Can Dündar: Hiç Bir Zaman Türk Hapishaneleri Bu kadar Fazla Yazarı Ağırlamadı

Uluslararası Yazarlar Örgütü’nün (PEN) 82. Kongresi’nde konuşan Can Dündar, “Türkiye’de kalem kullanmanın ağır bedelleri vardır. Hiç bir zaman Türk hapishaneleri bu kadar fazla yazarı ağırlamadı.” dedi.

Cumhuriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, 26 Eylül’de İspanya’nın Ourense şehrinde gerçekleşen 82. Uluslararası PEN Kongresine seslendi.

Uluslararası yazarlar örgütü PEN’in davasıyla özel olarak ilgilendiği ve “Main Case” (Ana Vak’a) kategorisine aldığı Can Dündar, Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Erdem Gül’le birlikte 26 Kasım 205’te Cumhuriyet’te yayınlanan “MİT Tırları” haberi nedeniyle tutuklanmıştı.2016 Mayıs’ında beş yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılan Can Dündar’ın, 82. Uluslararası PEN Kongresi’nde yaptığı konuşmanın Türkçe metni:
Sevgili dostlar,
Elimde tuttuğum bu kalem (PEN), ne kadar zayıf, küçük, zararsız görünüyor değil mi?
Ceketimizin iç cebinde gezdirdiğimiz yol arkadaşımız o…
Arada çıkarıyoruz oradan; beyaz bir kâğıdın üzerine sürtüyoruz.
Onun beyaz kâğıda çizdiği harfler, önce sözcüklere, sonra cümlelere dönüşüyor.
Bazen kirli bir sırrı ele veriyor,
Bazen bir savaşı anlatıyor,
Bazen uzakta ağlayan bir çocuğun acısına tercüman oluyor.
Sonra o sırları, o savaşları, o acıları, bir gazete ya da kitap sayfasına yapıştırıyor ve tüm dünyanın duymasını sağlıyor.
O andan itibaren bütün dünyanın PEN’leri aynı konuyu yazmaya, kirli sırları ifşa etmeye, haksız savaşları lanetlemeye, onulmaz acıları yazıyla dindirmeye çalışıyor.
PEN’ler çoğaldıkça güçleniyor, daha zor kırılır hale geliyor.
Kirli sırları olanlar, savaştan para kazananlar, çocukların acısına seyirci kalanlar sevmiyor PEN’leri… Sırlarını saklamanın, savaşlarını sürdürmenin, çocukları sömürmenin yolunu, PEN’leri kırmakta, yazarına kıymakta buluyorlar.
O yüzden PEN’i tutanın başı dertten kurtulmuyor.
Suçlanıyor, sansüre uğruyor, tehdit ediliyor, yargılanıyorlar; hapsediliyor, öldürülüyorlar.
Türkçede “PENCİL”a “kurşun kalem” deniyor.
Yani “bullet pen”…
Kolay kolay erimeyen bir yazı gücünü temsil ediyor.
Kalemtıraşla açıldıkça nasıl keskinleşiyorsa, onu kullanan da baskıya uğradıkça daha da cesaretleniyor. Kırılan her PEN, yara bere içinde de olsa yazmaya devam ediyor, yazdıklarıyla daha da derine nüfuz ediyor.
Benim PEN’le ilişkim de böyle gelişti.
Onu ilk elime aldığım günden beri, en yakın dostum oldu. Bana kendimi anlatmayı öğretti. Sorunlarımı dinleyip kaleme aldı, dert ortaklığı etti benimle; sırlarımı yazdı, sakladı.
İlk sevgilimi onun sayesinde tavladım.
İlk kütüphanemi onun parasıyla aldım.
Onun sayesinde iş bulup onun sayesinde para kazandım.
Ve onun yüzünden yargılandım, hapse girdim, kurşunlandım.
Ama bir gün olsun vazgeçmedim ondan… Ona ihanet etmedim.
Tersine, hapse girdiğimde, çocukluk hayallerimi gerçekleştirip doktor olmadığıma şükrettim. Doktor olsam, bahçıvan olsam, marangoz olsam, tek başına konulduğum hücrede hastam olmadığı için, çiçek ekemediğim için, tahta yontamadığım için kahrolabilirdim. Oysa o tecridi kırabilmek için bir PEN, bir kâğıt yetti. O kalem ve kâğıttan kendime yeni yeni hayaller yaratabildim, hayata tutunabildim, dünyaya sesimi duyurabildim, kendimi kalın duvarların ötesine çıkarabildim ve PEN’in gücüne bir kez daha şükrettim.
Türkiye’de PEN kullanmanın, hele onu halktan yana kullanmanın ağır bedelleri vardır. Edebiyat ve basın tarihimiz bu ağır bedelleri ödemiş yazarların, gazetecilerin isimleriyle doludur.
Ama tarihimiz boyunca hiç bir zaman Türk hapishaneleri bu kadar fazla PEN kullanıcısını ağırlamamıştı.
Hiçbir zaman bir PEN’le gerçeği aydınlatmanın bedeli bu kadar ağır olmamıştı.
Hiçbir zaman bu ülkenin başına, “Bazen bir kitap, bombadan daha tehlikelidir” diyen bir yönetici oturmamıştı.
Kitapta, bomba tehlikesi gören o zihniyet, bugün ülkemi, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi haline getirdi.
Şu anda 130 gazeteci hapiste yatıyor.
Son 3 ayda 100’ü aşkın medya kuruluşu kapatıldı.
Bu yüzden binlerce gazeteci işsiz kaldı.
Askeri darbe dönemlerinden beri ilk kez, üniversitelerde barış isteyen akademisyenler cezalandırıldı, kitaplar yakıldı.
Daha da acısı, özgür basına yönelik bu saldırının yarattığı bulaşıcı etki…
Kırılan kalemler, diğerlerinin cesaretini de kırdı; onları küçülttü, inceltti, kimi zaman da yok etti.
Sessizliğin çağındayız.
Kulakları sağır eden bir suskunluk bu; utanç verici bir suskunluk…
İktidara, zulme alkış anlamı taşıyan bir suskunluk…
Ne yazık ki, Batı’nın birçok hükümetinin de mülteci akını korkusuyla gözünü, dilini bağlayan bir suskunluk…
Biz, bir yandan hapisteki yoldaşlarımızı kurtarmaya çalışırken, öte yandan bu “suskunluk sarmalı”nı kırmaya, PEN’leri özgürleştirmeye çalışıyoruz.
Üzücü olan şu ki, bu mücadelede iktidarla olduğu kadar, ona göz yumanlarla ve onun kiraladığı PEN’lerle de savaşmak zorunda kalıyoruz.
Sevgili dostlar,
Öte yandan şunu da belirtmeliyim ki, kalemin bir özelliği de ne kadar kırılsa, tüketilse, yok edilse de her koşulda yazma inadına sahip olması…
Türkçenin büyük yazarlarından Çetin Altan, yazıyı kutsal sayardı. O yüzden babası öldüğü gün de gazetedeki köşe yazısını yazmayı ihmal etmemişti.
Sonra belki de bunun acısını yıllarca içinde taşıdığı için, kendisi gibi büyük bir yazar olan oğluna, “Ben öldüğüm gün sen yazı yazma” diye vasiyet etmişti.
O öldüğünde oğlu, birkaç gün sonra yazdı veda yazısını…
Çocukken babasının nasıl her gün gazeteye değil, mahkemeye gittiğini anlattı. Sonra nasıl bir gün evlerinin polis tarafından basıldığını, babasının alınıp götürüldüğünü, nice sonra onu bir tel kafesin arkasında gördüğünü yazdı.
     Geçen hafta Çetin Altan’ın oğlunun evini polis bastı, onu alıp mahkemeye götürdüler, sonra da bir tel kafese koydular.
Kapıda onun kızı bekliyordu bu sefer de; babasını tel kafesin ardında görebilmek için…
O da çileli PEN ailesinin bir üyesiydi ve bir gün sıranın kendisine geleceğini biliyordu.
Kuşaktan kuşağa devredilen bir felaket simgesi adeta bu PEN…
Cebimizde gezdirdiğimiz suç aletimiz, idam hükmümüz, darağacımız…
İnadına yazdıkça, onunla kendi mezarımızı kazarız.
İşin sevindirici yanı şu ki; PEN’i kıranları, tarihin çöplüğünde arayıp bulabiliyoruz ancak…
            Onunla gerçekleri yazanları ise başımıza taç yapıyoruz.
            Okuyoruz, alkışlıyoruz, ödüllere boğuyoruz, ezberliyoruz.
            PEN, kendisine ihanet etmeyenleri ödüllendiriyor.
            Onları tarih kitabının en güzel sayfalarına kaydediyor.
 
Size, yazdıkları, söyledikleri, savundukları yüzünden hapse atılan gazeteci ve yazar arkadaşlarımın selamlarını getirdim.
Gösterdiğiniz dayanışmaya, yardımlaşmaya, kalemdaşlığa şükranlarını sunuyorlar.
Kendilerini bundan sonra da unutmamanızı istiyorlar.
   Onları mutlu etmenin, onları mutlu ederken, onları hapse atanları pişman etmenin birçok yolu var:
Mektup yazabilirsiniz onlara…
Hapisteki birini PEN-friend ilan edip sorunlarıyla, aileleriyle ilgilenebilirsiniz.
Mahkemelerine gidip duruşmalarını izleyebilirsiniz.
Makalelerini, kitaplarını çevirip yayabilirsiniz.
Yarım kalan haberlerini tamamlayıp gazetelerde yayınlayabilirsiniz.
Romanlarından alıntıları sosyal medyada çoğaltıp seslerini dünyaya duyurabilirsiniz.
Onlara birer kalem hediye gönderip yazdıkları metinlerin altına sembolik birer imza atabilirsiniz. Böylece düşünceyi ifade etmenin suç sayılamayacağını bir kez daha haykırıp işledikleri “suç”a ortak olabilirsiniz.
Aktif dayanışmaya önem vererek PEN’in küresel gücünü yeniden kanıtlayabilirsiniz.
Sevgili dostlar,
PEN’in gücünü bilen, o güce saygı duyan, o gücün hem bedelini ödeyip hem ödülünü alan bir yazar olarak, size kendi adıma da teşekkür etmek istiyorum.
Bana en zor günümde destek olduğunuz, bu büyük yazarlar ailesine kabul ettiğiniz, şöleninizde konuşma fırsatı verdiğiniz için…
Kaleminizin mürekkebi hiç kurumasın.