Müslümanların Mağduriyet ve Aldanmalarının Bazı Sebepleri

ABDULLAH AYMAZ
1920’de yazılan manzum Lemaat isimli eserinde “El-Hakkın ya’lu ve la yu’la” yani “Hak üstündür, onun üstüne çıkılamaz” sözü ile ilgili soruya cevap veren Bediüzzaman Hazretleri, dört husus üzerinde duruyor:
Hak dava, hak vesileler, hak vasıtalar, Allah’ın koyduğu tekvini emirlerin gereği teknik ve teknoloji ile uğraşıp çağımızla yüzleşip hesaplaşarak modern asrın fenni anlayış ve imkanlarını yakalama… Bir de, hak üzerine batılın musallat edilmesiyle Müslümanlardaki, hak külçe hükmündeki potansiyellerin bilfiil işletilmesi hikmetini izah ediyor.
On Üçüncü Lem’anın Ön İkinci İşaretinde Üstadımız şunları ilave ediyor: “Ben kendim tekrar tekrar müşahade ettim ki, yüzde on ehl-i fesat yüzde doksan ehl-i salahı mağlup ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek katiyen anladım ki, o galibiyetleri kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesattan, alçaklıktan, tahripten, ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmekten ve içlerine ihtilaf atmaktan, zayıf damarlarını tutmaktan ve aşılamaktan, nefsanı hisleri ve şahsi garazları tahrik etmekten ve insanin mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten, san ve şeref namıyla riyakarane nefsin firavunluğunu okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkesin korkmasından geliyor. Bunlara benzer şeytani sinsi hile ve tuzaklarla muvakkaten ehl-i hakka galip gelirler. Fakat “Güzel akıbet takva sahiplerinindir” (A’raf suresi, 7/128) ayetinin sırrı ile “Hak üstündür, onun üstüne çıkılmaz” düsturuyla, onların o geçici galibiyetleri menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber. Cehennemi kendilerine ve Cenneti ehl-i hakka kazandırmalarına sebeptir.”
Üstad Hazretlerinin anlattığı olay, 1922’de İstanbul’dan Ankara’ya ilk Milli Meclise gittiği zaman yaşanmıştır. Çünkü Milli Meclisin ilk açılış fotoğraflarına baktığımız zaman içerisinin beyaz papatyalar gibi sarıklı alim hocalarla dolu olduğunu görürüz. Sonra onlardan hiçkimse kalmaz. Sarıklar, sakallar yasaklanır. Şimdilerde, okulların, üniversite hazırlık dersanelerinin ve yurtların kapatıldığı gibi o zamanda medreseler, ilim-irfan ve tasavvuf ocakları kapatılır. Gerçekleri konuşan Anadolu evlatları, zamanında düşman peşinde koşmuş saf Anadolu çocuğu Topal Osman gibiler tarafından vurulup öldürülürler. Sonra da Topal Osmanlar mahkemeye çıkartılmadan vurulup susturulurlar.
Artık bir kanuni devlet ve hükümet anlayışı değil, tam bir diktatörlük havası esmeye başlar. İnsanlar mafya teşkilatlarından niçin çekinirler? Çünkü onlar acımasız kanlı katillerdir. İşin ucunda ölüm ve işkence vardır. İşte hükümeti idare edenler bu usullerle işi ele alınca kerkes korkar, gerçekler söylenemez. İnsanlarda bu korku ile başkalarına suç atar, iftirada bulunurlar. Elbetteki bu yaptıkları da yanlıştır, suçtur ve yerine göre büyük günahlardandır… Ama eğer kalblerinde iman varsa ve vicdanları titriyorsa, bu suçlar kafir yapmaz… “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez” “Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla intikam alır. Sonra da döner o zalimden de intikam alır” düsturlarına göre diktatörlerin ve zalimlerin ömrü uzun olmaz… Cenab-ı Hak, hikmetli icraatlarını tamamladıktan sonra masumların önünü açar. Eğer sizin yerleşmiş bir sisteminiz varsa, çok kısa zamanda hemen ve eskisinden daha iyi konumlara gelirsiniz. O zaman Üstadın Ön Üçüncü Lem’a da anlattıklarını hatırlayarak çok affedici olmamız lazım. Şimdiden buna hazır olmanız gerekiyor… Kötülüğe, intikam hissiyle karşılık vermek de bir nevi zalimliktir. Bunun da bir Risale-i Nur prensibi olduğunu unutmayalım.