15 Temmuz’dan 4 Gün Önce: Kansız Darbe Olmaz [Darbe Günlükleri-3*– Selim Gündüz]

*Not: Türkiye’de gazetecilik bitti. Tüm haber kaynak ve yolları tıkandı. Böyle bir ortamda gerçeklere yalnızca ortaya saçılmış istemsiz verilerden ulaşılabilir. Dizideki metinler tamamen kurgusaldır. İçerik ise açık kaynaklara dayalı verilerden uyarlanmıştır.
11 Temmuz Pazartesi 2016, saat 13.30
Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Kuzey Koridoru, Sağır oda
Katılanlar: Beyefendi, Dâhiliye vekili, Genelkurmay Başkanı, MİT müsteşarı, yabancı bir şahıs
Beyefendi’nin önünde imzalaması gereken ihale dosyaları ve el konulmasına karar verilecek şirket listeleri vardı. Az gecikecekti. Diğerleri için mükellef bir sofra kurulmuştu. Zeytinyağlı kereviz dolması, Beluga havyarı, Kobe bifteği, Matsutake mantarı ve kuzu sırtı fırın dokunulmadan bekliyordu. Ortam gergindi. Kimsede iştah yoktu. Birbirinin gözüne bakmak bile zordu.
Dâhiliye vekiline Kutadgu olayından sonra çenesini açmaması söylenmişti. Ama bu, kamusal alanla sınırlıydı:
– Hele gardaş kasmayın kendinizi böyle! Oldu oldu olmadı gideriz.
Müsteşar:
– Senin kaçma planın hazır gibi…
– Yav o değil de paçayı kaptırırsak ölene kadar içerde yatarız. Belki asarlar.
Genelkurmay Başkanı lafa girdi:
– Sizin ne riskiniz var? Ben her durumda “hain” damgası yiyeceğim.
Dâhiliye vekili:
– Paşam beraber çıkarız.
– Kaçmak damgayı siliyor mu? Sonra benim dışarıda saltanat sürmem zor. Sizin kadar zengin değilim.
Müsteşar kimin neler neleri var envanterini çıkarmıştı ama ses etmedi.
***
Beyefendi yanında tanımadıkları bir şahısla toplantıya geldi. Direkt toplantı masasına geçildi. MİT müsteşarı önce sunum yaptı. Saat saat neler olacağını dinlediler. Katılımcılar soru faslına geçti.
İlk soru beyefendiden geldi:
– O gün havalanacak uçakların pilotları nasıl ayarlanacak? Kontrol edemediğimiz pilotlar çıkarsa?
Cevap Genelkurmay Başkanı’ndan geldi:
– Efendim, o gün sadece elimizdeki listelere göre tam güvenebileceklerimize görev yazdık.
– Ya atladığınız bir isim olursa?
– F16’lar mühimmat taşımayacak. Bomba, füze bulunmayacak uçaklarda.
– Güzel de o kadar uçak havalanacak bomba falan atmadan…
Söze müsteşar girdi:
– Efendim uçakların ses etkisinden yaralanmayı düşünüyoruz. O gece İstanbul ve Ankara’da alçak uçuşlar yapacaklar. Bomba atma işini polis helikopterleriyle bizim arkadaşlar yapacak. Ama yer belirlemedik.
– Dahiliye vekili her zamanki çiğliğiyle espri yapmaya çalıştı:
– CHP ve MHP binalarını düzleyelim.
Kimse istifini bozmadı.
Müsteşar devam etti:
– Efendim halkta nefret uyandırmak ve yurt dışında etkili olması için meclisi bombalayacağız. Size karşı yapıldığını kanıtlamak için de Saray’ı bombalamayı düşünüyoruz.
Beyefendi irkildi:
– Meclis tamam olsun ama Saray’a dokunmayın!
Müsteşar:
-Efendim inandırıcı olamayız o zaman.
Beyefendi:
– O zaman Saray’ın bahçesinin uzak bir kenarını bombalayın. Sakın Saray’ı vurmasınlar?
– Peki efendim.
Tanımadıkları şahıs:
– Müsade buyurursanız birkaç ekleme yapayım:
Cumhurbaşkanının onlarca baş danışmanı vardı. Onlardan biri sandılar. Türkçeyi aksansız konuşan bir yabancıydı. Hiçbiri daha önce görmemişti.
– Arkadaşlar darbenin karargâhta bastırılmasını öngörmüşler. Bu kesinlikle yetmez. Sizin önlemeniz de yetmez. Konuşma yapmanız kâfi gelmez. Darbeyi halk önlemeli ki zafere sahip çıksın.
Beyefendi:
– Nasıl olacak?
– Siz darbeyi önleme konuşması yapacaksınız. Halkı sokaklara çağıracaksınız. AK Parti teşkilatları harekete geçecek. Ben baktım 10 milyona yakın parti üyesi var. Milyonlar sokaklara dökülmeli.
Müsteşar:
– Evet, planımız karargâhta bitirmekti. Ama bu da iyi fikir. Mutabıksak o akşam interneti kapatma planımızı değiştirmeliyiz. Sosyal medya halkı organize etmede çok önemli.
Beyefendi:
– Evet, internet açık olsun, kapatmayalım.
Dâhiliye vekili:
– Hatta abonelere ücretsiz SMS hakkı, internet paketi falan da yollayalım.
Bunu da not aldılar.
Tanımadıkları şahıs devam etti:
– Efendim bir başka konu kaldı. Bilmiyorum nasıl karşılarsınız?
Beyefendi:
– Buyur, dinleyelim.
– Efendim biraz kan dökülmeli. Kansız darbe olmaz. Önlemek yetmez. Kalıcı kahramanlıklar üretmeniz lazım.
Genelkurmay Başkanı söze girdi:
– İşi karargâhta bitirsek olmaz mı? Benim askerim halka ateş açmaz.
Yabancı:
– Hayır, sokakta önlenmeli ve kan dökülmeli.
Müsteşar:
– SADAT’la hallederiz. Milisler 3 yıldır eğitim yapıyor. Bir kısmı sniper eğitimi gördü. Bir de bizim arkadaşların özel güvenlik şirketlerinde 100 bini aşkın silahlı personel var. Gerekirse asker kıyafeti giyer veya bir şekilde görülmeyen noktalardan ateş edebilirler.
– E kaç insan ölecek?
– En az 90-100 ölü gerekir.
Beyefendi düzeltti:
– Ölü değil 90-100 şehit.
Dâhiliye vekili:
– Ama hiç birine otopsi yapılmamalı, beklemeden gömülmeli. Sonra başımız ağrır. Diyarbakır’da baro başkanına yanlış silah kullandılar. Deşifre oluyorduk.
Onlar bunu konuşurken tanımadıkları şahıs önündeki kâğıda bir şey yazıp beyefendinin önüne uzattı. Beyefendi kâğıdı aldı. Tanımadıkları şahıs Genelkurmay Başkanı’nın tepkisinden korkmuş olmalıydı. Korkusu yersizdi. Genelkurmay Başkanı çoktan Beyefendiye teslim olmuştu. Beyefendi “Asker de ölmeli” yazan kâğıdı başıyla onaylayarak katlayıp müsteşara verdi.
Tanımadıkları şahıs:
– Efendim bir de sorum olacak. Sunumdaki gibi olacaksa daha girişim olur olmaz suçlu olarak Cemaati ilan edeceksiniz. Bu tuhaf olmaz mı? Olay daha taze iken halk yadırgamaz mı, ne zaman tespit ettiniz diye?
Beyefendi:
– Benim halkım beni sorgulamaz. Biz kimi suçlu ilan edersek suçlu o olur.
Dâhiliye vekili:
– Tabi efendim siz bir şey söyleyeceksiniz de halk sorgulayacak! Olacak iş mi?
Müsteşar:
– O halde şöyle değiştiriyoruz planlamamızı: İlk olarak Başbakan konuşsun ve Cemaati suçlu ilan etsin. Siz sonra halka sesleniş yapıp teyid edin. Ve tüm ajans ve kanallar tek bir ağızdan “Darbe girişimini Cemaat’e yakın askerler yaptı” tezini işlesin. Aykırı tek sese izin vermeyiz.
Genelkurmay Başkanı suskunluğunu bozdu:
– Her şey iyi de ben Atatürkçü subaylara ne diyeceğim? Tam sizi yıkmaya heveslenmişlerken?
Beyefendi Atatürkçü subayları ne yapacağını iyi biliyordu ama şimdiden söylemek erken olurdu. Genelkurmay Başkanı’na:
– Siz onlara “Orduyu irticadan temizledik. Biraz sabredin bunları da götüreceksiniz, asıl ikinci darbe geliyor” diyeceksiniz. Yüreklerini soğutacaksınız.
Genelkurmay Başkanı tam tatmin olmamıştı ama itiraz edecek zaman çoktan geçmişti. Akıbeti iyi görünmüyordu. Alnına yapışacak “hain” damgası gittikçe netleşiyordu.
Tanımadıkları şahıs:
– Efendim son bir sorum kaldı. Siyasi tarihte Cumhurbaşkanı, başbakan ve kabine üyelerinden birilerinin gözaltına alınmadığı başarısız bile olsa bir darbe girişimi yok. Hiç olmazsa bazılarını alsalar? Hatta bir ikisini sizin tabirinizle şehit etseler.
Beyefendinin zihninde bir şimşek çaktı, tebessüm etti:
– Bunu bir düşünelim.
Dâhiliye vekilinin önsezileri iyiydi. Biraz pimpiriklendi. Korktu. Tanımadıkları adam bayağı gözü kara idi.
Tanımadıkları şahıs:
– Bir de şu endişem var. Çok sınırlı bir askeri güçle sokağa çıkma, silah kullanmama, TV kanallarını basmama gibi hususlar projenizin inandırıcılığını azaltabilir. İzahta zorlanırsınız?
Kimse bir şey demedi. Tanımadıkları şahıs bir batı ülkesinden gelmiş olmalıydı. Beyefendi’nin halka bir şey izah etme gibi bir derdi yoktu. Burası Türkiye idi.
(Devamı var)
(TR724)