[Analiz: Semih Ardıç]
Boydak, Kaynak, Bank Asya, Koza İpek, Dumankaya, Naksan, Alfemo derken sıradaki Ülker mi?
AKP hükümetinin şantaj medyası yine yaptı yapacağını. Bu defa Türkiye’nin gıda devi Ülker’e, gazete ve internet siteleri üzerinden ‘hakkında terör soruşturması var, ayağını denk al’ mesajı verdiler. Kaynak, Koza İpek, Boydak, Naksan, Alfemo, Dumankaya gibi sektörünün öncüsü gruplara el koyarken de aynı taktiklerle hareket eden hükümet cenahının sessizliğinden şunu anlamalıyız: Ülker mesajı alıp Saray’ın sonu gelmez talimatlarını harfiyen yerine getirirse mevzu şimdilik kapanır. Aksi takdirde ‘gizli’ ibareli soruşturmaların olağan şüphelisi haline geliverir.
Hükümetten biri çıkıp “Ülker’in itibarı Türkiye’nin itibarıdır. Böyle bir tahkikat yok” demiyor. Kirli tezgâhı fark eden Murat Ülker yangını söndürmek umuduyla feryat ediyor: “Kıymetli yatırımcılarımız dikkat, ortalığı sebepsiz yere telaşa verenler var. Alnımız ak, işlerimiz temiz, çalışmaya devam ediyoruz.”
HİSSELER YÜZDE 10’DAN FAZLA DÜŞTÜ
73 milletten 53 bin çalışanı olan, dünyada bisküvide üçüncü, çikolatada sekizinci sırada bulunan, mamulleri 120 ülkede satılan, 14 ülkede 77 fabrikanın sahibi Ülker’in patronu bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak için Borsa’da kendi hisselerini almak mecburiyetinde kalıyor.
‘Ülker’e de soruşturma’ iddiaları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tekzip edilmeyince Borsa İstanbul’da işlem gören grup şirketlerinin hisseleri bir günde yüzde 10’dan fazla düştü. Dikkat edin. Şirketler faal, herhangi bir iflas söz konusu değil. Godiva ve United Biscuits başta olmak üzere 40’tan fazla kategoride 350’ye yakın markası var.
TÜRKİYE OHAL’DE ÜLKER BU HALDE
Saray Türkiye’sinde kayyım tayini için gerekçe yoksa da bulunuyor. Malî ve ticarî açıdan ‘mükemmel’ olması bile olağan şüpheli yapıyor. Türkiye OHAL’de olunca Ülker gibi devasa bir holding bu halde çırpınıp duruyor. TÜSİAD, TOBB her zamanki gibi sessiz sinema oynuyor. Sürüdeki sarı ineği verdikleri günden beri millî parkta aslanların dediği oluyor.
Murat Ülker’in mizacı Ankara’ya yakın durmayı kabul etmez. Onun bu tavrı, ideolojik sebeplerden ziyade siyasete mesafeli olmak ve işine odaklanmak şeklinde yorumlanmalı. 28 Şubatçıların kırmızı listesine girdiği günden beri askerlerle diyalog kurmanın yollarını buldu. Merhum babası Sabri Bey’in ifadesi ile kendisini ‘bisküvici’ diye tanımladı. Dünya çapında önemli ortaklık ve satın alma kararlarına imza attı. Çikolatanın kaşıkçı elması Godiva’yı nev’i şahsına münhasır takipçilikle Ülker markaları arasına katarak Türkiye’ye sınıf atlattı.
İLK MESAJI REKTÖR KRİZİNDE VERDİLER
Murat Ülker, AKP’nin ranta dayalı inşaatçılığına bel bağlamadı. Hayırseverliğini ‘sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı‘ bir sükût içinde yürüttü. Yarı şaka yarı ciddi hikmetli bir duruş sergiledi şu ana dek. İşte Saray da bu yüzden çileden çıkıyor. Kendi kurduğu Şehir Üniversitesi’ne rektör olarak Ali Atıf Bir’i tayin ettiğinde AK trollerin hakaret ve tehditlerine maruz kalmıştı. Çaresiz 3 haftada geri adım atmıştı. O gün tuttukları çetelede Ülker’in karşısına çizik atanlar, kapalı kapılar ardında Murat Bey’den fişledikleri isimleri işten atmasını istiyor. Hizmet Hareketi aleyhine beyanat vermezse kayyım sopası da gösterilmiş olabilir.
“Türkiye’nin sermayeye, müteşebbise ve dünya markalarına duyduğu ihtiyaç ortada iken Ülker’e çökmek bu kadar kolay mı?” şaşkınlığını hâlâ üzerinden atamayanlara Anadolu sermayesine reva görülen hoyrat muameleyi hatırlatırım. Elde avuçta para kalmayınca ‘suyumu bulandırdın’ bahanesiyle Hizmet Hareketi’ne yakın şirket ve holdinglere saldıranları ancak hukukun üstünlüğü ve tam bağımsız mahkemeler durdurabilirdi. Amma velâkin o kavramlar toprağa gömüleli hayli vakit geçti. MHP destekli Saray faşizmi ikame olunuyor…
ÜLKER NE YAPMALI?
Benzer vak’aların başlangıcı ile Ülker’e verilen mesaj arasında benzerlikler var. 1 milyon okuru olan Zaman gazetesine de Kayseri’de toplanan verginin yarısını tek başına ödeyen Boydak Holding’e de böyle çöktüler. Mesajdan maksat belli olduğuna göre Ülker’in önünde iki yol var: Ya kimliğinden, haysiyetinden, inandığı değerlerden taviz vererek kullanılıp bir kenara atılan nice işadamından biri olarak silinip gidecek ya da bedel ödemeyi göze alarak tarihe geçecek. İkinci şıkkı seçmesi sürpriz olmaz. Kısa vadeli kaybı olsa da hırsızlık ve zorbalığa boyun eğmediği için Ülker’in ilkeli duruşu nesiller boyu anlatılacaktır.
Türkiye’de OHAL şartlarında böyle bir mücadeleyi sürdürmenin riskleri elbette var. Öte yandan yabancı ortaklıklarından aldığı güç ve yurt dışında tuttuğu sermaye tutarı dikkate alındığında Murat Ülker’in elinin boş olmadığını ona saldıranlar da biliyor olmalı. Çalışanları ve bayileri, tedarikçileri faslına girmiyorum. Zira evine ekmek götürmesine vesile olan patronu hapse atılırken, şirketine TMSF mühür vururken binlerce işçi ailesi derin bir sessizliğe gömüldü. Ekmeği için bile mücadeleden aciz işçi sınıfımız olduğunu esefle müşahede ettik.
Bin kişi Kayseri Adliyesi önünde ‘Boydak’a/ekmeğime dokunma’ pankartı açsaydı tek suçu kapısına gelen kimseyi eli boş çevirmemek olan Boydak ailesinin neredeyse tamamı hapse atılabilir miydi? Boydakların tırnakları ile kazıyarak 50 senede büyüttüğü İstikbal ve Bellona gasp edilirken gözünü kapayan Kayserililer, karşılıksız çek yazdığı için hapse girenlerin çalışanları kadar cesaret gösteremedi. Vefayı arayanlara İstanbul’da bir semtin ismidir deyip geçelim…
Eğer Boydak ve Koza İpek’e el koydukları gibi Ülker’e de çökmeye kalkarlarsa gürültüsü Fransa, İngiltere, ABD ve Japonya’dan gelebilir. Ülker 28 Şubat dönemindeki gibi sadece Türkiye’nin muhafazakâr müşterisine hitap eden bir marka değil artık.
HÜKÜMETİN KİRALIK KALEMLERİ
Artık anlaşıldı ki Cemaatle mahdut kalmayacak gözaltı, tutuklama ve mülksüzleştirme operasyonları. Muhalif sesleri susturmak için 144 gazeteci hapse atıldı. Nispeten talihli olan muhalif gazeteciler var, onlar da aylardır işsiz. Gazetecilik hükümet ve Saray’a yakın isimlerin sübliminal mesajlarını taşıyan kiralık kalemlerin eline düştü. Onlar hedef gösteriyor, savcılar öldürücü darbeyi indiriyor.
Talimatlara boyun eğmekle bitmiyor iş adamlarının çilesi. “Evet efendim!” demekle şirket anahtarlarını teslim etmek arasında bir fark yok. İşlek caddelere ‘seni seviyoruz uzun adam’ ilanları asanlar bile yukarı gidecek paraları aksattığında gece yarısı evinden gözaltına alınıyor.
Uzaktan cennet gibi görünen, hakikatte ‘dışı seni içi beni yakar’ dedirten ‘kula kulluk’ patronların en çetin imtihanı. Dolar 3,30 TL olmuş, işsizlik yüzde 11,3’i bulmuş, beş gençten biri işsizler ordusuna nefer yazılmış, iki ay sonrasına dâir tahminler bile cesaret ister hale gelmiş, ABD’de Donald Trump’ın başkanlığında tahvil faizleri yükselecek ve Türkiye dışarıdan borç bulmakta zorlanacakmış, kurlar bu yüzden artıyormuş… Bunlar kimsenin umurunda değil. Ekonomi yönetimi ile patronların bu ve diğer bilinmezlere kafa yormaya vakti yok.
Hacı Boydak, Şükrü Boydak, Memduh Boydak, Tekin İpek, Hazim Sesli, Hamdi Kınaş, Taner Nakipoğlu, Faruk Güllü gibi yüzlerce işadamı mesnetsiz ithamlarla tevkif edilirken susmayı tercih eden patronlar da biliyor ki mahkemeler bu halde iken sıra bir gün kendilerine gelecek. Bir savcının gözaltı talimatı ile derdest edilmedikleri her günün sabahında derin bir ‘oh’ çekerek yaşamaya razılar.
EKONOMİ DAHA FAZLASINI KALDIRMAZ
Belli sermaye gruplarını mülksüzleştirerek servet transferi yapmanın bir bedeli olacak. Türkiye birkaç sene sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden çıkacak milyarlarca dolar tazminatın altından kalkamaz. İşten atılan memurdan fabrikası gasp edilen sanayiciye kadar herkes hükümetin hukuku katleden kararlarını AİHM’e kadar götürmekte kararlı.
Atilla Yeşilada’nın şu tespitlerine katılamamak ne mümkün: “Arkadaşlar, sistemi stres testine soktunuz. Yakında sigortalar atacak ve hepimiz karanlıkta kalacağız. Küresel ortamın hızla Türkiye aleyhine bozulduğu bir dönemde çok dar siyasi çıkarlar uğruna ekonomiye gereksiz müdahaleler, müttefiklerle dalaşmalar ve uzun süren belirsizlik çok kötü sonuçlar doğuracak. Bu yolun sonunda sermaye hesabında kısıtlamalar bile görülebilir.”
Avrupa Birliği ile müzakereleri bitirme noktasına gelindiği de dikkate alındığında yeni şirketlere çökme hazırlığı yapan hükümetin hesabı çarşıya uymayabilir. İhracat gelirimizin yarısı AB pazarından geliyor. Milyonlarca turist ve Avrupa bankalarından alınan milyarlarca Euro krediyi tek kalemde çöpe atmak cesaretten değil cehaletten mütevellittir. AB müktesebatından rahatsız olanlar Rusya ve Çin’e yaklaştıkça Ülker de TÜSİAD üyeleri de Varlık Vergisi veya 6-7 Eylül hâdiselerinin AKP sürümü ile karşılaşabilir.
O saatten sonra ekonomi ihya olsa da bir kıymet ifade eder mi?