Dünya bugüne kadar, iktidarın bütün gücünü kuvvetini 14 yıl kullanmasına rağmen sürekli mağdur olan başka bir lider görmedi. O sadece iyi olan şeyleri yaptı. İyilikler hep kendisinden, zaman ve konjonktüre göre sürekli değişen kötü şeyler de kendisi haricinde birilerinden kaynaklanıyordu.
Herkesin malumu; 14 yıldır bu ülkeyi AKP, daha doğrusu Recep T.Erdoğan yönetiyor. Ancak bugüne kadar hiçbir problemin, hiçbir meselenin sorumlusu olarak görmedik kendilerini. Her problemde sorumlunun başka birilerinin(!) olduğu, başbakan sıfatındaki Recep T.Erdoğan’ın da sürekli olarak kandırıldığı(!) anlaşıldı.
Dünya bugüne kadar, iktidarın bütün gücünü kuvvetini 14 yıl kullanmasına rağmen sürekli mağdur olan başka bir lider görmedi. O sadece iyi olan şeyleri yaptı. İyilikler hep kendisinden, zaman ve konjonktüre göre sürekli değişen kötü şeyler de kendisi haricinde birilerinden kaynaklanıyordu.
En büyük 28 Şubat mağduruydu, hatta 28 Şubat sadece Recep T.Erdoğan’ın önünü kesmek için yapılmıştı. Yıllarca bunun üzerinden mağduriyet siyaseti yaptıktan sonra konjonktür değişince 28 Şubat’ın icracılarının hepsini hapisten çıkarıp davayı örtbas etti. 20 yıl boyunca 28 Şubat üzerinden teoriler üretip siyaset yapanların gözleri önünde, onların yardım ve yataklığıyla 28 Şubatçılar yargılanmaktan kurtuldu.
Recep T.Erdoğan’ın konjonktürel zikzakları bütün kamuoyunun malumu… Burada yeniden bunları tek tek anlatmanın bir anlamı yok. Ama bir politikaya artık ihtiyaç kalmamışsa ve o politika sorunlar çıkarmışsa hemen birilerine havale etmekte bir hayli mahir olduğunu herkes biliyor. En son “barış süreci”nin faturası, Dolmabahçe’de başköşeye kurulan Yalçın Akdoğan’a kesildi. Şifahi emirlerle 2,5 sene örgütün şehirleri silah deposuna çevirmesi, onlara operasyon yaptırmaması, ölmek üzere olan bir örgütün ayağa kaldırılıp Kürtlerin legal temsilcisi haline getirilmesi Yalçın Akdoğan’ın üzerinde kaldı. 14 yıl boyunca ülkenin maruz kaldığı ne kadar sorun varsa hep başkaları sebep oldu, o ise iktidar gücünü tepe tepe kullanırken hep mağduriyet(!) yaşadı.
Ama dış dünyadan gelen haberler Türkiye’nin bu kez büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu söylüyor. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum, ama dış basında ve kulislerde konuşulanlar; kara para ve IŞİD’e destek konusunda Türkiye’nin başını bir hayli ağrıtacak gelişmeler yaşanacağını söylüyor. Reza Zarrab’ın ABD mahkemeleriyle uzlaşma yoluna gidebileceği ve konuşmayı tercih edeceği, IŞİD meselesinin birtakım belgelerle BM gündemine geleceği iddiaları da artık her yerde yüksek sesle dile getiriliyor.
Diyelim ki, bu iki konu önümüzdeki günlerde daha büyük bir mesele olarak AKP’nin ve onun üzerinden elini çekmeyen Recep T.Erdoğan’ın önüne geldi. O zaman nasıl bir tavır gösterir? Bunca yıldır kendisini izleyen bir gazeteci olarak Recep T.Erdoğan’ın önünde üç yol olduğunu düşünüyorum.
Birinci yol; “Eyy Amerika, eyy Rusya ya da eyy BM” diye veryansın edip onlara meydan okuyan ve iç politikada safları sıklaştırmayla sonuçlanacak politikalar yürütebilir. İkinci yol olarak bu suçları, dışişleri bakanları ya da istihbarat başkanları gibi birilerinin üzerine atarak, ‘onlar beni kandırmış’ diyebilir. Üçüncü yolu söylemeye dilim varmıyor.
Birinci yolu tercih ettiğinde uluslararası dünyanın Türkiye’ye uygulayacağı ekonomik ambargoya, petrol, gaz gibi doğal kaynakları ya da çok gelişmiş teknolojik altyapısı olmayan bir ülkenin direnebilmesi mümkün görünmüyor. Böyle olunca Türkiye, çok büyük bir ekonomik krize girer ve bu durumda hiç kimse Recep T.Erdoğan’ın arkasında durmaz.
Peki ikinci yolu tercih etmek zorunda kalırsa, bu suçları kimlerin üstüne yıkar, kimleri uluslararası mahkemelerle muhatap eder dersiniz?