Öteden beri Türkiye’de bir korku, bir endişe paylaşılır: Türkiye İran olur mu?
Konu aslında İran değil; İran’ın sembolize edildiği rejim değişikliği. Humeyni devriminden önceki ‘laik’ ve ‘Batıcı’ görüntünün İran’da nasıl kökten yıkıldığını, zaman içinde mollaların dar bir kafa ve bağnazlıkla nasıl bir diktatörlük kurduğunu bilenler hep Türkiye İran olur mu diye endişe taşıdı.
Bugüne kadar aydınların büyük bir kısmı bu soruya ‘Hayır, Türkiye İran olmaz’ cevabını verdi. Sebepleri saymakla bitmez bu net cevabın: Türkiye’nin acı dolu demokrasi tecrübesi ve demokratik kazanımları, coğrafi ve kültürel durumunun ona sağladığı özgürlükçü yol, çok sesli ve çok kimlikli yapısı, İslam inancının hoşgörü içinde temsil edilmesi, laiklik ilkesinin dindarların önemli bir kısmı tarafından bile benimsenmiş olması, dinin siyasete alet edilmesine halkın sıcak bakmıyor olması, radikal grupların yıllar boyunca Türkiye’de taban oluşturamaması gibi onlarca neden sayılır ve şu sonuca varılırdı: Türkiye İran olmaz; olamaz. İşin doğrusu ben de çeşiti realitelere binaen ‘Türkiye İran olmaz’ diyenler arasında yer alıyordum yıllardır. Ancak ne yazık ki meselenin hiç de o adar basit olmadığı (son bir kaç yıldır yaşananlar nedeniyle) ortaya çıkıyor. Avrupa Birliği yolunda reform üstüne reformalar yapılırken demokratikleşme sürecinin tersine çevrilemeyeceğini düşünen herkes gibi ben de yanılmışım. Manzara vahim. Bu gidişatla Türkiye en acımasız Ortadoğu rejimlerini bile geride bırakır, yobazlık devlet zırhına bürünerek herkesi esir alabilir. Hatta belli bir oranda almıştır bile.
Gezi olayları, 17-25 Aralık sonrası yaşananlar, açılım sürecinin çatışmayla sonlandırılması, 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi hadiseler, baskıcı bir rejim arayışının bahaneleri oldu. Şimdi memlekette ne demokrasi kaldı ne hukuk. Yargıya güven dibe vurdu. Toplumsal barış her geçen gün biraz daha çürütülüyor. Şımarık ve mütecaviz iktidar odakları, her gün birilerini şeytanlaştırarak ‘cadı avı’ yapmaya devam ediyor.
Son yıllarda el konan gazetelere televizyonlara sesini çıkarmayanlar tek sesli Türkiye’nin bir gün herkesi rehin alacağını fark edemedi. Kayyımlar yoluyla medyaya el koyanlar şimdi aynı haydutlukla partilere, özel mülklere darbe üstüne darbe vuruyor ve bu sivil darbeye itiraz edecek sesler artık duyulamıyor. Türkiye bir günde gelinmedi bu noktaya. İtiraz eden herkes zamanla susturuldu.
Gezi olayları, 17-25 Aralık sonrası yaşananlar, açılım sürecinin çatışmayla sonlandırılması, 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi hadiseler, baskıcı bir rejim arayışının bahaneleri oldu. Şimdi memlekette ne demokrasi kaldı ne hukuk. Yargıya güven dibe vurdu. Toplumsal barış her geçen gün biraz daha çürütülüyor. Şımarık ve mütecaviz iktidar odakları, her gün birilerini şeytanlaştırarak ‘cadı avı’ yapmaya devam ediyor.
15 Temmuz yeltenmesi belli ki iktidar tarafından tuzaklanmış ve planlanmış bir süreçti. Darbe gibi büyük bir insanlık suçunun lanetlenmesi toplumsal bir kenetlenmeye ve demokratik bir duruşa dönüşebilirdi. Öyle olmadı. Darbe gibi feci bir hadiseyi daha ilk dakikadan bir kesime yıkarak ve daha ilk gün binlerce insanı işinden gücünden mesleğinden ederek yola çıkanlar, belli ki rejim değiştirmeye yönelik planlarını çok önceden yapmışlardı. Yüz binden fazla insanı en küçük bir delil göstermeksizin darbeci ilan edenler aslında rejim değişikliğinin karşısında duranları tasfiye ediyordu.
Türkiye’de radikal örgütlerin önünde duran bütün engeller tek tek kaldırılmaya başlandı. Cemaatler de buna dahil. Şimdi toplumun her kesimi üzerinde korkunç bir baskı var.
Peki Türkiye nereye gidiyor? Nereye götürülüyor? Hedeflenen noktaya ulaşabilmek için hangi tezgahlar kuruluyor? Polis ve istihbarat devleti olma yolunda hangi adımlar atıldı, atılıyor? Sıra kime geliyor?
Daha doğrusu kime gelmiyor ki?
Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ı günlerdir bayram boyunca gözaltında tutan dar zihniyet, hukuk adına hukuksuzluk icra ederek gözaltı süresini uzatmış. Zulmü daha da artırabilmek için havayı kokluyor.
Manzara ortada: Türkiye İranlaşıyor; İran Türkiyeleşiyor. Yani Türkiye içine kapanıp yolsuzluk ve baskılarla toplumu sıkboğaz ederken, İran dünyaya açılıyor ve bölgedeki boşlukları doldurmaya talip oluyor. Bu fasit çemberi kırmak halkın demokratik kazanımlara sahip çıkmasına bağlı. Asıl çetin imtihan da bu!
Şort giydi diye bir genç kıza otobüste tekme atılıyor.
‘Halkın oylarıyla’ seçilmiş belediyelere kayyım yoluyla el konuyor. Öteden beri ‘halk iradesi ve sandık’ edebiyatı yapanlar bugün ‘bal gibi’ sandığa el koyuyor. Türkiye dünyada en çok gazeteci tutuklayan ülkeler listesinin en tepesinde yer alarak akıl almaz bir utancı yaşıyor. İstihbarat fişlemeleri doğrultusunda insanlar tutuklanıyor, işkence alenen icra ediliyor, zulüm Diyanet de kullanılarak meşru hale getirilmeye çalışılıyor…
Bir zamanlar sıkça tartıştığımız ‘Türkiye İran mı oluyor?’ sorusunun tekrar sorulması gerekiyor. Eminim onca yıl ‘Hayır!’ cevabı verenler bugün maalesef ‘Türkiye İran oluyor!’ demek zorunda kalacak.
Manzara ortada: Türkiye İranlaşıyor; İran Türkiyeleşiyor. Yani Türkiye içine kapanıp yolsuzluk ve baskılarla toplumu sıkboğaz ederken, İran dünyaya açılıyor ve bölgedeki boşlukları doldurmaya talip oluyor. Bu fasit çemberi kırmak halkın demokratik kazanımlara sahip çıkmasına bağlı. Asıl çetin imtihan da bu!