YAVUZ BAYDAR
Söylenecek söz bitmedi, bitmez, ama pek yakında hiçbir etkisi kalmayacak.
Emin olabilirsiniz.
Türkiye’nin üzerine bir kabus gibi çöktüler.
Cehaletleriyle, acımasızlıklarıyla, yağmacılıklarıyla, lumpenlikleri ve her tarafa saçılan kötülükleriyle.
Herkesi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar.
Benzemeyi reddedenleri de delirtmeye.
Zaten huzursuz duran, diken üstünde oturan bir ülkenin çivisini çıkarmak üzereler.
Soma’sıyla, TSK-PKK çatışmasıyla, Cizre’de diri diri yakınları, anaları ağlatan gencecik insanların ölümleriyle, patlamalarla topluca katledilenlerle, koskoca Türkiye’yi ağıt üstüne ağıt yakılan bir mezarlığa çevirdiler.
Kötülük dolu bir darbe girişimini de, daha büyük bir şiddet dalgasının payandası yaptılar.
Yakında, emin olun, hiçbir söz duyulmaz olacak.
Açın uzak ve yakın tarihi okuyun.
İspanya İç Savaşı öncesinde de böyleydi, Yugoslavya’yı paramparça eden iç savaş öncesinde de. Bab*ı Ali baskınını takip eden Mahmut Şevket Paşa suikasti ardından estirilen İttihatçı terörü de böyleydi, Reichstag yangını ardından SA’ların yaydığı dehşet de.
Şimdi, faşizmi yerleştirmenin en netameli, en kritik safhasına geldik.
Malumunuz, MGK kararıyla, Türkiye kendisine AKP ve fiili iktidar ortağı MHP öncülüğünde yeni bir faşizm yolu çizmiş bulunuyor.
Tercih açık ve seçik olarak böyle.
Şimdi inkarcılıkla görmezden geliniyor, ama er veya geç herkes adını koyacak.
MGK’da alınan karar gereği, bir yandan Güneydoğu illerinin seçmen iradesi üzerinden silindir geçirilecek, hemen ardından da, hür oylarla Meclis’te 3’üncü büyük parti olarak bulunan HDP’nin milletvekilleri derdest edilerek hapse gönderilecek.
Erdoğan bunu sonuna kadar denemeye kararlı.
Bir bakıma işi kolay.
MGK’den kendi insiyatifiyle ‘FETÖ’ ve PKK’yla mücadeleyi öncelikli hedef olarak karara geçirirken, ‘FETÖ’ ile mücadelenin esas olarak CHP tarafından, PKK ile mücadelenin de esas olarak MHP tarafından alkışlanacağını, böylece muhalefeti bir kez daha serseme çevirerek dağıtacağını hesaplamış, toplu hesabında da yanılmadı.
Şimdi, tam a la Turka usulle, FETÖ kisvesi altında Cemaat’le, PKK kisvesi altında da Kürtlerle, yani kendisine muhalefet eden iki sosyal grupla körleme savaş halinde.
Alerji ve ezberleri yüzünden alık alık bakakalmış CHP ve MHP sayesinde, züccaciyeci dükkanındaki fil gibi önüne kim çıkarsa eziyor.
‘Bana şu bu mağdurdur diye gelmeyin, idam isterim idam’ diye homurdanıyor.
2015 Temmuz’unda barış masasını, son derece bulanık bir polis cinayetini bahane ederek devirdiği, başta Şırnak ve Sur, Güneydoğu’da Kürtlere oturacak yer bırakmadığı yetmezmiş gibi, şimdi de kadim Kürt şehri Diyarbakır’ın yüzde 55 oyla seçilmiş iki HDP’li eşbaşkanı, Gültan Kışanak ve Fırat Anlı gözaltına alındı.
Üstelik beş gün boyunca avukatlarıyla dahi görüştürülmeme şartı da konarak.
11 Kürt ilinde internet saatlerce, Kuzey Kore’deki gibi gibi bir budalalıkla kesilerek.
Aslında hepsi bekleniyordu.
24’ü HDP’li, 28 belediye ardından şimdi sıra, uygun bir zamanda, herhalde bu hafta sonu veya gelecek hafta, Diyarbakır’a ve kalan diğer HDP illerine kayyum atamak.
Bu da yetmeyecek.
Eşzamanlı olarak veya hemen ardından, başta Selahattin Demirtaş, bazı HDP’li milletvekilleri derdest edilerek hapse atılacak. Böylece, MHP tabanının referandum için ‘kafalanma’ süreci de tamamlanmış olacak.
Tamam da, ortada bir ‘küçük’ sorun var.
Kürtler.
Erdoğan, belli ki hesabını yapmış.
Dünyanın da karmakarışık olduğunu hesap ederek iki uçlu bir yol haritası çizmiş:
Ya Tamil hareketi gibi PKK ve türevi yapıları tamamen yok etmeye yeltenecek. Edemezse, İsrail modeline geçiş yaparak, Kürt meselesini zamana yayıp çürütmeye, Filistindeki Fetih-Hamas bölünmesi gibi bir parçalamaya yönelecek.
Kışanak ve Fırat’ın gözaltına alınması Kürt illerini karıştırdı, doğal olarak.
Erdoğan, stratejisinde şu kısa vadeli kumarı oynuyor şimdi:
Kürtlerin iradesi peşpeşe ezici adımlarla kırılırsa, ‘demir iradenin simgesi’ olarak, Yeni Türkiye’nin milliyetçi-militarist-İslamist ortak tabanının lideri olarak yerini sağlamlaştıracak.
Grozni’yi ve Çeçenistan’ı tarumar eden, Çeçen direnişini şiddetle kıran saygıdeğer dostu Putin’i kopyalamak istediği kesin.
Olmadı, diyelim Kürtler çetin ceviz çıktı, direniş kabardı ve yayıldı, o zaman da elinde asker, top tüfek, korucu, Osmanlı Ocakçısı, Alperen, çeteci ne varsa Kürtlerin üzerine sürerek kazanacağını ve ‘muzaffer komutan’ olarak devam edeceğini, kriz üzerinden iktidar tahkimi sağlayacağını hesap ediyor Erdoğan.
Oyununu bunun üzerine kurguluyor.
Şimdi merakla beklenen, Kürt Siyasi Hareketi’nin, Erdoğan’ın artırdığı kabin basıncına nasıl tepki vereceği.
Bu tepki orantılı mı olacak?
Öyle olacağı anlaşılıyor.
Demirtaş’ın Diyarbakır konuşması, yenir yutulur bir sözlü mukabele değil.
Medya hemen tamamen AKP’nin güdümüne geçtiği için topluma ulaşmayan (benim de bu utanç verici otosansüre tepki olarak geniş alıntıladığım) konuşmadan bazı satırbaşları:
- Hiç kimsenin adalet karşısında suç işleme özgürlüğü yok. İster Cumhurbaşkanı olsun ister sıradan yurttaş. Fark etmez. Hiçbirimizin suç işleme özgürlüğü yok ama adil yargılama olmalı ki karşımızda, bizler de gönül rahatlığıyla yargılanmayı kabul edelim. Bizim karşı olduğumuz yargılanma değil, ortadan yargı diye bir şey yok. AKP’nin hukuk komisyonu beni niye yargılıyor. Böyle bir savcıya ifade vermek zorunda mıyız?
- Şimdi bir yandan da hiç adamda utanma sıkılma olmaz mı? Bir de diyor ki halk bunlara sahip çıkmıyor. Biz senin mitinglerindeki gibi bedava döner dağıtmıyoruz ki. Bedava gaz var, cop var, engelleme var, halk sokağa çıkmasın diye gece gündüz devlet zulmü var. Biz senin gibi valinin parasıyla, hazine bütçesiyle mitingler yapmıyoruz ki. Biz sizler gibi kimler mitinge gelmişte onlara iş dağıtalım rüşvet dağıtalım diye miting yapmıyoruz, bak bu koşullarda yapıyoruz.
- Bir de bunların satın alınmış kalemleri satın alınmış gazetecileri var. AKP’nin havuz medyası utanmadan sıkılmadan ‘Halk belediyeleri terk etti’ diyor.
- Şimdiye kadar diyorduk ki erken seçim yapalım. Ama erken seçim yok kardeşim, kusura bakma. Şimdi belediye başkanlarımız göreve iade edilene kadar direniş var, mücadele var. Yok öyle yağma. Sizler kendinize güveniyorsanız erken seçim yapalım dedik. Kayyım atamayın, el koymayın halk karar versin dedik. Şimdi artık erken seçim değil, biz belediye başkanlarımızın iadesini istiyoruz. Çaldığınız gasp ettiğiniz halk iradesini geri vereceksiniz. Başka türlüsünü asla kabul etmiyoruz. Asla böyle bir anlayışa boyun eğmiyoruz.
- Mafyanın bir hukuku vardır. Bunda o hukuk yok. Mafyanın bir saygınlığı vardır bundan o da yok. Ne kanun tanır, ne hukuk tanır, ne anayasa tanır ne de siyasi ahlak tanır. Böyle bir adama biz mecbur muyuz boyun eğmeye. Seven sevsin kardeşim, biz sevmiyoruz. Sevmek ve saymak zorunda da değiliz. Onun önünde biat etmeyen boyun eğmeyene de bedel ödetmek istiyorsa kendisi bilir. Biz bedel de öderiz. Özgürlüğümüz için her türlü direnişi ortaya koyarız. Haksız olan sensin.
- Yargılanacaksak buyurun birlikte gidip yargılanalım. Sana da sorsunlar bize de sorsunlar. Para sayma makinelerini, ayakkabı kutularını, IŞİD’e gönderdiğin silahları, emir vererek katlettiğin gençleri sana da sorsunlar bana da sorsunlar. Cevaplayamayacağımız hiç bir şey yok. Halkımızın karşısında anlımız açıktır. Kimsenin parasını çalmadık. Asla bir insanın ölmesini istemedik. Bunun için çalışmadık. Bizim vicdanımız rahat. Gece gündüz barış olsun, müzakere olsun diye uğraştık. Yüzdük yüzdük kuyruğuna getirdik. Bu ülkenin evlatları ölmesin diye, gerillası, askeri, sivili, bebeği ölmesin diye insandır dedik hepsi. Hiç kimsenin canı diğerinden üstün değil. Konuşarak siyasetle sorunlarımızı çözelim dedik. Belediye eş başkanlarımız da imkanlarını bunun için kullandı. Sizler şiddeti körüklediniz. Siyasetin önünü tıkadınız.
- Bizler sonuna kadar ısrarcı olmaya devam edeceğiz. Çünkü demokratik siyaset bizim için bir taktik değildir. Stratejik bir meseledir. Gelecekte de işimiz gücümüz bu olacak. Çocuklarımız torunlarımız siyasetle sorunlarını çözecekler. Şiddet olağan dışıdır. Normal şey siyaseti büyütmektir. Bunu engelleyen biz değiliz. Aklı başında olan devlet siyasetin yolunu sonuna kadar açar. Şiddeti silahları devreden çıkarmak için belediye eş başkanlarını tutuklamak yerine asıl müzakerenin önünü açar.
- Bugün yaşananlar akıl tutulmasıdır. Belki halka bedel ödetiyorlar, belki bizlere bedel ödetiyorlar ama inan ki bu akılsızlık sonunda kaybedecektir. Kendi mantıksızlıkları ve akılsızlıkları ile Türkiye’yi getirdikleri yere bir bakın. Türkiye şu an dünyadan bakınca bir IŞİD devleti olarak görünüyor. Başındaki de IŞİD halifesinden farksız görünüyor. Bunu yaratan biz değiliz. Bu imajı yaratan kendisidir.
- Nasıl ki 15 Temmuz akşamı halk darbeye karşı seçilmiş iradeye el koymak isteyenlere karşı sokağa çıktıysa o ne kadar meşru ise bu da o kadar meşrudur. Kimse bunun meşruiyetini tartışamaz. Bu ülkeye barış gelecekse biz getireceğiz. Özgürlük gelecekse biz getireceğiz. Bunu da direnerek yapacağız. Boyun eğerek değil teslim olarak değil.
Bu sözler, HDP’nin Erdoğan’ın çıtayı her yükseltişine aynı orantıda karşılık vermede kararlı olduğunun habercisi.
Ufukta, çok daha sert bir hesaplaşmanın kara bukutları belirmiş durumda.
Ankara’da, aslına rücu ederek, çapı sıfıra yakın bir deliğe kaçmış bulunan sözde akıl, sertlikten güzellik çıkacağı gibi bir ahmaklığın peşinde bilmemkaçıncı kez.
Oysa, bilmem kaçıncı kez, maalesef, yine kan çıkacak.
Lastik kopacak.
Türkiye’nin dikişleri atacak.
Eğer mesele ‘demokrasi için ortak cephe’ olsaydı, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun kürsüde Demirtaş’ın yanında bir konuşma yapıyor olması, CHP’lilerin Diyarbakır Belediyesi önünde HDP’lilerle beraber direniyor olması gerekirdi.
Ama öyle bir bilinç de yok, siyasi cesaret de.
Onların olmadığı yerde çözüm, huzur, barış beklemek hayalciliktir.
Türkiye, çürümüş siyasilerinin ve elitinin akılsızlığının esiri olarak mukadder akıbete doğru ilerlemekte.
Enseler kararacaktır.
Herkese metanet dilemekten başka bir çare bulamıyorum.