YAŞAR YEŞİLYURT
“Bir hafta kadar önce doktora gittim. Eskiden beri tanışıklığımız olduğundan Türkiye’ye tatile gidip gitmeyeceğimi sordu. Ben de ‘Erdoğan bizleri pek sevmiyor, artık gidemiyoruz’ deyince birden kolunu uzattı doktor, ‘Görüyor musun o adamın adını duyunca nasıl tüylerim diken diken oluyor!’ dedi. Baktım, gerçekten tüyleri diken dikendi.”
Darbe sonrası yaşanmış bu hadiseyi Münih’ten bir arkadaşım nakletti.
En son duyduğum, daha bir kaç gün önce Nürnberg’de yaşanmış olayı da gazeteden dostum Mahmut Çebi anlattı: Bir Alman müşteri taksiye biniyor. Taksi şoförü Türk olunca konu Türkiye’ye ve darbeye geliyor. Şoför Erdoğan’ı desteklediğini söyleyince Alman müşteri “Derhal arabayı kenara çekin!” deyip arabadan iniyor.
2003-2012 yılları arası, neredeyse on yıl boyunca, Avrupa medyası ve kamuoyunda Türkiye’ye refah, demokrasi ve özgürlük getiren adam olarak yüceltilen Erdoğan için o şaşaalı günler artık çok ama çok gerilerde kaldı.
17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından bu yana gittikçe hukuktan, demokrasiden uzaklaşan ve her geçen gün daha fazla otoriterleşen Türkiye görüntüsü zaten bir süredir ülkenin ve Erdoğan’ın imajını sürekli daha olumsuz hale getiriyordu. Almanya’da açılan davalar da durumu oldukça kötüleştirmişti.
15 Temmuz darbesi Türkiye’dekinin tam tersi bir etki yaptı Avrupa’da!
Darbe sayesinde Türkiye’de gücüne güç katan Erdoğan, Avrupa’da çok ani bir itibar erozyonuna uğradı. Avrupa elitleri ve kamuoyu, darbeyi tarihi hafızalarındaki, Hitler’in kendi organize edip sonrasında başlattığı cadı avıyla milyonlarca insanı mağdur ettiği ‘Reichtag Yangını’yla birebir örtüştürdüler. Bu durumun ortaya çıkmasına, darbe sürecinin yönetilmesinde yapılan bazı hatalar(!) da katkıda bulundu kuşkusuz. Görünen o ki strateji, iktidarın kaynağı olan iç kamuoyunun algısını yönetme öncelikli olunca, dış kamuoyu algısı tam yönetilememiş oldu.
Hatalara değinecek olursak evvela, daha darbe yeni başlamışken, henüz hiçbir şey belli değilken, aceleci davranıp suçluyu ilan ettiler. İkincisi, darbenin hemen ertesi günü, hazırlanmış listeleri çekmecelerden çıkarıp tasfiyelere başladılar. Üçüncüsü, darbeden sadece bir kaç gün önce, dış politikada ani bir dönüş yaparak Rusya’dan özür dilediler. Dördüncüsü, çok aceleci davranarak ‘idam’ konusunu gündeme taşıdılar. Beşincisi, aniden ve en üst perdeden, hiç bir delil ortaya koyamadan, Batılı ülkeleri darbenin arkasında olmakla suçlamaya başladılar. Altıncısı, işkence görüntülerini bütün dünyaya hem de devletin haber ajansı üzerinden servis ettiler.
Darbe sürecini yönetenler biraz daha sabırlı(!) olabilselerdi, belki dünya kamuoyunu daha fazla ikna edebilirlerdi, ama olmadı. Dünya medyasını havuzlaştıramayacaklarını muhtemelen hesap edemediler! Dünya kamuoyunu yönlendirmekte başarısız kaldılar.
Bir kaç gün önce Almanya’nın en etkili ekonomi gazetelerinden Handelsblatt’ın manşetten verdiği gibi, bırakın demokrasinin zaferini, 16 Temmuz itibariyle Türkiye tam bir diktatörlüğe geçmiş oldu, Avrupalı kamuoyu nezdinde.
Son bir kaç yıldır hutbelerde parti propagandası yapan, siyasi mitinglere camilerden adam toplayıp taşıyan, İslamcı Milli Görüş’le bütünleşip tamamen siyasi bir partinin uzantısı görüntüsü vermeye başlayan DİTİB’in, yıllar boyunca uğraşarak elde ettiği, İslam konusunda devletlerin partneri olma vasfı, güvenilirliğiyle birlikte çok büyük bir hasara uğradı. Darbe sonrası medya, birden olumsuz DİTİB haberleriyle doldu taştı. Darbeden en büyük darbeyi Avrupa’da DİTİB yedi.
Avrupa’daki Türklerin neredeyse yarısını oluşturan AKP taraftarlarında, zaten bir süredir artmakta olan Batı ve Avrupa karşıtlığı, darbeyle birlikte zirve yaptı. Sürekli Batı düşmanlığı pompalayan Akit, Yeni Şafak gibi havuz medyasından beslenen Avrupalı Türkler, yıllardır refah ve barış içerisinde yaşadıkları topraklardan duygusal bir kopuş yaşamaya başladılar.
Buna mukabil Avrupalılarda da Türkler’e, özellikle de Erdoğan destekçisi Türklere karşı artan bir öfke oluşmaya başladı. Hatta Avusturya Dışişleri Bakanı işi, Avusturya’daki Erdoğan destekçilerini Türkiye’ye dönmeye davet edecek kadar ileri götürdü. Türkiye’nin AB sürecinin durdurulmasını talep etti. Avrupalılar, Erdoğan destekçisi Türkleri, Avrupalı değerlere ve Avrupa halklarına ihanet ediyorlarmış gibi algılamaya başladılar. Örneğin darbe sonrası Köln’de düzenlenen mitingde ilk kez Erdoğan’ın konuşmasına izin verilmedi ve orada bulunanların ifadelerine göre, güvenlik birimleri katılımcıların görüntülerini birer birer kaydetti, tıpkı radikal grupların gösterilerinde yaptıkları gibi.
Netice itibariyle karşılıklı güven duygusu çok büyük yara aldı.
Son olarak, bugüne kadar sadece ilgililerden ve uzmanlardan oluşan çok küçük bir kitlenin tanıdığı Gülen ve Hizmet Hareketi, ilk defa Avrupa’da tüm kamuoyuna mal oldu. Toplumun bütün kesimleri, bir diktatörün hışmına uğrayan, en zor şartlar altında bile şiddete başvurmayan Türkiye kaynaklı bu hareketin varlığını duymuş oldu.
(http://zaman-online.de)
En son duyduğum, daha bir kaç gün önce Nürnberg’de yaşanmış olayı da gazeteden dostum Mahmut Çebi anlattı: Bir Alman müşteri taksiye biniyor. Taksi şoförü Türk olunca konu Türkiye’ye ve darbeye geliyor. Şoför Erdoğan’ı desteklediğini söyleyince Alman müşteri “Derhal arabayı kenara çekin!” deyip arabadan iniyor.
2003-2012 yılları arası, neredeyse on yıl boyunca, Avrupa medyası ve kamuoyunda Türkiye’ye refah, demokrasi ve özgürlük getiren adam olarak yüceltilen Erdoğan için o şaşaalı günler artık çok ama çok gerilerde kaldı.
17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından bu yana gittikçe hukuktan, demokrasiden uzaklaşan ve her geçen gün daha fazla otoriterleşen Türkiye görüntüsü zaten bir süredir ülkenin ve Erdoğan’ın imajını sürekli daha olumsuz hale getiriyordu. Almanya’da açılan davalar da durumu oldukça kötüleştirmişti.
15 Temmuz darbesi Türkiye’dekinin tam tersi bir etki yaptı Avrupa’da!
Darbe sayesinde Türkiye’de gücüne güç katan Erdoğan, Avrupa’da çok ani bir itibar erozyonuna uğradı. Avrupa elitleri ve kamuoyu, darbeyi tarihi hafızalarındaki, Hitler’in kendi organize edip sonrasında başlattığı cadı avıyla milyonlarca insanı mağdur ettiği ‘Reichtag Yangını’yla birebir örtüştürdüler. Bu durumun ortaya çıkmasına, darbe sürecinin yönetilmesinde yapılan bazı hatalar(!) da katkıda bulundu kuşkusuz. Görünen o ki strateji, iktidarın kaynağı olan iç kamuoyunun algısını yönetme öncelikli olunca, dış kamuoyu algısı tam yönetilememiş oldu.
Hatalara değinecek olursak evvela, daha darbe yeni başlamışken, henüz hiçbir şey belli değilken, aceleci davranıp suçluyu ilan ettiler. İkincisi, darbenin hemen ertesi günü, hazırlanmış listeleri çekmecelerden çıkarıp tasfiyelere başladılar. Üçüncüsü, darbeden sadece bir kaç gün önce, dış politikada ani bir dönüş yaparak Rusya’dan özür dilediler. Dördüncüsü, çok aceleci davranarak ‘idam’ konusunu gündeme taşıdılar. Beşincisi, aniden ve en üst perdeden, hiç bir delil ortaya koyamadan, Batılı ülkeleri darbenin arkasında olmakla suçlamaya başladılar. Altıncısı, işkence görüntülerini bütün dünyaya hem de devletin haber ajansı üzerinden servis ettiler.
Darbe sürecini yönetenler biraz daha sabırlı(!) olabilselerdi, belki dünya kamuoyunu daha fazla ikna edebilirlerdi, ama olmadı. Dünya medyasını havuzlaştıramayacaklarını muhtemelen hesap edemediler! Dünya kamuoyunu yönlendirmekte başarısız kaldılar.
Bir kaç gün önce Almanya’nın en etkili ekonomi gazetelerinden Handelsblatt’ın manşetten verdiği gibi, bırakın demokrasinin zaferini, 16 Temmuz itibariyle Türkiye tam bir diktatörlüğe geçmiş oldu, Avrupalı kamuoyu nezdinde.
Son bir kaç yıldır hutbelerde parti propagandası yapan, siyasi mitinglere camilerden adam toplayıp taşıyan, İslamcı Milli Görüş’le bütünleşip tamamen siyasi bir partinin uzantısı görüntüsü vermeye başlayan DİTİB’in, yıllar boyunca uğraşarak elde ettiği, İslam konusunda devletlerin partneri olma vasfı, güvenilirliğiyle birlikte çok büyük bir hasara uğradı. Darbe sonrası medya, birden olumsuz DİTİB haberleriyle doldu taştı. Darbeden en büyük darbeyi Avrupa’da DİTİB yedi.
Avrupa’daki Türklerin neredeyse yarısını oluşturan AKP taraftarlarında, zaten bir süredir artmakta olan Batı ve Avrupa karşıtlığı, darbeyle birlikte zirve yaptı. Sürekli Batı düşmanlığı pompalayan Akit, Yeni Şafak gibi havuz medyasından beslenen Avrupalı Türkler, yıllardır refah ve barış içerisinde yaşadıkları topraklardan duygusal bir kopuş yaşamaya başladılar.
Buna mukabil Avrupalılarda da Türkler’e, özellikle de Erdoğan destekçisi Türklere karşı artan bir öfke oluşmaya başladı. Hatta Avusturya Dışişleri Bakanı işi, Avusturya’daki Erdoğan destekçilerini Türkiye’ye dönmeye davet edecek kadar ileri götürdü. Türkiye’nin AB sürecinin durdurulmasını talep etti. Avrupalılar, Erdoğan destekçisi Türkleri, Avrupalı değerlere ve Avrupa halklarına ihanet ediyorlarmış gibi algılamaya başladılar. Örneğin darbe sonrası Köln’de düzenlenen mitingde ilk kez Erdoğan’ın konuşmasına izin verilmedi ve orada bulunanların ifadelerine göre, güvenlik birimleri katılımcıların görüntülerini birer birer kaydetti, tıpkı radikal grupların gösterilerinde yaptıkları gibi.
Netice itibariyle karşılıklı güven duygusu çok büyük yara aldı.
Son olarak, bugüne kadar sadece ilgililerden ve uzmanlardan oluşan çok küçük bir kitlenin tanıdığı Gülen ve Hizmet Hareketi, ilk defa Avrupa’da tüm kamuoyuna mal oldu. Toplumun bütün kesimleri, bir diktatörün hışmına uğrayan, en zor şartlar altında bile şiddete başvurmayan Türkiye kaynaklı bu hareketin varlığını duymuş oldu.
(http://zaman-online.de)