[NAZİF APAK]
Gazete haberlerine göre Fethullah Gülen Hocaefendi idamla yargılanıyordu. İddiaya göre dünya imamları vardı, ülke imamları vardı, şehir imamları vardı vesaire. Kırmızı bültenle arandığına dair Sabah’ın vahşi haberleri art arda veriliyordu. ATV hiç susmaksızın kara propaganda yapar da Doğan Grubu ondan geri kalır mı? Onlar da haber üstüne haber yapıyor, itibarsızlaştırma adına yarışa ara vermiyordu.
Her gün onlarca haber medyada yer alınca savcılık harekete geçmez mi? Zaten derin operasyoncular öteden beri Türk medyası ile adliyesi arasında sıkı bir iletişim kurmuşlardır. Kimi bitirmek isterlerse önce hakkında haber yaptırır, sonra o yalan yanlış bilgiyi savcılık ihbar sayar harekete geçer. Olay savcılığa intikal edince medya bir daha devreye girer bu sefer de olayın savcılık dosyasına girdiğini haber yapar. Al gülüm ver gülüm gazeteciliğidir bu…
Türk medyasının linç taktiği hüzünlü gurbeti her an ruhunda hisseden Fethullah Gülen için de devreye girmiş, önce ihbar içeren kirli bilgiler servis edilmiş; sonra da o bilgiler davaya dönüştürülmüştü. Dava süreci içinde dosyadan sızdırılan bilgilerle tekrar haberler yapılmıştı…
SAVCI’NIN DAVETİ
Nihayet bir gün savcılıktan davet geldi Hocaefendi’ye. İfade vermeye çağırılıyordu. Hocaefendi avukatlarını da yanına alarak adliyeye gitmeye karar vermişti. Tabii ki üzgündü. Hayatını vakfettiği değerler hiçe sayılarak ‘devleti ele geçirme’ gibi bir suç isnat ediliyordu. Olan bitenin derinine vakıf olamayan kitleler, masum insanları boşu boşuna suçluyor ve onların günahını alıyordu.
İfade vermek için yola çıkıldığında Savcı’nın tavrı merak ediliyordu. Araba park edilip binaya doğru yaklaşıldığında beklenmedik bir manzara ile karşılaşıldı. Savcı kapıya kadar gelmiş, binanın girişinde Hocaefendi’yi ve avukatlarını karşılıyordu. Gayet saygılı; bir o kadar da vakurdu duruşu. Kapıda karşıladıktan sonra ifade alacağı odaya davet etti. Bir sandalye çekti ve ‘sanık’a oturması için yer gösterdi. Hocaefendi ve yanındakiler şaşırmıştı bu saygılı davranış biçimine. Savcı bununla da yetinmedi kendine ait bir bardağı alarak önce su doldurdu ve bardağı Hocaefendi’ye uzattı. Şöyle demeyi de ihmal etmedi: “Sorgu sırasında dudaklarınız kuruyabilir; su ihtiyacı doğabilir.”
TAM BİR HUKUK ADAMI
Her centilmen hamle, Hocaefendi ve avukatlarında bir şaşkınlığa neden oluyordu; ama savcı beyin hali gayet doğaldı ve ekstra bir şey yapıyor gibi bir havası yoktu. Savcı tabii haliyle söze başladı. Elinde bazı sorular olduğunu, bunlara cevap verilmesi gerektiğini, cevapların kısa tutulmasında zaruret olduğunu söyledi. Hatta bir adım daha atarak aslında atfedilen ithamların suç olduğuna inanmadığını, prosedür gereği bu soruları yönelteceğini, cevapların resmi kayıtlara geçirileceğini ve dava dosyasına dahil edileceğini ilave etti.
Adalet mülayemetle kol kola girmiş ‘sanık’ tarafı belli bir oranda rahatlamış; savcı da itibar ve vakarından hiçbir şey kaybetmemişti. Savcı Bey görevini ciddiyetle yapıyordu; lakin tavrında bir kibir ve gurur yoktu. Vazifesini yaparken ezmeye çalışmıyordu muhatabını; ama asil bir görev yaptığını da fark ettiriyordu.
Atmosferi rahatlatan onca hamleye rağmen Hocaefendi’nin avukatları da Hocaefendi de heyecanlıydı. Savcı da bunun farkındaydı. Ayağa kalktı ve avukatlara dedi ki: “Dilerseniz ben dışarı çıkayım, siz kendi aranızda konuşun. Kendinizi riske etmeyecek sadelikte ve kısalıkta cevaplar hazırlayın.” Ve dışarı çıktı.
Savcı tekrar içeri girdiğinde ifade işlemi başlamış oldu. Hocaefendi bazen olayın perde arkasını vermek için geriye gitmek, teferruatlı açıklamalar yapmak istedi. Savcı, çok sakin, saygılı, şefkatli bir şekilde yol gösterici açıklamalar yaptı.
İfade işlemi bitmişti. Savcı Bey, kapıya kadar uğurlamak istedi. Elini sıktı, iyi günler diledi. Hocaefendi, adliye binasından çıkarken yanlarında getirdiği hediyeyi hatırladı. Duvara asılmaya müsait küçük bir seccade getirmişlerdi. Hocaefendi’ye refakat edenlerden biri savcı Bey’e ulaştı ve mütevazı bir hediye getirdiklerini söyledi. Savcı, teklifi tebessümle karşılayarak “Kusura bakmayın, ifadesini aldığım bir kişiden -küçük de olsa- hediye alamam; etik olmaz” dedi.
KİM BU SAVCI?
Yazıdaki savcının adının öğrenmek için bekleşen ve ona hemen ‘paralelci, darbeci, terör örgütü elemanı’ gibi alçakça iftiralarda bulunmak isteyenlere onların üzüleceği bir haber vereyim: Yazı boyunca anlattığım savcı New Jersey’de görev yapan bir kanun adamı.
Türkiye’de 28 Şubat zihniyeti bir dava açmış, istinabe yoluyla Hocaefendi’nin ifadesinin alınması için Amerika’ya resmi yazı göndermişti. O yazıya binaen New Jersey’de ifade alınıyordu. Savcı Bey, bomboş iddiaların garazla kinle kurgulanmış ithamların yer aldığı dosyayı incelemiş, iddianamedeki art niyeti görmüştü. Bir insanı suçlu hale getirmek için kanunların nasıl zorlandığını, resmen suç uydurulduğunu görmüştü. Türkiye’deki havanın aksine suçu ispat edileceği ana kadar herkesin ‘masum’ olduğuna inanıyordu. Siyasetin kulu kölesi değildi. Bu nedenle hürdü, adildi. ‘Sanık’ sandalyesine oturan herkese Hocaefendi’ye davrandığı gibi davranıyordu. Hukukun üstünlüğünü, üstünlerin hukukuna dönüştürmemişti.
Yukardan gelen talimatla on binlerce insanı tutuklayan, işkencelere göz yuman, havuz medyası ile her gece aynı yatağa giren kanun adamlarının kulakları çınlasın…
(TR724)
Her gün onlarca haber medyada yer alınca savcılık harekete geçmez mi? Zaten derin operasyoncular öteden beri Türk medyası ile adliyesi arasında sıkı bir iletişim kurmuşlardır. Kimi bitirmek isterlerse önce hakkında haber yaptırır, sonra o yalan yanlış bilgiyi savcılık ihbar sayar harekete geçer. Olay savcılığa intikal edince medya bir daha devreye girer bu sefer de olayın savcılık dosyasına girdiğini haber yapar. Al gülüm ver gülüm gazeteciliğidir bu…
Türk medyasının linç taktiği hüzünlü gurbeti her an ruhunda hisseden Fethullah Gülen için de devreye girmiş, önce ihbar içeren kirli bilgiler servis edilmiş; sonra da o bilgiler davaya dönüştürülmüştü. Dava süreci içinde dosyadan sızdırılan bilgilerle tekrar haberler yapılmıştı…
SAVCI’NIN DAVETİ
Nihayet bir gün savcılıktan davet geldi Hocaefendi’ye. İfade vermeye çağırılıyordu. Hocaefendi avukatlarını da yanına alarak adliyeye gitmeye karar vermişti. Tabii ki üzgündü. Hayatını vakfettiği değerler hiçe sayılarak ‘devleti ele geçirme’ gibi bir suç isnat ediliyordu. Olan bitenin derinine vakıf olamayan kitleler, masum insanları boşu boşuna suçluyor ve onların günahını alıyordu.
İfade vermek için yola çıkıldığında Savcı’nın tavrı merak ediliyordu. Araba park edilip binaya doğru yaklaşıldığında beklenmedik bir manzara ile karşılaşıldı. Savcı kapıya kadar gelmiş, binanın girişinde Hocaefendi’yi ve avukatlarını karşılıyordu. Gayet saygılı; bir o kadar da vakurdu duruşu. Kapıda karşıladıktan sonra ifade alacağı odaya davet etti. Bir sandalye çekti ve ‘sanık’a oturması için yer gösterdi. Hocaefendi ve yanındakiler şaşırmıştı bu saygılı davranış biçimine. Savcı bununla da yetinmedi kendine ait bir bardağı alarak önce su doldurdu ve bardağı Hocaefendi’ye uzattı. Şöyle demeyi de ihmal etmedi: “Sorgu sırasında dudaklarınız kuruyabilir; su ihtiyacı doğabilir.”
TAM BİR HUKUK ADAMI
Her centilmen hamle, Hocaefendi ve avukatlarında bir şaşkınlığa neden oluyordu; ama savcı beyin hali gayet doğaldı ve ekstra bir şey yapıyor gibi bir havası yoktu. Savcı tabii haliyle söze başladı. Elinde bazı sorular olduğunu, bunlara cevap verilmesi gerektiğini, cevapların kısa tutulmasında zaruret olduğunu söyledi. Hatta bir adım daha atarak aslında atfedilen ithamların suç olduğuna inanmadığını, prosedür gereği bu soruları yönelteceğini, cevapların resmi kayıtlara geçirileceğini ve dava dosyasına dahil edileceğini ilave etti.
Adalet mülayemetle kol kola girmiş ‘sanık’ tarafı belli bir oranda rahatlamış; savcı da itibar ve vakarından hiçbir şey kaybetmemişti. Savcı Bey görevini ciddiyetle yapıyordu; lakin tavrında bir kibir ve gurur yoktu. Vazifesini yaparken ezmeye çalışmıyordu muhatabını; ama asil bir görev yaptığını da fark ettiriyordu.
Atmosferi rahatlatan onca hamleye rağmen Hocaefendi’nin avukatları da Hocaefendi de heyecanlıydı. Savcı da bunun farkındaydı. Ayağa kalktı ve avukatlara dedi ki: “Dilerseniz ben dışarı çıkayım, siz kendi aranızda konuşun. Kendinizi riske etmeyecek sadelikte ve kısalıkta cevaplar hazırlayın.” Ve dışarı çıktı.
Savcı tekrar içeri girdiğinde ifade işlemi başlamış oldu. Hocaefendi bazen olayın perde arkasını vermek için geriye gitmek, teferruatlı açıklamalar yapmak istedi. Savcı, çok sakin, saygılı, şefkatli bir şekilde yol gösterici açıklamalar yaptı.
İfade işlemi bitmişti. Savcı Bey, kapıya kadar uğurlamak istedi. Elini sıktı, iyi günler diledi. Hocaefendi, adliye binasından çıkarken yanlarında getirdiği hediyeyi hatırladı. Duvara asılmaya müsait küçük bir seccade getirmişlerdi. Hocaefendi’ye refakat edenlerden biri savcı Bey’e ulaştı ve mütevazı bir hediye getirdiklerini söyledi. Savcı, teklifi tebessümle karşılayarak “Kusura bakmayın, ifadesini aldığım bir kişiden -küçük de olsa- hediye alamam; etik olmaz” dedi.
KİM BU SAVCI?
Yazıdaki savcının adının öğrenmek için bekleşen ve ona hemen ‘paralelci, darbeci, terör örgütü elemanı’ gibi alçakça iftiralarda bulunmak isteyenlere onların üzüleceği bir haber vereyim: Yazı boyunca anlattığım savcı New Jersey’de görev yapan bir kanun adamı.
Türkiye’de 28 Şubat zihniyeti bir dava açmış, istinabe yoluyla Hocaefendi’nin ifadesinin alınması için Amerika’ya resmi yazı göndermişti. O yazıya binaen New Jersey’de ifade alınıyordu. Savcı Bey, bomboş iddiaların garazla kinle kurgulanmış ithamların yer aldığı dosyayı incelemiş, iddianamedeki art niyeti görmüştü. Bir insanı suçlu hale getirmek için kanunların nasıl zorlandığını, resmen suç uydurulduğunu görmüştü. Türkiye’deki havanın aksine suçu ispat edileceği ana kadar herkesin ‘masum’ olduğuna inanıyordu. Siyasetin kulu kölesi değildi. Bu nedenle hürdü, adildi. ‘Sanık’ sandalyesine oturan herkese Hocaefendi’ye davrandığı gibi davranıyordu. Hukukun üstünlüğünü, üstünlerin hukukuna dönüştürmemişti.
Yukardan gelen talimatla on binlerce insanı tutuklayan, işkencelere göz yuman, havuz medyası ile her gece aynı yatağa giren kanun adamlarının kulakları çınlasın…
(TR724)