[BARBAROS KARTAL]
Geçtimiz hafta içi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Yerleşkesi, Recep Tayyip Erdoğan konferans salonunda yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kültür devrimi yapmak zorunda olduklarını dile getirdi.
Erdoğan’ın kastettiği ama yapamayacakları, kastetmediği ama halen yaptıkları iki devrim var.
AKP, kültür ve eğitim alanında bir şeyleri beceremeyeceğini son 15 yılda yeteri kadar gösterdi. Eğitimin içler acısı halini anlatarak zaman kaybetmeye gerek yok. AKP’nin sinemadan anladığı Kod Adı ‘Köz’ ve Reis gibi propaganda filmleri, tiyatro denince kastettikleri ‘milli ve manevi değerleri’ içeren oyunların oynanması, edebiyat ise belediyelerin satın aldığı kitaplar için düzenlenen imza günleridir. Sanatçı, onlar için düdük çaldıklarında fotoğraf karesine giren ünlülerden ibaret.
Şimdi Erdoğan’ın konuşmasında kastetmediği ama şu an Türkiye’nin içerisinde bulunduğu kültür devrimi sürecine bakalım.
AK Tugaylar mı geliyor?
Bilindiği gibi kültür devrimi denildiğinde politik literatürde Çin diktatörü Mao Zedong’un görevinin son 15 yılında gerçekleştirdiği eğitimden ekonomiye, siyasetten dış politikaya köklü icraatlar geliyor. En çok tartışmalı olan da bu değişiklikleri yaparken dökülen kan ve iç savaş. Sadece siyasi muhalifler değil siviller dâhil milyonlarca insanın hayatını kaybettiği Kültür Devrimi’nin ana aktörü Mao’nun para-militer gücü Kızıl Tugaylar olmuştu. Güvenlik güçlerine işçi ve öğrencilerden oluşan Kızıl Tugaylara müdahale edilmemesi talimatı veren Mao, silahlandırdığı bu kitlelerle kanlı birçok katliam gerçekleştirmişti.
15 Temmuz miladı
Erdoğan, Allah’ın lütfu dediği 15 Temmuz ile birlikte otoriter yönetiminde birkaç vites ileriye atmış oldu. İlk günden beri istediği değişiklikleri yapabilmek için bulunmaz bir iklim oluşturdu. Ülkenin tarihi neredeyse 15 Temmuz ile başlamış görünüyor. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra geçen reklam arası sonrası artık yeni Türkiye’nin kuruluş tarihi 15 Temmuz’dur.
15 Temmuz ile ilgili görsellerle bütün ülkenin donatılması, sembol kabul edilen isimlerin adeta mitleştirilmesi, anasınıfından liseye kadar yürütülen doktrinasyon, medyada sistematik olarak her gün yapılan 15 Temmuz haberleri ile asla gevşekliğe yol açmama ve darbe senaryosu ile ilgili en ufak çatlak bir sesin çıkmaması şimdilik işlerin yolunda gittiğini gösteriyor.
Rejim değişikliği anlamına da gelebilecek başkanlık sistemine geçiş için Erdoğan’ın önünde ciddi bir engel şimdilik görünmüyor. Hele Bahçeli’nin ödediği diyet karşılığı verdiği destekten sonra başkanlık sistemi referandumu bekliyor diyebiliriz. Başkanlık sistemi Erdoğan’ın kültür devriminde nihai bir hedef değil, önemli bir eşiktir.
Gelecek savaşlara hazırlık
Emniyet ve ordudaki tasfiyeler her ne kadar onbinlerle ifade edilse de Erdoğan’ın hiçbir zaman bu iki kuruma güvenmeyeceğini unutmamak gerekiyor. Ergenekon ile yapılan işbirliğinin bir süre sonra savaşa dönüşeceğini elbette Erdoğan da biliyor. Tam bu noktada Mao’nun Kızıl Tugaylarının yerini Erdoğan’ın AK Tugaylarının alacağına beliren işaretleri ciddiye almak gerekiyor.
Osmanlı ocakları gibi paravan örgütler başta olmak üzere, AKP’nin yandaşlarına yapılan silahlanma çağrısı ve mafya bozuntusu tiplerin devlet korunmasına alınması Erdoğan’ın ileri de olabilecek Gezi olaylarına nasıl karşılık vereceği ve 15 Temmuz’a benzer kurgulardan sonra neler yapacağı hakkında ipuçları veriyor. Erdoğan kendisine her seçimi kazandıracak yüzde 50,01’i kaya gibi sağlamlaştırırken aynı zamanda muhaliflerini de kendisinden nefret ettirdi. Türkiye gibi nüfusu büyük bir ülkede bu ciddi bir demografiye tekabül ediyor.
Peki, Erdoğan, kanlı devrimini başarabilir mi?
Türkiye gibi bir ülkenin uzun süre istibdatla yönetilemeyeceği geçmiş örneklerle mevcut. Diğer diktatörlükle yönetilen ülkelerle kıyasla eğitimli ve dünyaya açık nüfusu ve dünyaya entegre ekonomisi öncelikle en büyük engel. Suudi Arabistan ve Rusya gibi yeraltı zenginliklerle rejimi sübvanse edebilmek mümkün değil. Kabaca 30 milyona yakın insanın devlet yardımı aldığı ve devletin ekonomide tek belirleyici olduğu ülkede ekonomideki en ufak bir kırılmanın sonuçlarının çok büyük olacağını tahmin etmek de zor değil.
Diğer diktatörler gibi sırtını bir güce dayama noktasında yaptığı zikzaklar Erdoğan’ın uluslararası alanda işlerini zorlaştırıyor. AB ile siyaseten iplerin kopması, ABD ile işbirliğini askeri alanda sürdürme düşüncesi, Rusya’yı alternatif göstermek için yapılan paslaşmaların sadece dış politika değil ekonomik anlamda da bedelleri olacak. Yabancı sermayenin artarak Türkiye’yi terk etmesi sadece körfez fonları ile dengelenme eşiğini çoktan geçti. Batı diktatörlerle çalışır, elbette Erdoğan ile de çalışır ancak Erdoğan’ın kendi ajandasının baskınlığı ve sabırsızlığı karşılıklı çıkar anlayışı ile çatışıyor.
Türkiye’yi neler bekliyor?
Türkiye’yi yakın dönemde siyasi belirsizlik, her an kriz yaşayabilecek ekonomi, PKK’nın tekrar yoğun bir savaşa kalkışması ve en kötüsü iç çatışma ihtimalleri gibi olumsuzluklar bekliyor. Erdoğan diğer diktatörler gibi ‘rakiplerini bir bir ortadan kaldırdıkça’ ülkeyi getirdiği hâlin hesabını bu sefer kendisinin ödeyeceği güne doğru adım adım gidiyor.
Erdoğan’ın kastettiği ama yapamayacakları, kastetmediği ama halen yaptıkları iki devrim var.
AKP, kültür ve eğitim alanında bir şeyleri beceremeyeceğini son 15 yılda yeteri kadar gösterdi. Eğitimin içler acısı halini anlatarak zaman kaybetmeye gerek yok. AKP’nin sinemadan anladığı Kod Adı ‘Köz’ ve Reis gibi propaganda filmleri, tiyatro denince kastettikleri ‘milli ve manevi değerleri’ içeren oyunların oynanması, edebiyat ise belediyelerin satın aldığı kitaplar için düzenlenen imza günleridir. Sanatçı, onlar için düdük çaldıklarında fotoğraf karesine giren ünlülerden ibaret.
Şimdi Erdoğan’ın konuşmasında kastetmediği ama şu an Türkiye’nin içerisinde bulunduğu kültür devrimi sürecine bakalım.
AK Tugaylar mı geliyor?
Bilindiği gibi kültür devrimi denildiğinde politik literatürde Çin diktatörü Mao Zedong’un görevinin son 15 yılında gerçekleştirdiği eğitimden ekonomiye, siyasetten dış politikaya köklü icraatlar geliyor. En çok tartışmalı olan da bu değişiklikleri yaparken dökülen kan ve iç savaş. Sadece siyasi muhalifler değil siviller dâhil milyonlarca insanın hayatını kaybettiği Kültür Devrimi’nin ana aktörü Mao’nun para-militer gücü Kızıl Tugaylar olmuştu. Güvenlik güçlerine işçi ve öğrencilerden oluşan Kızıl Tugaylara müdahale edilmemesi talimatı veren Mao, silahlandırdığı bu kitlelerle kanlı birçok katliam gerçekleştirmişti.
15 Temmuz miladı
Erdoğan, Allah’ın lütfu dediği 15 Temmuz ile birlikte otoriter yönetiminde birkaç vites ileriye atmış oldu. İlk günden beri istediği değişiklikleri yapabilmek için bulunmaz bir iklim oluşturdu. Ülkenin tarihi neredeyse 15 Temmuz ile başlamış görünüyor. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra geçen reklam arası sonrası artık yeni Türkiye’nin kuruluş tarihi 15 Temmuz’dur.
15 Temmuz ile ilgili görsellerle bütün ülkenin donatılması, sembol kabul edilen isimlerin adeta mitleştirilmesi, anasınıfından liseye kadar yürütülen doktrinasyon, medyada sistematik olarak her gün yapılan 15 Temmuz haberleri ile asla gevşekliğe yol açmama ve darbe senaryosu ile ilgili en ufak çatlak bir sesin çıkmaması şimdilik işlerin yolunda gittiğini gösteriyor.
Rejim değişikliği anlamına da gelebilecek başkanlık sistemine geçiş için Erdoğan’ın önünde ciddi bir engel şimdilik görünmüyor. Hele Bahçeli’nin ödediği diyet karşılığı verdiği destekten sonra başkanlık sistemi referandumu bekliyor diyebiliriz. Başkanlık sistemi Erdoğan’ın kültür devriminde nihai bir hedef değil, önemli bir eşiktir.
Gelecek savaşlara hazırlık
Emniyet ve ordudaki tasfiyeler her ne kadar onbinlerle ifade edilse de Erdoğan’ın hiçbir zaman bu iki kuruma güvenmeyeceğini unutmamak gerekiyor. Ergenekon ile yapılan işbirliğinin bir süre sonra savaşa dönüşeceğini elbette Erdoğan da biliyor. Tam bu noktada Mao’nun Kızıl Tugaylarının yerini Erdoğan’ın AK Tugaylarının alacağına beliren işaretleri ciddiye almak gerekiyor.
Osmanlı ocakları gibi paravan örgütler başta olmak üzere, AKP’nin yandaşlarına yapılan silahlanma çağrısı ve mafya bozuntusu tiplerin devlet korunmasına alınması Erdoğan’ın ileri de olabilecek Gezi olaylarına nasıl karşılık vereceği ve 15 Temmuz’a benzer kurgulardan sonra neler yapacağı hakkında ipuçları veriyor. Erdoğan kendisine her seçimi kazandıracak yüzde 50,01’i kaya gibi sağlamlaştırırken aynı zamanda muhaliflerini de kendisinden nefret ettirdi. Türkiye gibi nüfusu büyük bir ülkede bu ciddi bir demografiye tekabül ediyor.
Peki, Erdoğan, kanlı devrimini başarabilir mi?
Türkiye gibi bir ülkenin uzun süre istibdatla yönetilemeyeceği geçmiş örneklerle mevcut. Diğer diktatörlükle yönetilen ülkelerle kıyasla eğitimli ve dünyaya açık nüfusu ve dünyaya entegre ekonomisi öncelikle en büyük engel. Suudi Arabistan ve Rusya gibi yeraltı zenginliklerle rejimi sübvanse edebilmek mümkün değil. Kabaca 30 milyona yakın insanın devlet yardımı aldığı ve devletin ekonomide tek belirleyici olduğu ülkede ekonomideki en ufak bir kırılmanın sonuçlarının çok büyük olacağını tahmin etmek de zor değil.
Diğer diktatörler gibi sırtını bir güce dayama noktasında yaptığı zikzaklar Erdoğan’ın uluslararası alanda işlerini zorlaştırıyor. AB ile siyaseten iplerin kopması, ABD ile işbirliğini askeri alanda sürdürme düşüncesi, Rusya’yı alternatif göstermek için yapılan paslaşmaların sadece dış politika değil ekonomik anlamda da bedelleri olacak. Yabancı sermayenin artarak Türkiye’yi terk etmesi sadece körfez fonları ile dengelenme eşiğini çoktan geçti. Batı diktatörlerle çalışır, elbette Erdoğan ile de çalışır ancak Erdoğan’ın kendi ajandasının baskınlığı ve sabırsızlığı karşılıklı çıkar anlayışı ile çatışıyor.
Türkiye’yi neler bekliyor?
Türkiye’yi yakın dönemde siyasi belirsizlik, her an kriz yaşayabilecek ekonomi, PKK’nın tekrar yoğun bir savaşa kalkışması ve en kötüsü iç çatışma ihtimalleri gibi olumsuzluklar bekliyor. Erdoğan diğer diktatörler gibi ‘rakiplerini bir bir ortadan kaldırdıkça’ ülkeyi getirdiği hâlin hesabını bu sefer kendisinin ödeyeceği güne doğru adım adım gidiyor.