[Nazif Apak]
Geçenlerde ‘Bazı yazar ve gazetecilerin tutuklanması Reis’in operasyonuydu ama ‘Cemaat’in üzerine yıkıldı’ manasına gelen birkaç satır yazmıştım. Merak edip soranlar var. ‘Nasıl yani?’ diyenlere somut bazı olaylardan bahisle birkaç ip ucu vereyim.
En az on gazetecinin olduğu bir ortamda yaşanan olayı oradaki bir meslektaşımdan naklediyorum: Büşra Ersanlı hakkında soruşturma başlatılmasının hemen akabinde yaşanıyor olay. Ersanlı akademik çevreler ve gazete yöneticileri tarafından iyi tanınan, sevilen bir insan. Dolayısıyla onun tutuklanmasına tepkiler var.
O günlerde en ağır yazılardan birini Ali Bayramoğlu yazmıştı. Mustafa Karaalioğlu da benzer bir görüş ortaya koymuştu. Tam bu sıcak atmosfer devam ederken gazeteciler Erdoğan ile görüşme yapıyor. Daha sorular sorulmadan Erdoğan Karaalioğlu’na hışımla yükleniyor. ‘Sen nereden bilebilirsin o dosyada neler olduğunu! Bir de kalkmışsın ‘tutuklanması yanlış’ diye uluorta konuşuyor, yorum yazıyorsun!’ Dostumun anlattığına göre herkes şokta.
Tam o esnada başka bir şok daha yaşanmış. O günlerde yeni yeni Erdoğan’ın yanına sokulan Jöleli, havayı iyi koklamış, Reis’in gözüne girecek bir pozisyon yakaladığını düşünmüştür. Karaalioğlu’nu saf dışı bırakmaya o gün başlamıştır Jöleli. Mustafa’yı küçük düşüren ama Reis’in ağzını kulaklarına vardıran bir çıkışla Ali Bayramoğlu’nun Büşra Ersanlı’ya destek veren yaklaşımını yerden yere vurur. Erdoğan mest!
BÜŞRA ERSANLI’NIN TUTUKLANMASINA UZANAN HER ADIM ERDOĞAN’IN EMRİ
Gazeteciler olay yerinden uzaklaşıp kendi kendilerine ‘Yahu az önce neler oldu?’ diye konuşmaya başladığında iki gerçekle karşı karşıya geldiklerini anlamışlardır. Çıkarımları şöyleymiş: Bir: Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasına uzanan her adım bizzat Erdoğan’ın bilgisi ve emri dahilinde yapılmaktadır. İki: Erdoğan bir zamanlar ‘dava arkadaşlığı’ yaptığı kişilerden rahatsızdır ve kendine yağcılardan kurulu bir ekip aramaktadır.
Olaya tanık olan ve devlet kanalıyla sunulan olanakları elinin tersiyle çeviren bir dostumun anlattığına göre bir olay daha yaşanır o gün. Zaman’ı temsilen gelen yönetici hiç beklenmedik bir şekilde (ve üstelik o sırada Ali Bayramoğlu ile küs olmasına rağmen) Jöleli’ye ağır laflar söyler. ‘Bir daha burada olmayan bir meslektaşımız hakkında linç edici laflar söylersen, açık söylüyorum, aramızda hır gür çıkar; bunu bilmiş ol!’ bu beklenmedik çıkış karşısında Jöleli kem küm eder ve susar.
İşin daha belirgin bir halini Ankara’daki gazeteciler daha sonra öğrenmiş oldu. Meğer ‘cemaat ile bağlantılı’ olmakla suçlanan Emniyet görevlileri Büsra Hanım’ın tutuklanmaması için adeta yalvarmışlar. Neden? Çünkü göz altına alınmayı, tutuklanmayı vs. gerektiren ciddi bir şey yok ortada. Ama karşılarında ‘milli irade’ öyle istemiş, süreç başlatılmıştır.
HUKUKSUZ TUTUKLAMALARI YAPANLAR YANLIŞA NEDEN ORTAK OLDU?
İster istemez akla şu soru geliyor değil mi: Hukuksuz bir şekilde gözaltına alınma ya da tutuklanama işlemini yapan görevliler, neden yanlışa ortak oluyor? Üst düzey emniyet görevlisi ya da savcı/hakim durumundaki şahıslar hukuki olmayan işlere neden boyun eğiyor? Aslında olay şu: Devlet aygıtının başında oturan kişi(ler) üst düzey bürokrata keyfi bir emir veriyor; bürokrat çoğu kez çaresiz. Çaresizlik şuradan kaynaklanıyor ve insanlar şu mazeretin arkasına sığınıyor: Bu pis işi ben yapmasam zaten bir çıkıp yapacak. Ben devre dışı kalacağım o adam yükselecek. Ayrıca sorumluluk bende değil, ben emir kuluyum; şayet bu bir suç ise bana bu emri veren ‘sağlam irade’ suçludur. Bir gün hesap sorulursa çıksın o versin hesabı.’
Böyle bir mantıkla ‘devlet görevi’ yapılamaz tabii ki. Ancak Türkiye’deki bürokrasi gerçeği de bu. Cemaate yakın olmakla suçlanan pek çok bürokrata ‘Ya bu emri yerine getir ya da başkasına zaten yaptırır seni de bitiririz’ mantığıyla iş yaptırıldı. Nedim de öyle tutuklandı Şık da; başkaları da.
En önemlisi İlker Başbuğ’un tutuklanması. Ali Fuat Yılmazer doğru söylüyor: Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasına isyan eden, ilgili görevlileri azarlayan ve ‘Gereğini yapın’ diyen bizzat Erdoğan’dır. Ortada yazılı bir emir olmadığı ve her şey Reis’in iki dudağı arasında söylenen söze dayandığı için şimdi hiç kimse kapalı kapılar arkasındaki emri kanıtlayamıyor.
BAYKAL’IN KASEDİNİN ÇEKİLMESİNİ ERDOĞAN BİZZAT EMREDİYOR, ÇEGİMLERİN PLANINI DA YAPIYOR
Bilebildiğimiz kadarıyla (en azından şimdilik) sözlü emirlerin suç üstü yapılmasının tek istisnası var. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a kurulan kaset tuzağı. Hürriyet Gazetesi ve onun Ergenekoncu muhabiri ne derse desin ortada bir gerçek var: Baykal’ın kasetinin çekilmesini Erdoğan bizzat emrediyor, görüntüleri önceden izliyor, yorumluyor. Çok sağlam bir kaynaktan öğrendiğime göre konu, sadece Erdoğan’ın gözlük takarak Baykal’ın görüntüsünü izlemesinden ibaret kısa bir estantene değil. O görüntünün başı da sonu da var. Oradaki konuşmalarla Erdoğan’a resmen suçüstü yapılmış. Erdoğan sadece seyirci değil yani. Bizzat emir vererek ilk defa nerede yayınlanması gerektiğini ve bu görüntüler sonrasında nasıl bir havanın oluşturulmasını planlıyor. Hatta görüntü kalitesini pek beğenmiyor da bir daha ve daha net çekilmesini talep ediyor. Meydanlarda ‘Özel değil genel! Genel!’ diye kükremesi olayın bizzat sahibi olmasından kaynaklanıyor.
Peki o görüntüyü ilgili bürokrat niye çekiyor? Şundan: Ortada yazılı olmayan kanunsuz bir emir var. Bunu yapmasa bürokrasideki sonu gelecek; yapsa bir gün emri veren ortadan çekilip kendisini suçlayacak. O da bir çözüm bulmuş anladığım kadarıyla: Hem emri yerine getirecek hem de emrin verilişini laptoptaki kayıt imkanından yararlanarak kaydedecek. Ve resmen kendisine kanunsuz emir veren adamı suç üstü yakalıyor bürokrat. Olaya çok vakıf bir siyasetçi dedi ki ‘İddia ediyorum görüntülerin başı ve sonu yayınlanırsa (kim yayınlayabilir ki şu an) kumpasın kim tarafından yapıldığı, emrin kim tarafından verildiği, bürokratların hukuksuz işlere nasıl zorlandığını herkes görecek.’ Baykal konuyu ayrıntısıyla bildiği için olayın çarpıtılmasına izin vermedi, vermiyor…
İşin acı tarafı da şu: İtibarsızlaştırılmak ve tutuklanmak istenen herkes için emri veren kişi bilindiği halde ‘cemaat’i suçlamak bazılarına kolay geliyor. Gözü kesmiyor pek çoğunun Reis’e ‘yanlış yaptın’ demeye. Nasıl olsa cemaat hakkında yazıp çizmek, atıp tutmak kolay. Yalnız unutulan bir realite var: bir gün gerçekler er geç ortaya çıkacak ve herkes maskesi düşmüş bir kumpas düzeni ile karşı karşıya gelecek. Ümit ederim ki o gün iş işten geçmiş olmasın…
(TR724)
Geçenlerde ‘Bazı yazar ve gazetecilerin tutuklanması Reis’in operasyonuydu ama ‘Cemaat’in üzerine yıkıldı’ manasına gelen birkaç satır yazmıştım. Merak edip soranlar var. ‘Nasıl yani?’ diyenlere somut bazı olaylardan bahisle birkaç ip ucu vereyim.
En az on gazetecinin olduğu bir ortamda yaşanan olayı oradaki bir meslektaşımdan naklediyorum: Büşra Ersanlı hakkında soruşturma başlatılmasının hemen akabinde yaşanıyor olay. Ersanlı akademik çevreler ve gazete yöneticileri tarafından iyi tanınan, sevilen bir insan. Dolayısıyla onun tutuklanmasına tepkiler var.
O günlerde en ağır yazılardan birini Ali Bayramoğlu yazmıştı. Mustafa Karaalioğlu da benzer bir görüş ortaya koymuştu. Tam bu sıcak atmosfer devam ederken gazeteciler Erdoğan ile görüşme yapıyor. Daha sorular sorulmadan Erdoğan Karaalioğlu’na hışımla yükleniyor. ‘Sen nereden bilebilirsin o dosyada neler olduğunu! Bir de kalkmışsın ‘tutuklanması yanlış’ diye uluorta konuşuyor, yorum yazıyorsun!’ Dostumun anlattığına göre herkes şokta.
Tam o esnada başka bir şok daha yaşanmış. O günlerde yeni yeni Erdoğan’ın yanına sokulan Jöleli, havayı iyi koklamış, Reis’in gözüne girecek bir pozisyon yakaladığını düşünmüştür. Karaalioğlu’nu saf dışı bırakmaya o gün başlamıştır Jöleli. Mustafa’yı küçük düşüren ama Reis’in ağzını kulaklarına vardıran bir çıkışla Ali Bayramoğlu’nun Büşra Ersanlı’ya destek veren yaklaşımını yerden yere vurur. Erdoğan mest!
BÜŞRA ERSANLI’NIN TUTUKLANMASINA UZANAN HER ADIM ERDOĞAN’IN EMRİ
Gazeteciler olay yerinden uzaklaşıp kendi kendilerine ‘Yahu az önce neler oldu?’ diye konuşmaya başladığında iki gerçekle karşı karşıya geldiklerini anlamışlardır. Çıkarımları şöyleymiş: Bir: Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasına uzanan her adım bizzat Erdoğan’ın bilgisi ve emri dahilinde yapılmaktadır. İki: Erdoğan bir zamanlar ‘dava arkadaşlığı’ yaptığı kişilerden rahatsızdır ve kendine yağcılardan kurulu bir ekip aramaktadır.
Olaya tanık olan ve devlet kanalıyla sunulan olanakları elinin tersiyle çeviren bir dostumun anlattığına göre bir olay daha yaşanır o gün. Zaman’ı temsilen gelen yönetici hiç beklenmedik bir şekilde (ve üstelik o sırada Ali Bayramoğlu ile küs olmasına rağmen) Jöleli’ye ağır laflar söyler. ‘Bir daha burada olmayan bir meslektaşımız hakkında linç edici laflar söylersen, açık söylüyorum, aramızda hır gür çıkar; bunu bilmiş ol!’ bu beklenmedik çıkış karşısında Jöleli kem küm eder ve susar.
İşin daha belirgin bir halini Ankara’daki gazeteciler daha sonra öğrenmiş oldu. Meğer ‘cemaat ile bağlantılı’ olmakla suçlanan Emniyet görevlileri Büsra Hanım’ın tutuklanmaması için adeta yalvarmışlar. Neden? Çünkü göz altına alınmayı, tutuklanmayı vs. gerektiren ciddi bir şey yok ortada. Ama karşılarında ‘milli irade’ öyle istemiş, süreç başlatılmıştır.
HUKUKSUZ TUTUKLAMALARI YAPANLAR YANLIŞA NEDEN ORTAK OLDU?
İster istemez akla şu soru geliyor değil mi: Hukuksuz bir şekilde gözaltına alınma ya da tutuklanama işlemini yapan görevliler, neden yanlışa ortak oluyor? Üst düzey emniyet görevlisi ya da savcı/hakim durumundaki şahıslar hukuki olmayan işlere neden boyun eğiyor? Aslında olay şu: Devlet aygıtının başında oturan kişi(ler) üst düzey bürokrata keyfi bir emir veriyor; bürokrat çoğu kez çaresiz. Çaresizlik şuradan kaynaklanıyor ve insanlar şu mazeretin arkasına sığınıyor: Bu pis işi ben yapmasam zaten bir çıkıp yapacak. Ben devre dışı kalacağım o adam yükselecek. Ayrıca sorumluluk bende değil, ben emir kuluyum; şayet bu bir suç ise bana bu emri veren ‘sağlam irade’ suçludur. Bir gün hesap sorulursa çıksın o versin hesabı.’
Böyle bir mantıkla ‘devlet görevi’ yapılamaz tabii ki. Ancak Türkiye’deki bürokrasi gerçeği de bu. Cemaate yakın olmakla suçlanan pek çok bürokrata ‘Ya bu emri yerine getir ya da başkasına zaten yaptırır seni de bitiririz’ mantığıyla iş yaptırıldı. Nedim de öyle tutuklandı Şık da; başkaları da.
En önemlisi İlker Başbuğ’un tutuklanması. Ali Fuat Yılmazer doğru söylüyor: Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasına isyan eden, ilgili görevlileri azarlayan ve ‘Gereğini yapın’ diyen bizzat Erdoğan’dır. Ortada yazılı bir emir olmadığı ve her şey Reis’in iki dudağı arasında söylenen söze dayandığı için şimdi hiç kimse kapalı kapılar arkasındaki emri kanıtlayamıyor.
BAYKAL’IN KASEDİNİN ÇEKİLMESİNİ ERDOĞAN BİZZAT EMREDİYOR, ÇEGİMLERİN PLANINI DA YAPIYOR
Bilebildiğimiz kadarıyla (en azından şimdilik) sözlü emirlerin suç üstü yapılmasının tek istisnası var. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a kurulan kaset tuzağı. Hürriyet Gazetesi ve onun Ergenekoncu muhabiri ne derse desin ortada bir gerçek var: Baykal’ın kasetinin çekilmesini Erdoğan bizzat emrediyor, görüntüleri önceden izliyor, yorumluyor. Çok sağlam bir kaynaktan öğrendiğime göre konu, sadece Erdoğan’ın gözlük takarak Baykal’ın görüntüsünü izlemesinden ibaret kısa bir estantene değil. O görüntünün başı da sonu da var. Oradaki konuşmalarla Erdoğan’a resmen suçüstü yapılmış. Erdoğan sadece seyirci değil yani. Bizzat emir vererek ilk defa nerede yayınlanması gerektiğini ve bu görüntüler sonrasında nasıl bir havanın oluşturulmasını planlıyor. Hatta görüntü kalitesini pek beğenmiyor da bir daha ve daha net çekilmesini talep ediyor. Meydanlarda ‘Özel değil genel! Genel!’ diye kükremesi olayın bizzat sahibi olmasından kaynaklanıyor.
Peki o görüntüyü ilgili bürokrat niye çekiyor? Şundan: Ortada yazılı olmayan kanunsuz bir emir var. Bunu yapmasa bürokrasideki sonu gelecek; yapsa bir gün emri veren ortadan çekilip kendisini suçlayacak. O da bir çözüm bulmuş anladığım kadarıyla: Hem emri yerine getirecek hem de emrin verilişini laptoptaki kayıt imkanından yararlanarak kaydedecek. Ve resmen kendisine kanunsuz emir veren adamı suç üstü yakalıyor bürokrat. Olaya çok vakıf bir siyasetçi dedi ki ‘İddia ediyorum görüntülerin başı ve sonu yayınlanırsa (kim yayınlayabilir ki şu an) kumpasın kim tarafından yapıldığı, emrin kim tarafından verildiği, bürokratların hukuksuz işlere nasıl zorlandığını herkes görecek.’ Baykal konuyu ayrıntısıyla bildiği için olayın çarpıtılmasına izin vermedi, vermiyor…
İşin acı tarafı da şu: İtibarsızlaştırılmak ve tutuklanmak istenen herkes için emri veren kişi bilindiği halde ‘cemaat’i suçlamak bazılarına kolay geliyor. Gözü kesmiyor pek çoğunun Reis’e ‘yanlış yaptın’ demeye. Nasıl olsa cemaat hakkında yazıp çizmek, atıp tutmak kolay. Yalnız unutulan bir realite var: bir gün gerçekler er geç ortaya çıkacak ve herkes maskesi düşmüş bir kumpas düzeni ile karşı karşıya gelecek. Ümit ederim ki o gün iş işten geçmiş olmasın…
(TR724)