Mehmet Ali Şengül
‘Erişir menzil-i maksuda aheste giden,
Tiz reftar olanın payina damen dolaşır.’
(Hatemi İbrahim Bey)
(İstediği yere yavaş giden hedefine ulaşır,
Hızlı gidenin eteği ayağına dolaşır)
‘Bir çekirdekten meydana geldi cihan
Milyonlarca sene sonra yaratıldı insan.’
Tiz reftar olanın payina damen dolaşır.’
(Hatemi İbrahim Bey)
(İstediği yere yavaş giden hedefine ulaşır,
Hızlı gidenin eteği ayağına dolaşır)
‘Bir çekirdekten meydana geldi cihan
Milyonlarca sene sonra yaratıldı insan.’
İnsanoğlu acul bir varlık olmasından dolayı, işlerinin hemen oluvermesini istemektedir. Zulmeden zalimlerin hemen cezasını bulmasını ister. Allah (cc) ise Halimdir ve bizim hevesimize ve ısrarlı isteklerimize göre hareket edecek değildir.
Habbab bin Eret (r.a) Ashab-ı Bedir’dendir. İmanından dolayı kendisine yapılan zulümleri ve işkenceleri Allah Rasulüne (sav) arzetti. Sinesi şefkat ve merhamet dolu insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav) Habbab bin Eret’e: ‘Sizden evvel insanlar alınır, keskin demir tırmıklarla kıtır kıtır doğranırdı. İmanlarından dolayı arenalarda aç bırakılan aslanlara yem olarak ve kor olmuş ateşe atılırlardı. Fakat onlar asla dinlerinden dönmezlerdi. Bir gün Allah(cc) dinini tamamlayacak, siz acele ediyorsunuz, buyurarak teselli etti. Demek ki, bu yol böyle olmayı gerektiriyor. (Geniş bilgi için Habbab bin Eret (r.a)’in hayatına bakılabilir.)
‘Men emene bil kader, emine minel keder’, kadere iman eden kederden kurtulur.
‘Zuhur eden neyse hükm-ü Kader,
Hakka tefvizi umur et, ne elem çek ne keder.’
Levh-i Mahfuz-u Hakikat’de ne yazılıysa, o mutlaka yerine gelir.Cenab-ı Hakka malum olan bizlere meçhuldür. Onun için fiili dua olan sebeplere riayet etmek zorundayız. Buna rağmen ekstradan Allah’ın ‘ata’sı, lütfu vardır. Bu ‘ata’nın en mühim vesilesi aczimizi itiraf manasında gönülden, samimi, halis bir niyetle yapılan duadır.
Dua, Cenab-ı Hakk’a sebepler üstü teveccühün ünvanıdır. Sebepleri silip atamayız ama, fiili dua makamında riayet ederiz. Buna rağmen asıl mesele, Müsebbib-ül Esbab’a (cc) yönelme olmalıdır.
Kendini Hz Yusuf (a.s) gibi kuyunun dibinde düşün! Dua kovasıyla dışarı çıkacağını hesaba kat! Hz.İsmail gibi boğazına bıçağın dayandığını tahayyül et! Hz. İbrahim (a.s)’ın ateşe atıldığı gibi kendini alevler içinde müşahede et! Bu manzaralar karşısında Allah’a (c.c) nasıl dua edip yalvarmak gerekiyorsa, o şekilde dua etmeye gayret edilmelidir.
Bela ve musibetler ne kadar büyük olursa olsun; Kuran’ın lanetle andığı Ashab-ı Uhdud’un, birçok insanı zorlayarak kendi inançlarını kabul ettiremeyince, onları ateş dolu hendeklere atmaları, Efendimiz’e gönül vermiş Allah’a inanıp müslüman olmuş,‘Yasir Ailesine’ ve benzerlerine yapılanları nazar-ı itibare alarak, günümüzde de dünyanın muhtelif yerlerinde ehl-i imana yapılan zulümler karşısında, onlar gibi sabredip dik durarak, neticede Allah’ın (cc) vereceği hükmü beklemek gerekir.
Tarih boyu bütün zalimlerin zulümlerinin cezasını gördükleri muhakkaktır. Yakın tarih itibariyle bu asrın zalimlerinin bir kısmının, yaptığı zulümlerin cezalarını çektikleri açıkca görülmüştür. Demek ki, yapılan zulümler dünyada bile cezasız kalmamaktadır. Allah(cc)’dan ve zulüm gören kullarından af dilenmediği müddetçe, asıl cezaları ahirete kalmaktadır.
İnanan, amel-i salih işleyen, Hakkı tutup kaldırmaya gayret eden, bu yolda başına gelenlere sabreden; imanı, salih ameli, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye eden ehl-i imanın yolu, her zaman çileli ve ızdıraplı olmuştur. Çünkü takip ettikleri peygamber ve sahabe yoludur. Zira dünyada, Peygamber olan ve onlara inanan ümmetleri içinde çile ve ızdırap çekmeyen var mıdır?
Mevlana Hazretleri (r.aleyh), “Ey insan Kaf dağı kadar yüksekte olsan da bir kefene sığacak kadar küçüksün” diyor. Evet sivrisineğe mağlup olan Firavun, devrinde dünyaya sığmıyordu. Ortalığı yakıp yıkıyor, hususiyle masum, dünyaya gözünü yeni açan (erkek) çocukları öldürüyordu.
Allah(cc) Hakimdir, her icraatında bir hikmet vardır. Hz. Musa’yı (as) firavunun sarayında büyütüp tevhid adına onun karşısına çıkaran ve davasını tebliğ ettiren O(cc)’dur. Dünyaya sığmayan bu zalimler, bir metre toprağın altında şimdi ne yapıyorlar acaba?(!)
(Kaynak: zaman-online.de)
Habbab bin Eret (r.a) Ashab-ı Bedir’dendir. İmanından dolayı kendisine yapılan zulümleri ve işkenceleri Allah Rasulüne (sav) arzetti. Sinesi şefkat ve merhamet dolu insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav) Habbab bin Eret’e: ‘Sizden evvel insanlar alınır, keskin demir tırmıklarla kıtır kıtır doğranırdı. İmanlarından dolayı arenalarda aç bırakılan aslanlara yem olarak ve kor olmuş ateşe atılırlardı. Fakat onlar asla dinlerinden dönmezlerdi. Bir gün Allah(cc) dinini tamamlayacak, siz acele ediyorsunuz, buyurarak teselli etti. Demek ki, bu yol böyle olmayı gerektiriyor. (Geniş bilgi için Habbab bin Eret (r.a)’in hayatına bakılabilir.)
‘Men emene bil kader, emine minel keder’, kadere iman eden kederden kurtulur.
‘Zuhur eden neyse hükm-ü Kader,
Hakka tefvizi umur et, ne elem çek ne keder.’
Levh-i Mahfuz-u Hakikat’de ne yazılıysa, o mutlaka yerine gelir.Cenab-ı Hakka malum olan bizlere meçhuldür. Onun için fiili dua olan sebeplere riayet etmek zorundayız. Buna rağmen ekstradan Allah’ın ‘ata’sı, lütfu vardır. Bu ‘ata’nın en mühim vesilesi aczimizi itiraf manasında gönülden, samimi, halis bir niyetle yapılan duadır.
Dua, Cenab-ı Hakk’a sebepler üstü teveccühün ünvanıdır. Sebepleri silip atamayız ama, fiili dua makamında riayet ederiz. Buna rağmen asıl mesele, Müsebbib-ül Esbab’a (cc) yönelme olmalıdır.
Kendini Hz Yusuf (a.s) gibi kuyunun dibinde düşün! Dua kovasıyla dışarı çıkacağını hesaba kat! Hz.İsmail gibi boğazına bıçağın dayandığını tahayyül et! Hz. İbrahim (a.s)’ın ateşe atıldığı gibi kendini alevler içinde müşahede et! Bu manzaralar karşısında Allah’a (c.c) nasıl dua edip yalvarmak gerekiyorsa, o şekilde dua etmeye gayret edilmelidir.
Bela ve musibetler ne kadar büyük olursa olsun; Kuran’ın lanetle andığı Ashab-ı Uhdud’un, birçok insanı zorlayarak kendi inançlarını kabul ettiremeyince, onları ateş dolu hendeklere atmaları, Efendimiz’e gönül vermiş Allah’a inanıp müslüman olmuş,‘Yasir Ailesine’ ve benzerlerine yapılanları nazar-ı itibare alarak, günümüzde de dünyanın muhtelif yerlerinde ehl-i imana yapılan zulümler karşısında, onlar gibi sabredip dik durarak, neticede Allah’ın (cc) vereceği hükmü beklemek gerekir.
Tarih boyu bütün zalimlerin zulümlerinin cezasını gördükleri muhakkaktır. Yakın tarih itibariyle bu asrın zalimlerinin bir kısmının, yaptığı zulümlerin cezalarını çektikleri açıkca görülmüştür. Demek ki, yapılan zulümler dünyada bile cezasız kalmamaktadır. Allah(cc)’dan ve zulüm gören kullarından af dilenmediği müddetçe, asıl cezaları ahirete kalmaktadır.
İnanan, amel-i salih işleyen, Hakkı tutup kaldırmaya gayret eden, bu yolda başına gelenlere sabreden; imanı, salih ameli, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye eden ehl-i imanın yolu, her zaman çileli ve ızdıraplı olmuştur. Çünkü takip ettikleri peygamber ve sahabe yoludur. Zira dünyada, Peygamber olan ve onlara inanan ümmetleri içinde çile ve ızdırap çekmeyen var mıdır?
Mevlana Hazretleri (r.aleyh), “Ey insan Kaf dağı kadar yüksekte olsan da bir kefene sığacak kadar küçüksün” diyor. Evet sivrisineğe mağlup olan Firavun, devrinde dünyaya sığmıyordu. Ortalığı yakıp yıkıyor, hususiyle masum, dünyaya gözünü yeni açan (erkek) çocukları öldürüyordu.
Allah(cc) Hakimdir, her icraatında bir hikmet vardır. Hz. Musa’yı (as) firavunun sarayında büyütüp tevhid adına onun karşısına çıkaran ve davasını tebliğ ettiren O(cc)’dur. Dünyaya sığmayan bu zalimler, bir metre toprağın altında şimdi ne yapıyorlar acaba?(!)
(Kaynak: zaman-online.de)