CAN DÜNDAR
Silivri’den yazdığım ilk yazılardan birinde casuslukla suçlandığımı hatırlatıp “bir casus köprüsü üzerinde takas edilmeyi beklediğimi” yazmıştım gülümseyerek…
Önceki gün o Casuslar Köprüsü’nden geçtim.
Soğuk savaşta takasların yapıldığı Potsdam Köprüsü, bizi Prusya krallarının ikametgâhına taşıdı.
Büyük Friedrich’in Potsdam’daki tek katlı yazlık Sanssouchi Sarayı, tepeden şehre bakıyor.
Tepenin hemen eteğinde tarihi bir yeldeğirmeni var.
Sarayın ihtişamına zıt bir köhnelikte, ama dimdik ayakta…
Sorunca anlıyorum ki, efsaneye konu olan değirmen bu:
Friedrich, sarayı yaptırdığında komşu değirmenin sesinden rahatsız olmuş.
Adamlarına değirmeni satın almalarını söylemiş. “Değirmenim satılık değil” cevabını alınca da gürlemiş:
“Ben Prusya kralıyım. O da kim oluyor?”
Cevap, aynı sertlikte gelmiş:
“O kralsa, ben de değirmenciyim.”
Bu cevap, hepten delirtmiş saraydakini:
“İcabında tek kuruş ödemeden zorla alırım değirmenini… Neye güveniyor bu adam?”
Değirmenci, verdiği cevapla tarihe geçmiş:
“Berlin’de hâkimler var, onlara güveniyorum.”
***
Sarayın görkemli salonunda bir yandan değirmenin sesine kulak kabartırken bir yandan da Avrupa’nın geleceğini tartışmak üzere toplanan meslektaşlarımın sorularını cevaplıyordum.
75 itibarlı gazetenin yayın yönetmenleri ile 25 gazetecilik öğrencisi salondaydı. Söyleşiyi, Bild’i yıllarca yönetmiş popüler yayın yönetmeni Kai Dickmann yönetiyordu.
Israrla Türkiye’yi, darbeyi, medyayı, davamı soruyorlardı.
Değirmencinin efsanevi cevabından 250 yıl sonra “Ankara’da hâkimler var” demek öyle zordu ki…
***
Az sonra Almanya’nın en prestijli ödüllerinden birini sunmak üzere Şansölye Merkel sahneye davet edildi.
“Basın özgürlüğünü her defasında yeniden savunmamız, çok çabuk tehlikeye girebileceğini göz önünde bulundurmamız gerek” deyip sözü Türkiye’ye getirdi: “Türkiye’de medya zor durumda… Aramızda bulunan Can Dündar bunun en önemli örneği…”
Salonda başlar bana döndü, yüzler gülümsedi.
Aylardır Merkel’i, Türkiye’ye defalarca geldiği halde yaşanan hukuksuzlukları, baskıyı, sansürü görmezden geldiği için eleştiriyordum. Nihayet konuşuyordu işte…
Şöyle devam etti:
“Basın özgürlüğü demek, devletçe denetlenmemek, sansüre uğramamak demektir. Bu da yetmez: Basın özgürlüğü aynı zamanda, korkudan ve takipten uzak, yolsuzluklar üzerine yazabilmektir.”
Bu kez atıf yaptığı kişi, o gün ödül vereceği Roberto Saviano idi. İtalya’da mafya-siyaset ilişkisini ortaya koyan kitabından sonra hedef haline gelmiş, korumalar eşliğinde zor bir hayata geçmişti.
“Kralların sarayı varsa, bizim de yeldeğirmenlerimiz var” diyenler hâlâ mevcut dünyada… İnsanlık hâlâ baskıya direniyorsa, hâlâ kirli paranın kokusu alınıyor, değirmelerin sesi duyuluyorsa, o sesten saraydakilerin uykuları kaçıyorsa onlar sayesinde…
Saviano da ödül konuşmasına, “Paranın kokusu yoktur” deyişini hatırlatarak başladı.
“Para kokar aslında” dedi.
“Para kan kokar. Kir kokar. Kaçak petrolün, silahın, karanlık ilişkilerin kokusu siner üzerine… Suriye’de IŞİD, bu parayı kullanıyor mesela… O paralardan bu kokuları temizleyen merkezler var Avrupa’da… Yazar, bunları bilmek, yazmak ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.”
Sığ sularda yüzenlerin başını öne düşüren bu konuşmanın ardından ödülü, Ahmet ve Mehmet Altan’a adadı Saviano…
***
“Kralların sarayı varsa, bizim de yeldeğirmenlerimiz var” diyenler hâlâ mevcut dünyada…
İnsanlık hâlâ baskıya direniyorsa, hâlâ kirli paranın kokusu alınıyor, değirmelerin sesi duyuluyorsa, o sesten saraydakilerin uykuları kaçıyorsa onlar sayesinde…
• Potsdam