ABDULLAH AYMAZ
Yurt dışına çıkarılmak zorunda bırakılmış çok değerli bir akademisyen kardeşimin, Almaya’daki Zaman merkezimize gönderdiği ve kanaatimce çok derin manalar taşıyan yazısını sizlere arzetmek istiyorum.
”Mektubuma önce sizin, sonra da çalışma arkadaşlarınızın ellerinden sanal da olsa öperek başlamak istiyorum. Son görüşmemizden kısa bir süre sonra çocukları da alıp buraya geldim. Üniversitedeki vazifeme başladım. Hamdolsun bütün aile iyiyiz, sağlıklarınıza duacıyız.
Malumunuz memleketimizde cereyan eden hadiseler her vatan evladı gibi bizleri de derinden etkiledi. Gözlerimizde fer, dizlerimizde derman kalmadı. Rabbim inayetiyle muamele buyursun, bizlere dayanma gücü versin.
Geçtiğimiz günlerde hemen hepimiz gibi hanımın aile efradından da epeyce zulme uğrayan oldu. Gece gündüz gözyaşı döküyor mübarek. Bu aralar yaşamıyor gibi yaşıyor. Dili her daim zikirde, kendisi dua makamında. Dünyayla irtibatı koptu kopacak. Maşallah epey mesafe kat etti; neredeyse tutmasam, uçacak.
Bu aralar peşi peşine -bana göre oldukça anlamlı- rüyalar görüp anlatıyor. Anlatacağım son rüyası. Rüyada, çok büyük bir tarlanın ortasında duruyor. Yanında son bebeğimiz de var. (Bu arada Bebeğimiz bir yaşını doldurdu.) Bebek tarlada emekleyerek geziyor ve hanım da onu takip ediyor. Derken hanım tarlanın tam ortasında duruyor. Önünde, çorba kâsesi büyüklüğünde dibi görünmeyen bir delik fark ediyor. Tarlanın dış çeperi yeşilliklerle çevrili; ancak merkezi çorak, kupkuru. Delikten çevreye kadar tek bir yeşillik yok.
Hanım etrafı seyrederken, tarlanın kurak olan kısımlarından bir anda milyonlarca filizin şiddetle topraktan baş kaldırdığını görüyor. Hayretle toprağa doğru eğilerek filizlere bakıyor. Filizlerin sıradan, harcıâlem otlar olmadığını fark ediyor. Birkaç saniye sonra söz konusu filizlerin aynen çıktıkları gibi yine şiddetle ve bir anda büyüdüklerine şahit oluyor. (Kendi tabiriyle botaniğe dair belgesellerde gördüğümüz hızlandırılmış çekimlerdeki gibi.) Sürurla uyanıyor. Rüya, bu sıkıntılı günlerimizde içimizi serinletecek bir muştuyu taşıyor gibi geldi ve sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim. Rabbim görelim neyler, neylerse güzel eyler…”
Bu rüya benim için çok önemli … Çünkü ben bu müjdeli rüyanın benzerini 1971’de İzmir Buca cezaevinde görmüştüm. O zaman da ilim – fikir suçları vardı. İzmir Karşıyaka’da Risale-i Nurlar okurken bizi götürüp hapse atmışlardı. Tutuklayan hakim, “Said-i Kursi’nin Çuvallar isimli kitabını okurken … vs.” diye kararı okurken, ben itiraz etmiş, ‘Said-i Kursi’ değil ‘Said-i Nursi’ ve ‘Çuvallar’ değil ‘Şualar’ isimli kitabı demiştim. Şimdilerde olduğu gibi maalesef, hükümler ve kararlar çoktan çuvallamıştı. Beş ay üç günlük hapsin son haftasında rüyamda kendimi bir bahçede gördüm… Her taraf gül ağaçları ile doluydu… Dalları bahçenin her tarafına uzanıp gidiyordu. Tomurcuklanmaya durmuş goncalar açılmaya hazırlanıyordu… Bu rüyadan sonra tahliye oldum… Daha sonra da rüyada işaret edilenlerin tahakkuk ettiğine şahit oldum.
Almanya ve Japonya İkinci Dünya Savaşından sonra yerle bir edildi. Ama ilmi, fenni düzgün birer sistemleri ve yetişmiş elemanları vardı. Çok kısa zamanda kendilerini toparlayıp dünyada layık oldukları yerleri aldılar… Kuru gürültülerden ve bilinçsiz topluluklardan birşey olmaz ama, işini bilenler için inşaallah hiçbir engel olmaz … Biz güzel işlerimize yoğunlaşalım yeter.