Gazeteci Ekrem Dumanlı, Türkiye’nin Beyin Ölümünü Yazdı..

Geçenlerde ilginç bir yazı başlığına rastladım: ‘Ali Ünal’sız Türkiye’yi anlatıyordu. Yerinde bir tespit, doğru bir yaklaşım. Görüşlerine katılan da olur Ali Ünal’ın katılmayan da. Zira seveni de boldur yazarların sevmeyeni de.
Her yazısını kesip saklayan adeta yazı arşivi yapana da rastlarsınız; hemen her yazısına kökten itiraz edene de. Ne var ki aklı başında birisi iseniz asla şöyle düşünmezsiniz: ‘Bu adam(lar)ı ne pahasına olursa olsun susturmak lazım.’ Farklı seslerin susturulmasını isteyen (bunu ne adına yaparsa yapsın) faşisttir, Nazisttir, dikta yanlısıdır; çünkü ancak onlar tahayyül edebilir bu saçmalığı…
Ya Ali Bulaç’sız Türkiye?
Ya Ahmet Turan Alkan’sız, Şahin Alpay’sız, Nuriye Akman’sız, Hilmi Yavuz’suz, Mümtazer Türköne’siz, Lale Kemal’siz Türkiye!
Nazlı Ilıcak’sız bir ülkeyi tasavvur edenin aklından, vicdanından şüphe etmemek mümkün mü! Ahmet Altan gibi bir demokrasi şövalyesinin sıkboğaz edildiği, Mehmet Altan gibi bir bilgenin hücreye atıldığı ve konuşamadığı bir Türkiye’de özgürlük kavramı palavraya dönüşmüş olmaz mı?
Orhan Kemal’siz Türkiye’de insan hakları savunmasız kalmaz mı? Atilla Taş’ın muzip Twit mesajlarına bile tahammül edemeyenler, insan hakları gibi ciddi kavramla yüz yüze gelmek istemez tabii ki…

Tuzaklanmış darbeyi bahane edip cemaati yok etme cüretinde bulunanalar toplumun tamamına kastediyor, herkesi tek tek susturmaya çalışıyor. PKK’yı bahane edip Kürtlere korku salmak istedikleri de çok açık. Gezi’yi bahane edip toplumun bir başka bölümünü de ezmek istedikleri de gözden kaçmıyor.

Hasan Cemal’in soruşturma üstüne soruşturma yaşadığı bir ülke dilsiz bir duruma düşmüş olmuyor mu; ya da yılların Cengiz Çandar’ı kalemini kırıp bir köşeye çekilince Türkiye irtifa kaybına maruz bırakılmış olmuyor mu?
Can Dündar’ı susturmak, ona ulaşamayınca eşinin yurt dışına çıkmasına engel olmak ve bir gazetecinin eşini adeta rehine haline getirmek bu ülkeye ne kazandırır! 20 yıllık gazeteci Bülent Korucu gelip teslim olmadı diye eşini hapse atanlar hangi adaletten hangi bağımsız ve adil yargıdan bahsedebilir?

Türkiye bir manada beyin göçü yaşarken, diğer manada da beyin ölümüne mahkum edildi. Hain ve tuzaklanmış bir darbeyi bahane ederek cemaati bitirmeye azmetmiş, hukuk bilgisinden nasipsiz zalim bir ekip Türkiye’nin tefekkür burçlarını bir bir yıkıyor. Sıra herkese geliyor; farklı düşünen, yalakalık etmeyen herkese…

Yukarda kısmen sayabildiklerim kamuoyunun yakından tanıdığı aydınlar. Bir de haber peşinde gece gündüz koşturan haberciler var. Ali Akkuş gibi, Mustafa Ünal gibi, Büşra Erdal gibi, Fevzi Yazıcı gibi, Ercan Gün gibi, Abdullah Kılıç gibi haber aşığı medya mensuplarının ne suçu olabilir ki hapishaneler gazetecilerle dolsun. Türkiye dünyada en çok gazeteci tutuklayan ülke haline geldi. Bin kere ayıp! Bin kere günah!
Türkiye bir manada beyin göçü yaşarken, diğer manada da beyin ölümüne mahkum edildi. Hain ve tuzaklanmış bir darbeyi bahane ederek cemaati bitirmeye azmetmiş, hukuk bilgisinden nasipsiz zalim bir ekip Türkiye’nin tefekkür burçlarını bir bir yıkıyor. Sıra herkese geliyor; farklı düşünen, yalakalık etmeyen herkese…
Yerine ihdas ettikleri medya, çapsız, fanatik, yobaz bir dil geliştirdi maalesef. Bu güne kadar böyle haşin, saygısız, müfteri bir medya hiç olmamıştı. Muhafazakar medya içinde bugüne kadar hep çok seslilik, demokratlık, hoşgörü hakimdi; şimdi IŞİD özentisi kelle avcıları televizyon kanallarında giyotin güzellemesi yaparak kendi çapsızlıklarını ortaya koyuyor. Bu arada olan, Türkiye’ye oluyor; zira bu ülkenin en değerli yazarları, gazetecileri ya hapiste çürütülüyor, ya hüzün dolu sürgünlere mecbur bırakılıyor; ya da zorbalıklarla susturuluyor.

Karşımızda kendi tezlerinin dışında hiç bir fikrin konuşulmasını istemeyen bir zorbalık var. Ve bu despot yaklaşım özellikle iki zümreyi hedef alıyor: gazeteciler ve akademisyenler. Neden? Bir ülkeyi tek bir adama, tek bir partiye, tek bir ideolojiye esir edebilmek için öncelikle bu iki zümrenin susturulması gerekmektedir.

Mesele sadece cemaat meselesi olsa bu korkunç cadı avına katlanmak daha kolay olurdu. Ama yapılmak istenen şenaat, bir kitle ile sınırlı değil. Karşımızda kendi tezlerinin dışında hiç bir fikrin konuşulmasını istemeyen bir zorbalık var. Ve bu despot yaklaşım özellikle iki zümreyi hedef alıyor: gazeteciler ve akademisyenler. Neden? Bir ülkeyi tek bir adama, tek bir partiye, tek bir ideolojiye esir edebilmek için öncelikle bu iki zümrenin susturulması gerekmektedir.
Tuzaklanmış darbeyi bahane edip cemaati yok etme cüretinde bulunanalar toplumun tamamına kastediyor, herkesi tek tek susturmaya çalışıyor. PKK’yı bahane edip Kürtlere korku salmak istedikleri de çok açık. Gezi’yi bahane edip toplumun bir başka bölümünü de ezmek istedikleri de gözden kaçmıyor… Sıra kime gelecek diye papatya falı açmaya gerek yok; bu zulüm herkesi (kendi iç kavgaları nedeniyle kendilerini de) vuracak…
Türkiye çoktandır beyin ölümüne mahkum edilmiş durumda. Bir yandan bu tedrici ölüm infaz edilirken, diğer yandan da düşünceden uzak, tefekkürden nasipsiz bir nesil türetilmeye çalışılıyor. Unuttukları bir şey var: Türkiye tek sese, tek fikre boyun eğmeyecek kadar çoğulcu ve demokratik bir şuura sahip. Hem unutmamak gerekiyor ki bir ülkenin beyin ölümü gerçekleştiğinde o ülkenin hayatta kalma şansı da bitmiştir.