Türkiye, suç işleyenin korunduğu bir ülkeye döndü. Öyle ki, AKP iktidarı önce suç işlemeye sevk ediyor. Suç işleyenler de bir süre sonra işin farkına varıp ‘güvence’ istiyor. Sonra da buna dair kanun çıkarılıyor. Bunun son örneği, Hizmet Hareketi’ne yönelik cadı avı süreçlerinde keşfedilen kayyımlık müessesesi.
Dile kolay son 6 ayda 2 binden fazla kayyım görev almış. Şirketleri sahiplerinden fiili olarak devralan kayyımlar, ‘terör örgütü soruşturması kapsamında delil toplayacağız’ deyip, yüzbinlerce liralık maaşlarla yöneticilik yapıyor. Terör kılıfı altında, yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde şahsi mülklere çökenler, burayı yağmaladıktan sonra şirketlerin, gazetelerin kapılarına kilit vuruyor. Bir hesapta maaşlar üst üste yığılırken, öteki hesapta da suçlar üst üste yığılıyor tabi. İşte bu kayyımlar şimdi ‘yargılanmama, hukuken sorumlu tutulmama’ güvencesi istiyor.
Çünkü, şahsi mülkiyet, vakıf malı demeden aylardır başta Hizmet Hareketi’ni hedef alan gasp amaçlı uygulama, mevzuata uygun değil. Sulh ceza hakiminin atadığı kayyımların eylemleri, yine ceza mevzuatına göre denetimsiz, bağımsız, hesap sorulamaz bir noktada. Nitekim bu fiili durumun hakkını veren kayyımların, el konulan şirketlerde işlediği suçların, hak ihlallerinin haddi hesabı yok. Binlerce işsiz, milyonlarca liralık zarar…
İktidarın açıkladığı kanun tasarısına göre kayyımların işlediği suçlar için devlete dava açılacak. Devlet de, ödediği tazminattan dolayı görevi kötüye kullanan kayyıma 1 yıl içinde rücu edecek. Yani, AKP iktidarı, suç işlendiğini kabul ediyor ve ‘suç işleyin, tazminatı neyse öderiz’ mantığı ile kanun çıkarıyor. Halbuki en basit görevi kötüye kullanma suçunun zamanaşımı 7,5 yıldan başlıyor. Şu an kayyım eliyle işlenen suçların karşılığı da sadece para cezası değil.
Unutmamalı ki, hiçbir suç işlendikten sonra bir kanun ile ortadan kalkmaz, anayasaya aykırı hiçbir kanun failleri korumaya yetmez. Suçların zamanaşımı normal seyrinde sürer ve suç işleyenler zamanı geldiğinde yargılanır. Bugün, gasp rejiminin devamı için çıkarılan kanunlar suç işleyen kayyımları korumaya yetmez. 12 Eylül darbecisi Kenan Evren de yargılanmamak için anayasaya madde koydurtmuştu. Ama darbenin 30’uncu yılında yargı önüne çıkıp sanık oldu, hasta yatağında da olsa ifade verdi. Hangi kayyım, Evren’den daha güçlü olduğunu iddia edebilir?
Gazeteciliğe bir kez daha kelepçe
Türkiye suç işleme cenneti, suç işleyenler dışarıda, gazeteciler hapiste. Bunun son örneği, Sınır Tanımayan Gazeteciler Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu , yazar Ahmet Nesin ve akademisyen Şebnem Korur Fincancı… Üç isim, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimi Bekir Altun tarafından Özgür Gündem Gazetesi’ne destek için nöbetçi genel yayın yönetmenliği yaptıkları gerekçesiyle cezaevine konuldu. Tutuklama gerekçesi, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) madde 7-2’ye göre ‘terör örgütü propagandası yapmak’. Erol Önderoğlu, Türkiye’de yıllardır her kesimde yaşanan basın özgürlüğü ihlallerini yazdı, kamuoyuna duyurdu. Bu kez de tutuklanarak Türkiye’nin özgürlükler noktasında geldiği noktayı nazarlara verdi. Yani bir kez daha ama daha etkili bir şekilde işini yaptı. Hafta sonu yaşanan sopalı Firuzağa baskınında haneye tecavüz eden, insan yaralayanlar savcılıkta ‘göstermelik’ bir ifade alma işleminden sonra serbest bırakılmışken gazeteciler tutuklanıyor.