Fethullah Gülen’in, “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin” dediğini iddia etmişti. Eğer bu doğruysa, “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin” demek yargıya müdahale etmek değil aksine rehberliğine güvenilen bir kişinin bir yargı adamına dosdoğru bir nasihat vermesidir.
- Diğer yandan bir suçtan bahsedilebilmesi için hakimlere baskı, tehdit şantaj yapıldığının ispatlanması gerekir ki bu hususta hiçbir beyan ve delil yok. Kaldı ki bu ülkede bizzat dönemin Başbakanı ile Adalet Bakanını arasında geçtiği iddia edilen ve medyaya sızan bir telefon görüşmesinde, Yüksek Yargı üyelerini Alevi-Sünni diye fişledikleri, dosyanın o kişiye düşmemesi için kırk takla attıkları bilinmektedir. Yargıya müdahale ve lehe karar çıkartmaktan bahsedilecekse sanırım bu örnek iktidarı sanık yapmaya yetecektir.
- HSYK Bşk. Vekili Mehmet Yılmaz, gizli olan/olması gereken soruşturmayı HSYK üyelerinin isim ve beyanlarını açıklamak suretiyle ‘gizliliği ihlal suçu’nu işlemekte, yine Anayasa’nın 138. maddesini ihlal ederek, kendisini mahkeme yerine koyarak sözde örgüt aleyhinde çok önemli bir delil ve açıklama olduğunu ilan edip hakim ve savcılara bu itirafları nasıl yorumlamaları gerektiği talimatını vermektedir.
- Peki HSYK üyeleri neden itirafçı oldu? Son 1 ayda Türkiye’de NTV ve Sözcü’nün başını çektiği ‘sözde objektif’ medyasında cezaevlerinde toplu firar ve tutukluların öldürüleceği haberleri yoğun bir şekilde yer aldı. Son olarak AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık, bu konuyu bir adım ileriye taşıdı ve halkın cezaevlerini basıp tutukluların öldürüleceğini iddia etti. Tutuklu yargı mensuplarının can güvenliklerinden endişe edip, bir an önce dışarıya çıkmak istemelerini çok da yadırgamamak gerekir belki de. Generallerin de içinde bulunduğu işkence fotoğrafları boşuna servis edilmedi. İnsanların “koskoca generallere bunu yapıp ilan eden bana ne yapmaz?” diye düşünmesi için bilerek yapıldı. Bu alçakça psikolojik harp taktiğinin az da olsa ürün verdiği görülüyor.
- İçlerinde HSYK üyeleri ile bir kısmı yüksek yargı mensubu olan hâkim ve savcılar darbe girişimi ile hiçbir ilgileri olmamasına rağmen, önceden hazırlanmış fişleme listelerine göre 16 Temmuz sabahı göz altına alınıp tutuklandılar.
Neden 16 Temmuz?
Çünkü bu şekilde darbecilerle birlikte hareket ettikleri algısı oluşturuldu. Bu durumun imkânsız olduğunu ve absürtlüğünü daha fazla sürdüremeyeceğini anlayan HSYK Başkanvekili, hakim savcıların darbeden dolayı soruşturulmadıklarını açıklamak zorunda kaldı.
Hiçbir somut delil olmadan tutuklanan hakim ve savcılar tutuklandıktan sonra hiçbir şartı gerçekleşmediği halde aylarca tek kişilik hücrede tutuldular. Kendilerine yemek, su verilmedi, hatta dertlerini anlatmaları için kâğıt ve kalem bile verilmedi, yazılan dilekçeleri ya yırtılıp atıldı, ya da aylarca bu dilekçelere cevap verilmedi. Bu insanların mallarına el konuldu, çocukları ve eşleri açlığa mahkum edildi. Avukat seçme hakkı tanınmadı, savunma hakları kısıtlandı. Aileleri ile görüşme ve telefon hakları kısıtlandı.
Bütün bunlar olurken bir yandan da sürekli itirafçı olmaları telkin edildi. Hatta bir cezaevinde sorumlu savcı tecritteki hakim savcılara ara sıra uğrayıp “Konuşacak kimse var mı?” diye yoklama çekmeyi ihmal etmedi. Bütün bu kötü muamele, sistematik işkence, zorlama ve dayatmalar bu kişilerin serbest iradeleri ile karar vermelerini engellemek içindi. Zira bu işkencelere maruz kalan insanların hukuktan umutları kalmadığı için önlerine konan veya yönlendirmelerle oluşturulan sözde itiraflarla içinde bulundukları durumdan kurtulmaya çalıştıkları görülmektedir. Delil yoktu, bu yüzden delilden sanığa değil sanıktan delile ulaşmak istediler. Ama anlaşılan onca işkence ve baskıya rağmen umduklarını bulamadılar.
Karne ile ekmek, tüp vs dağıtılan günlerden karne ile hukuk dağıtılan günlere geldik. İktidar ve emrindeki HSYK izin vermeden hukukun da adaletin de uygulanmayacağına en iyi örnek; itirafçı HSYK üyelerinin tahliyesidir. Hiçbir sucu olmayan 3.000 hakim ve savcı cezaevlerinde tutulmakta. Tek kurtuluşları yalan yanlış bile olsa önce kendilerini suçlayıp sonra bazı isimler vermek ve ardından tahliye. Bunun adı hukuk değil bizzat Yargı ve HSYK’nın şantajıdır.
HSYK üyelerinin itiraflarına bakıldığında yukarıda değinilen nedenlerle haklarında TCK 221/4 maddesinin uygulanmasını gerektirir nitelikte bilgi vermedikleri açıktır. Peki buna rağmen neden ısrarla HSYK üyelerinin ‘itirafçılığı’ gündemde tutulmaktadır?
Bunun nedeni ellerinde fişlemeden başka delil olmamasıdır. (HSYK Başkan vekili Yılmaz, en önemli delillerinin Bylock listeleri olduğunu söylemişti. Ki bu iddialar İsmail Saymaz’ın Bylock’un sahibiyle yaptığı röportajla çöktü.) Bir başka nedeni de tutuklu hakim ve savcılara baskı yapıp yeni ‘itirafçılar’ çıkmasını sağlamaktır. (TR724)