Müslümanlar Diktatörüne Nasıl Aşık Olur?

EKREM DUMANLI
Zalim bir sistem kurarak her türlü denetim yollarını tıkayan diktatörler yolsuzluklarını da içerden ve dışardan ürettikleri hayali ‘düşmanlar’ ve ‘hainler’ ile kapatıyor. Medyayı tamamen susturup bütün iletişim araçlarını kendine borazan yaptıkları için vatandaş liderine dair hep kahramanlık hikayeleri dinliyor.
Amerika’da bulunduğum yıllarda birkaç Arap öğrenci ile karşılaştım. Ortak dersler aldığımız için bazen sohbet ediyorduk. Bir gün, hiç unutmam, söz döndü dolaştı Saddam Hüseyin’e geldi. O günlerde muktedir ve mütekebbir bir imajı vardı Saddam’ın. Astığı astık kestiği kestik bir nam bırakmıştı. Konuşma esnasında fark ettim ki Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelmiş, halim selim delikanlı Saddam’a karşı coşkun bir hayranlık besliyor.
Şaşırmadım dersem yalan olur. Amerika’ya eğitim maksadıyla gelmiş, belli bir oranda dünyaya pencereler açmış, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına dair tecrübeler elde etmiş eğitimli bir delikanlının narsist bir diktatöre aşık olmasına aklım ermemişti.
Bekleyemedim. ‘Bu Saddam denen adam zalimin önde gideni. Despot. Halkının bir bölümüne gaz bombası atacak kadar acımasız. Allah’ın isimlerine benzeterek kendine 99 isim verecek kadar küstah…’ gibi şeyler söyledim.
Yağız Arap delikanlısı bu sert muhalefetime hak verdi. En azından çok fazla itiraz etmedi. Lakin Saddam hayranlığından da vaz geçmedi. Birkaç kez mescitte gördüğüm, dindar olduğunu sandığım arkadaşımın konuya merhametle yaklaşacağını düşündüm ve zalim bir idareciye boyun eğmenin zulme ortak olma manası taşıdığını anlatmaya çalıştım. Fayda vermedi. ‘Peki seni bu zalime hayran bırakan nedir?’ diye sordum.
‘İsrail’e karşı takındığı cesur tavır’ dedi. O tavrın bir palavra olduğunu, tribünlere yönelik reklam amacı taşıdığını, İsrail ile dilediği anda dost olacağını söyledim. İnanmadı. İsrail düşmanlığı adeta gözünü kör etmişti. Saddam’ın İsrail’e birkaç füze fırlattığını, İsrail aleyhine eylem yapıp adam öldürenlerin ailelerine para yardımı yaptığını falan düşünüyordu.
Gözlerinde iki gerçeği gördüm: Biri İsrail ve Amerika ile özdeşleştirilen Batı düşmanlığı; diğeri İslam aleminin yenilmişlik psikolojisi. Bu iki duygunun aklı esir aldığı, ruhu hapse attığı fertlerden de toplumlardan da umudumu kestim zaman içinde; çünkü bu haleti ruhiye, insanları zalim devlet adamlarının oyuncağı haline getiriyordu ve bu duyguyu İslam coğrafyasındaki bütün diktatörler sömürüyordu.
Aradan uzun zaman geçti. Libya’da yapılması planlanan bir Arap zirvesine gazete yöneticisi olarak katıldım. Saatinde başlamayan ve paçalarından laubalilik damlayan toplantıya Kaddafi ev sahipliği yapıyordu. Kaddafi’nin salona girişini görmeniz lazımdı! Kefenli gençler gerçeğini (gerçek miydi acaba) ilk kez orada gördüm. Arap gençler toplanmış ‘lider’ini bekliyordu. Narsist kapıdan görününce yaygarayı bastılar: ‘Ruhumuz sana feda! Kanımız sana feda!..’ kıyamet kopuyor sanırsınız. Kaddafi’nin kulakları ağzında…
İslam dünyasındaki bütün megaloman diktatörler kamuoyunu maniple etmede aynı metodu kullanıyor. İsrail, Amerika, Almanya, İngiltere gibi devletlerin ülkenin iç işlerine karıştığını, dünyadaki adaletsizliğin baş sorumlusunun bunlar olduğunu vs. söyleyerek bir blok oluşturuyor. Sahte kahramanlıklarla, heyecanlı nutuklarla toplumdaki global adaletsizliğe karşı duyulan isyan duygusunu köküne kadar sömürüyor. Bağırarak, çağırarak güçlü bir devlet olduklarını, dünya mazlumlarının sesine kulak verdiklerini söylüyorlar.
Kitleler!
Kendi egosuna tapınan insanları bile adam sanan kitleler!…
Zalim bir sistem kurarak her türlü denetim yollarını tıkayan diktatörler yolsuzluklarını da içerden ve dışardan ürettikleri hayali ‘düşmanlar’ ve ‘hainler’ ile kapatıyor. Medyayı tamamen susturup bütün iletişim araçlarını kendine borazan yaptıkları için vatandaş liderine dair hep kahramanlık hikayeleri dinliyor. Adeta bir çeşit beyin yıkama çalışması yapılmaktadır.
Kutsal değerlerin tamamı kullanılarak yapılan kara propagandanın tek kutsalı kalır geriye diktatörlerin egosu. O ego uğruna insanlar hapse atılır, sürgün edilir, öldürülür, mallar gasp edilir, itibarlar lekelenir. Geniş yığınlar bu feci durumdan haberdar olamaz. O içinde İsrail, Amerika, Almanya, İngiltere vs gibi devletlerin geçtiği palavraları dinler, ‘iç ve dış kuşatma’ yalanı üzerine bina edilen servetlerden habersiz yaşar…
Tabii ki hiç bir sinek, kendini sonsuza kadar kendini kartal diye takdim edemez. Foyaları dökülür bir gün. Yaptıkları zulmün tanıkları tek tek anlatır vahşeti. Karun’u kıskandıracak servetlerine aşina olur herkes. Ne var ki iş işten geçmiş, kitleler masallarla uyutulmuştur…