Kör Kayıkçı’nın Gördükleri

[AKİF UMUT AVAZ]

Her şey gözlerinizin önünde oldu. Görmezden geldiniz, sırtınızı döndünüz. Her ahı, her feryadı kendi kulaklarınızla işittiniz. Duymazdan geldiniz, kulaklarınıza ihanet ettiniz. Her haksızlığa, her hukuksuzluğa, her haydutluğa, her zulme, her ihanete şahit oldunuz. Dilsiz şeytanlar olmayı yeğlediniz.
Huzur ve iyilik, ilim ve ahlak yaymaktan başka dertleri olmayan o güzelim insanları ötelediniz, linç ettiniz. Türlü hakaretlerle haksızlık ettiniz, haklarına geçtiniz. Babaları işsiz, anaları evsiz-barksız bıraktınız. Tüten ocakları tütmez yaptınız. Yaşlı anaların fersiz gözlerini yollarda, çocukların körpe boyunlarını bükük koydunuz. Hırsızlıkları tescilli, yüzlerce yalanı ve iftirası belgeli, hırsları ve hasedleri azgın, zulümleri ise ayyuka çıkmış ahlaksız mürailere kanıp onlardan yana tavır aldınız. İnsanları işlerinden, evlerinden, yurtlarlından söküp attınız. Bir diktatörün sosyal soykırıma çoktan varan insanlık dışı suçlarına, Cehennem’in bile zor paklayacağı günahlarına ortak oldunuz.
Oysa o kapattıkları, susturdukları güveninizi hiç boşa çıkarmayan, sizi hiç aldatmayan, medya genelinin aksine yalana, uydurmaya prim vermeyen ilgiyle okuduğunuz gazetelerdi. Kararttıkları çoluk-çocuk ailecek zevkle ve huzurla izlediğiniz televizyonlardı. Her şey gözlerinizin önünde oldu. Gaspa, hoyratlığa, yobazlığa tüm çıplaklığıyla tanıklık ettiniz. Ama tüyünüz bile kıpırdamadı.
Oysa bileklerine ters kelepçe takılarak zindanlara atılan kimi ak saçlı, kimi mesleğinin acarı gazetecilerin tek dertlerinin ve uğraşlarının evrensel hak ve özgürlüklerin, hukuk devleti ilkelerinin bu ülkeye de yerleşmesi olduğunu çok iyi biliyordunuz. Nazlı Ilıcak’ından Şahin Alpay’ına, Lale Kemal’inden Mümtaz’er Türköne’sine, Ali Bulaç’ından Nuriye Akman’ına, Mustafa Ünal’ından Büşra Erdal’ına, Ahmet Altan’ından Mehmet Altan’ına, Ahmet Turan Alkan’ından Murat Aksoy’una yüzü aşkın gazeteci ve yazar ömürlerini sizin için sarfetmişti. Siz ise, sizin için çırpınanlara destek için iki kelime sarfetmeyi bile çok gördünüz. Onlar, yıllar boyunca mücadelesini verdikleri hakları, hukuk ve özgürlükleri hak ettiğinizi düşünmüşlerdi. Siz ise, uğruna serden geçilen değerlere ve verilen mücadeleye layık olmadığınızı çok açık belli ettiniz.
İPEK, BOYDAK, DUMANKAYA, NAKİBOĞLU…
Oysa tarihin en karanlık dönemlerinde bile görülmedik bir haramilikle şirketlerine el konulan işadamlarının kirli mi kirli iş dünyasında ise pasa bulaşmadan tertemiz kalmayı başaranlar olduğunu siz de çok iyi biliyordunuz. Düne kadar insanlıklarına, dürüstlüklerine, iş ahlaklarına imrendiğiniz, hayırseverliklerine gıbta ettiğiniz bu insanların malları, mülkleri ahlaksızca gasp edildi de kaşınızı bile kaldırmadınız. Mülklerine el konulanların ellerine kelepçeler takılıp zindanlara sürüklenirken insanların helal mülkünü ganimet bilen o ahlaksız gaspçılara “yaltaklanırsam belki bana da bir şeyler düşer” diye hesaplar bile yaptınız. Kimbilir? İpek Ailesi’nin, Boydak Kardeşler’in, Dumankaya’ların, Nakipoğuları’nın ve benzerlerinin nasıl insanlar olduğuna siz de şahittiniz oysa. Şimdi de vicdan ve tarih sizin o hesapçı, o değersiz tıynetinize şahitlik ediyor. Hassas terazilerde adamlığınızı tartıyor…
Oysa evlatlarınızın da onlar gibi olmasını ne çok isterdiniz. Oğlunuz, kızınız, yeğeniniz, damadınız, gelininiz, kapı komşunuz, arkadaşınız olan o öğretmenlerin adeta bambaşka bir dünyadan gelmiş insanlar olduğunu düşünürdünüz. En kıymetli varlıklarınız olan çocuklarınızı en küçük bir endişeye kapılmadan onlara emanet ederdiniz. İyi, ahlaklı ve donanımlı bir insan olarak yetişmeleri konusunda kendinizden ziyade onlara güvenirdiniz. Güveninizi de doğrusu hiç boşa çıkarmazlardı. Onlar da size güvenir miydi bilmem ama şayet güveniyorlarsa güvenlerini çoktan boşa çıkardığınız bile.
IŞİD’E YAPILMAYAN UYGULAMALAR
Oysa onlar sizi böyle bilmezlerdi. Sahi söyler misiniz, çok iyi tanıyıp düne kadar çok değer verdiğiniz bu insanların evleri bir şafak vakti onlarca polis tarafından basılırken, IŞID, el-Kaide teröristlerine bile yapılmayan uygulamalarla aşağılanarak bileklerine kelepçeler takılıp zindanlara atılırken, en temel haklardan aylar boyu mahrum bırakılırken ve hatta insanlık dışı işkenceler altında canlarından edilirken siz vicdanınızı nasıl oluyor da bu kadar kolay susturabiliyorsunuz? Yoksa, herkesin kendi yakınındakiler için söylediği ama nedense zalim diktanın gadrine uğramışların hepsinin öyle olabileceğini aklına getirmekten özenle kaçındığı gibi siz de mi “Aslında o çocuk çok iyi biriydi. Bir yanlışlık olduğu ve haksızlığa uğradığı aşikar. Ama yine belli ki diğerleri başlarına gelenleri hak etmiş” diyenlerden misiniz? Öyleyse ne farkınız kalmış üçüncü bin yılın en büyük zaliminden!
Mesele elbette sadece Hizmet Hareketi gönüllüleri ve sempatizanlarının başına gelenlerden ibaret değil. Türlü aşağılık kompleksleriyle yoğrulmuş kibir abidesi bir küstah zalimin elinde toplumun tüm renklerinin hızla solmakta olduğunu farketmiyor musunuz? Baklavacıdan lokantacıya, köşebaşındaki fırıncıdan kokoreçciye varıncana kadar hayatın tadı tuzu ne varsa musallat olan bir diktatörün ülkeyi hızla çölleştirdiğini görmüyor musunuz? Oysa, bizden önceki nesillerden yarım yamalak da olsa devraldığımız rengarenk, cıvıl cıvıl bir mirası ancak farklılıklara saygıyla yaşatabiliriz. Kürdüyle, Türküyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, şarkıcısı, türkücüsüyle, aktrisi, aktörüyle sürdürebilecek bu miras maalesef kadir-kıymet bilmez cahil ve yobaz bir azgın güruhun elinde göz göre göre hızla yok oluyor.
HİZMET’E UYGULANAN SOYKIRIM DAHA BAŞLANGIÇ
Hizmet Hareketi’ne uygulanan soykırım, unutmayın ki henüz bir başlangıç. Ve tüm bu olanları umursamayanlar olacakların vebalini de peşinen sırtlanmak zorunda. Olacakların sadece yüklenilecek veballe mi gelip kapılarına dayanacağı yoksa kapılarını kırıp içeriye mi gireceğini ise yaşayıp hep birlikte ibretle göreceğiz.
Öyleyse gelin sıranızın gelmesini beklemeyin. İş işten iyice geçmeden önce zulümlere ve ahlaksız zalimlere karşı bir ses verin. Zulüm karşısında tarafsız ve sessiz kalmanın en kesifinden namussuzluk olduğunu da sakın unutmayın.
Haksızlıkları, işkenceleri, cinayetleri görmek ve zulümlere tepki koymak konusunda Atilla İlhan’ın ”Cinayet Saati” şiirindeki ”kör kayıkçı” kadar bile olamazsak insan olmamız neye yarar?
(TR724)