Hendek…

ALİ ÜNAL
16 Temmuz günü bir arkadaşın evinde, eşi hanımefendinin okuduğu mealli Kur’ân’dan, hanımefendinin kaldığı yerden tefe’ülde bulundum. Hendek Savaşı’nı anlatan âyetler geldi. En kısa mealiyle şöyle buyruluyordu:
Hatırla ki, peygamberlerden vazifeleriyle ilgili olarak çok kuvvetli söz aldık; ve senden, ayrıca Nuh’tan, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa’dan da. Gerçekten çok ağır bir söz aldık onlardan. Elbette Allah, sözünde sâdık olanlara sadakatlerine tevdi edilen emanetten soracaktır… Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Ordular üzerinize gelmişti ve Biz de onların üzerine her şeyi kavuran, savuran bir kasırga ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik… O zaman üstünüzden ve altınızdan (dört bir yandan) gelmişlerdi. Öyle bir haldi ki, gözler kaymış, yürekler ağızlara, can hulkuma gelmişti. Ve (içinizdeki münafık tıynetliler olarak) Allah hakkında yakışıksız zanlar besliyordunuz. İşte böyle, mü’minler sınandılar ve sarsıldıkça sarsılıp, şiddetle silkelendiler.
O vakit münafıklar ve kalblerinin merkezinde hastalık bulunanlar, “Meğer Allah ve Rasûlü bize ancak bir aldanış va’detmiş!” diye söyleniyorlardı. İçlerinde bir bölük de, “Ey Yesrib halkı,” diyordu, “düşmana karşı dayanabilecek durumda değilsiniz, dolayısıyla evlerinize dönün!” Onlardan bir başka grup ise, “Evlerimiz korunmasız!” diyerek Nebî’den izin istiyorlardı. Oysa, evleri hiç de korunmasız değildi; maksatları sadece savaştan kaçmaktı. Demek oluyor ki, evlerine gerçekten şehrin her tarafından
saldırılsaydı ve kendilerinden İslâm’dan dönmeleri istenseydi, azıcık bir tereddütten sonra bunu da yapacaklardı. Oysa, daha önce ne olursa olsun düşman karşısında geriye dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a kesin söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz, sorumluluk gerektirir ve (o sözü verenler) ondan sorguya çekilirler. De ki: “Eğer ölmekten veya öldürülmekten kaçıyorsanız, böyle bir kaçmanın size asla faydası olmayacaktır. (Dünyadan) pek az bir süre, (en fazla mukadder ecelinize kadar) istifadenize müsaade edilecektir.”
De ki: “Eğer Allah hakkınızda bir felâket dilemişse ya da bir rahmet dilemişse, kimin haddine ki,
hakkınızda dilediğini yapması hususunda Allah’a mani olabilsin?” Eğer Allah onları terketmişse, onlar artık ne kendilerini sahiplenecek bir veli bulabilirler, ne de bir yardımcı… (Allah davası için) size iştirak etmekte pek cimri ve pek isteksizdirler. Savaşta tehlike ile yüzyüze geldiklerinde, ölüm sekeratına düşmüş kimsenin bakışı gibi gözleri korku ile yuvalarından fırlamış bir halde yardım için sana baktıklarını görürsün. Savaş bitip de tehlike ortadan kalkınca da, ganimete konmak ve zafer şerefinde en büyük payı almak için keskin dilleriyle size yüklenip dururlar. Onlar, gerçekten iman etmiş değillerdir; Allah da, bütün yaptıklarını boşa çıkarmıştır…
Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’ı ve Âhiret Günü’nü hayatlarının gayesi yapan ve Allah’ı çok anan, O’na çok ibadet edenler için her bakımdan en mükemmel bir örnek vardır. Mü’minler, o birleşik düşman kuvvetlerini karşılarında görünce, “İşte bu,” dediler, “Allah ve Rasûlü’nün bize haber verdiği ve va’dettiği şeydir. Allah ve Rasûlü, va’dinde, sözünde daima sâdık olmuştur.” Bu, onların ancak iman ve teslimiyetlerini arttırdı. Mü’minler içinde öyle yiğitler var ki, Allah’a verdikleri söze bağlı kaldılar.
Onlardan kimi, sözünün gereğini yerine getirdi, kimisi de sırasını beklemektedir. Asla verdikleri sözden dönmedi ve duruşlarını değiştirmediler. Ebette Allah, sözlerinde duranları sadakatlerinden dolayı mükâfatlandıracak, münafıkları ise dilerse cezalandıracak veya kendilerine tevbe nasip edip, tevbelerini kabul buyuracaktır… Allah, küfür içindeki o orduları elleri boş olarak kin ve gayzlarıyla geri çevirdi.
Mü’minlerin zaferi için Allah yetti. Allah, gerçekten pek kuvvetlidir, her işte üstün ve mutlak galiptir. (33:7–25)