Türkiye Batı’dan hızla kopuyor. Kendi içine kapanıyor. Demokrasi çoktan rafa kalkmış durumda. İnsan hakları ihlalleri dayanılmaz boyutlara ulaştı. İşkence, sıradan hadiseler arasına karıştı. Medya tamamen susturuldu, kapatıldı, işgal edildi. Mal güvenliği de can güvenliği de kalmadı. Akademisyenler, gazeteciler, işadamları, memurlar, öğrenciler… İktidara kul köle olmayan herkes tehdit ve baskı altında. Hapishaneler doldu taştı; sırf sivil darbe mağdurlarına yer açılsın diye mahkumlar serbest bırakıldı…
Evet, görünen o ki Suriye iç savaşı ile başlayan süreç, büyük bir göçmen akınına sebep oldu ve Avrupa bu krizi yönetemedi. Türkiye’nin göçmenlere set çekmesi ve Avrupa’ya kontrolsüz bir şekilde gelmesine engel olması, Avrupa’yı Erdoğan’a mahkum hale getirdi. Erdoğan da bunun farkında. AB’yi sürekli aşağılıyor, tehdit ediyor; şantaj sayılabilecek sözlerle itham ediyor.
Türkiye’de durum sanıldığından ve göründüğünden daha kötü. Mesele cemaat meselesi olsa haksızlık ve zulüm belli bir zümreyi mağdur eder ve o adaletsizlikler bir zaman sonra tadil edilebilir; ancak antidemokratik hukuksuzluk hem her zümreyi baskı altına alıyor hem de ülke rejimi topyekun diktatörlüğe savuruyor.
Bu derin sessizliğin en büyük nedeni göçmen krizi; ancak başka faktörler de var. Mesela Türkiye’nin insan hakları ihlalleri ve anti demokratik bir yörüngeye oturması, öteden beri Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmayan mahfillerde bıyık altında gülmeyi gerektirecek kadar bilinçaltı bir hesaba dönüşebiliyor; çünkü bu gidişle Türkiye istese bile AB’nin ortağı olamaz.
Peki ne olur bu gidişatın sonu? Türkiye Orta Doğu ve Orta Asya’da pek çok örneğini bildiğimiz bir ülke haline gelir. Son 3 senedir yakınlaştığı ve benzeştiği ülkelerden yola çıkarsanız, Erdoğan’ın ülkeyi zaten o noktaya doğru savurduğunu görürsünüz. Buna Türkiye sevdalısı vatandaşlar ne kadar üzülüyorsa Türkiye’nin AB’ye renk getireceğine inanan dostları da o kadar üzülüyor. Bir de ‘Zaten Türkiye Batı’ya yakışmıyor’ tarzında olumsuz (ve bazen de ırkçılık kokan bir söylemle) yaklaşanlar var; onlar için gün doğdu, Türkiye gemisini yürüten kaptan rotayı karanlık bir hedefe doğru çevirdi…
Bir de son yaşananları hala ‘AKP-cemaat kavgası’ mesafesinde gören ve gidişatı doğru okuyamayanlar var. Onlara göre hiç bir iktidar cemaate bu zararı veremezdi; ancak İslamcı olduğunu iddia eden ama hiç bir zulümden sakınmayan bir iktidar bu kadar vahşi bir yol haritası izleyebilirdi. Dolayısıyla ‘yesinler birbirini’ diye düşünenlerden ‘Bırakın devlet zırhına bürünen yobaz kuvvet önce cemaati bitirsin; sonrasını düşünürüz’ diyenlere kadar çok sayıda seyirci ile karşı karşıyayız. Ne var ki olaylara güncel fırsatçılıkla bakan ve bir sonraki adımı doğru okuyamayan politikacıların yanlış hesabının faturasını, sadece basiretsiz siyasetçiler ödemiyor.
Muharrem ayına girdiğimiz ve Hz. Hüseyin’in acısını yüreğimizde duyduğumuz bu günlerde nerdeyse bütün Alevi medyasına geçen hafta el kondu. Tahrik etmek istercesine Kerbela’nın yıldönümüne denk getirilen bu acımasız operasyonu yapan zihniyete devlet aklı demek mümkün mü!
Türkiye’de durum sanıldığından ve göründüğünden daha kötü. Mesele cemaat meselesi olsa haksızlık ve zulüm belli bir zümreyi mağdur eder ve o adaletsizlikler bir zaman sonra tadil edilebilir; ancak antidemokratik hukuksuzluk hem her zümreyi baskı altına alıyor hem de ülke rejimi topyekun diktatörlüğe savuruyor.
Mesela büyük çoğunluğu Kürt halkının oylarıyla seçilmiş belediyelere kayyum atandı ve resmen ‘milli irade’ gasp edildi. Daha düne kadar ‘cemaat bağlantısı’ denip gazetelere, televizyonlara, şirketlere el konurken gerekli tepki verilseydi gaspçılık seçim sandıklarına kadar uzanmazdı. Belediyelerle iktifa edilmedi; Kürt sorunu üzerine ne kadar yayın yapan tv, gazete, internet sitesi varsa hepsine el konuldu. Sivil darbe icracıları bu kadar pervasız işleri PKK’yı bahane ederek yaptı; bu yüzden yeteri kadar özgürlükçü bir ses yükselmedi; peki Alevi vatandaşlarımızın suçu günahı neydi!
Muharrem ayına girdiğimiz ve Hz. Hüseyin’in acısını yüreğimizde duyduğumuz bu günlerde nerdeyse bütün Alevi medyasına geçen hafta el kondu. Tahrik etmek istercesine Kerbela’nın yıldönümüne denk getirilen bu acımasız operasyonu yapan zihniyete devlet aklı demek mümkün mü!
Zorbalık durmuyor, durmayacak. Böyle giderse Türkiye İran’dan beter olacak Batı için. Orta Doğu ya da Asya ülkeleri gibi Türkiye’yi uzaktan seyredip kınamak da yetmeyecek. Başta IŞİD olmak üzere radikal terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke faşizmle yönetildiğinde komşuları için nasıl bir sorun oluşturacak; buna kafa yormak gerekiyor. ‘Gelin Türkiye’nin iç işlerine müdahale edin’ diyen yok; ama ticaretiyle, siyasetiyle, kültürel ilişkileriyle her daim bağlantısı olan ülkelerin kendi akıbetlerini de, komşu ülke halklarını da düşünmesi gerekiyor. Bu, hem Türkiye için gerekli hem Batı için…
(ZAMAN, ALMANYA)