Mazlum’u Getirin Bana; Mazluum

AHMET TURAN ALKAN
Amerika sefer-i hümâyunundan, bozgunu andıran bir ricatle dönülmesinden sonra çoğumuz, bu kabağın yine Mazlum’un başına patlayacağını kestirmiştik.
Mazlum’u tanırsınız. Kartal Tibet’in 1979’da çektiği Şark Bülbülü filmindeki unutulmaz karakterin adı (Yadigar Ejder). Gazino patronu Fethi Bey’in (Dinçer Çekmez) işleri ne zaman ters gitse, mutfakta hazır beklettiği Mazlum’u çağırtır, dayağa asla karşı koymayan bu garibanı bir güzel pataklayıp rahatlar.
Hizmet hareketi, üç seneden beri gazino patronunun Mazlumu muamelesi görüyor ve bütün sinema seyircisi de, bu durumu alâkasız nazarlarla seyredip gülüyor. Hizmet’e yakın bir şirket, okul veya işadamanın gözaltına alınıp tutuklanması, alkollü araç kullananların ehliyetine el konulması nevinden sıradan ve eşyanın tabiatına uygun bir hadise oldu.
Mazlum orada her defasında dayak yiyor ve biz ‘Aa ne komik bir sahne, kah kah kah’ diye gülüyoruz ama hukukun düpedüz canına okunurken, ‘Bu Mazlumun zaten tipi bozuktu… hak etmişlerdi… Öğrenci okutup sonra da memuriyete teşvik etmek ne demek, buldular cezalarını işte… Okul açmak neyinize be…” diye vicdanı temiz ve kuru tutmanın ağır bir karşılığı var! Cinayeti görüp de sonra huzur içinde sakız çiğneyerek gündelik şeylere dönmeyi andıran bir lokal anestezi hali.
Haberciler, gazeteciler hapse konuluyor çekirdek çitliyoruz; öğretmenler, eğitimciler sanki seri katillermiş gibi iddialı polis operasyonlarıyla rencide ediliyor, karnımızı kaşıyoruz; ekranlar karartılıp gazetelere çökülüyor biz ıslık çalıyoruz; bunlar vallahi hayra alâmet şeyler değil. İnsanların ekserisinin onayladığı, hatta daha beter olmak üzere farkına bile varmadığı cürümler bir şekilde toplumu birşeyden başka bir şeye doğru dönüştürüyor, kötü bir şeye…
Siz ‘Hizmete oh olsun’ derken Türkiye’de idari rejim ve sistem değişiyor. ‘Kul yapısıdır; elbette değişir’ fakat şimdikinden daha berbat bir şeye doğru dönüşüyor. Lâubâli, kuralsız ve keyfi bir tek adam yönetimine doğru bir blok halinde kayıyor Türkiye. Taş üstüne taş, baş üstünde baş bırakmamak yaklaşımıyla Kürt meselesinde bir asır geriledik ve birlikte yaşama ümitlerimiz söndürüldü. Ordumuz, kahhar ateş gücünü yurt içinde ve ülke yurttaşlarına yöneltiyor olmaktan hiç rahatsız görünmüyor; çünkü bu topraklar nedendir bilinmez pıtrak gibi hain yetiştirmekte; hangi bahçevan, ayrık otlarını ilaçlayıp yerinden söktüğü için çevre dostu olmamakla suçlanabilir ki? Hukuk bürokrasimiz, Mazlum’un dayak sahnesini seyrederken memur ve kul köklerine geri döndüğünün farkında bile değil. Muhalefetimiz bile kasabının bıçağını yalayan bir koyun kayıtsızlığında olup bitene seyirci…
Ama kesmiyor işte Mazlum’u kolayca getirtip dövmek; diyorum ki, keşke bir kayyım da IŞİD’e gönderebilseniz şöyle gaddar takımından; mümkün olsa da Putin’i bir sulh ceza hakimliğinde yargılayabilseniz; bir bakanlar kurulu kararıyla AB’yi, Taksim gibi imara açıp size mikrofon vermeyen cenaze sahiplerini danışmanlarınıza tekmeletebilseniz.
Mazlum’u dövmek kolay çünkü işte orada durup işiyle uğraşmaktadır. Silah bilmez, fiziki karşılık vermez, ‘başına vur ekmeğini al’ neviinden korunma refleksi düşük bir heyet. Malına çökmek için kayyım gönderirsiniz, üstüne kahve bile ısmarlarlar. Ekranlarını karartırsınız, bir karşı dava açıp sabırla sonuçlarını beklerler. Şakî gibi sabaha karşı yakalayıp resmini çektirirsiniz, adam huzur-ı kalb ile objektife gülümser. Sebebi basit, kendini suçlu hissedemiyor bir türlü.
Siz hiç darbeye tam teşebbüsten sonra bahçeden maydanoz toplanır gibi kolayca derdest edilen başkaca darbeci gördünüz mü dünya tarihinde?