Hâbil’siz-Kâbil’siz Bir Dünya Var Mı?

Bu dünya bir imtihan meydanı olduğu için, imtihan gereği engellerin olması, engelleri aşanların yükselmesi söz konusu elbette… Onun için şeytansız bir Hz. Adem; Nemrutsuz bir Hz. İbrahim; Firavunsuz bir Hz. Musa; celâlsiz bir cemâl ve cehennemsiz  bir cennet olmaz…
Burası, yani bu dünya hayırların ve şerlerin; güzelliklerle çirkinliklerin iç içe karışık olduğu bir yerdir. Ahirette; “Ey mücrimler! Bugün ayrılıp seçilin” (Yâsin Suresi, 36/59), buyurulacağı üzere, o zaman iyiler kötülerden ayrılacağı gibi herşey lâyık olduğu yere gidecektir. Çünkü artık imtihan bitmiş oluyor. Şeytan, Kâbil, Nemrut, Firavun cehenneme gidecek… Hz. Âdem, Hâbil, Hz. İbrahim, Hz. Musa da cennete….
“Bütün bunları bilerek bir mümin olarak tercihimizi isabetli yapmak zorundayız. Önce imanımız ve izanımız tam mı, ona bakmalıyız. Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendinin tam 50 sene önce Gurbet dergisinde neşredilen İNANIYOR MUYUZ başlıklı yazısını takdim etmek istiyorum:
İçine giriş ve kabullenişdeki kolaylık nisbetinde, çetin imtihanların dizine dizine sıralandığı bir müessese… İman müessesesi!. İç içe ıstırablar onda sonsuz, küme küme mahrumiyet onda meknuz. Musibetin birinden kurtulurken, belini çatır çatır kıracak ikinci musibet hazırdır başının üstünde…
“Belânın en çetini peygamberlere, sonra Hakkın makbulü velilere ve derecesine göre diğer müminlere” sözü ile bu gerçeği ele alan zaman ve mekânın Bir Tanesi, Hakkın Meftunu, vefakâr bendeleri ile, yaşamış, dayanmış ve ulaşılmazlara uslanmış tek varlıktır.
En büyük hakikatı insanlık semasının güneşinden alma mazhariyetini kazananlara gelince, duyuş ve tasvir edişlerle anlatılamayacak kadar büyüktür onlar… Mukaddes şeyler üzerine yemin ediş ve söz verişlerin çok fevkinde , “İnandım” deyişin hal ve davranışlardaki fevkalâde tezahürü onlarda.
Ayağının ucunu dokunduramayacağın kızgın çakıllar üzerinde, Allah’ın günü sırt üstü yatırılıp, göğsüne kendinden çok ağır taşlar yüklenen Habbap şöyle düşünüyor:
“Bu dava çok büyük, bu yük çok ağır; sen çok zayıf… Habbap! Senin bu işkencelere katlanman mı, yoksa Allah’ın Resulünün ayağına bir dikenin batması mı? Habbap! Habbap’lar ölsün, fakat onun ayağına bir diken batmasın.” Sonra Vali bulunduğu zaman etraftaki ihtişama bakar, eski acı günler içindeki tatlılığı düşünür ve ağlar. Onlar inanıyorlardı.
Bu devran, isimli isimsiz, binlerce kahramanın Ceyhun  olan gözyaşları ile, çağlayan kanları ile başlamış ve böylece devam etmiştir:
Bu yol uzaktır; / Menzili çoktur; / Geçidi yoktur: / Derin sular var.
İnsanların ebedi var oluştan nasipleri, çektikleri meşakkat ve ıstırap nisbetindedir.
Geçenlerde bu ölçü ve hudut kabul etmez şekilde idi. Onlar İslam için yaşıyor ve hatırı her şeyden âli olanın hatırını kırmamak için, inşa edecekleri müessesenin çamurunu kanları ile yoğuruyor ve kemiklerini moloz yerine kullanıyorlardı. O binanın zemini ıstırap, duvarları elem, tavanı yıldız yıldıznâmütenahilik…
Selâm Hak’kın merğûbu hak yolunun meczubu inanmışlara!..
Bilmiyorum ki, biz inanıyor muyuz?.