Bir Umre Hatırası: Allah’a Güvenmiyor Musun Be Kızım?

Feyyaz Hattapoğlu
Devlet dairesinde çalışan bir kadın, son bir yılda zor günler yaşadı. Önce kocasını doğuya sürdüler. Sonra öğretmen kızını açığa aldılar. Doktor oğlunu da ‘paralel’ paranoyası ile çalıştığı hastaneden attılar. Onun bu halini görenler, “Abla bir umreye git, nefes alırsın.” dedi. Geçen ay umreye gitti ve orada ibretlik pek çok şey yaşadı.
Egeli, içi idealizmle dolu kırkbeşinde bir kadındı. Bir devlet dairesinde ülkeye millete hizmet etme sevinciyle çalışıyordu. Zor günler yaşadı son bir yıldır. İşini güzel ve mevzuata göre yapmanın yanlış kabul edildiği tuhaf günler gördü. Haramiliğin prim yaptığı, haramilere dokunanın hapse atıldığı utanç zamanlarını yaşadı.
Önce kocasını doğuya sürüyorlar, sonra kızını…

Önce kocasını görevden alıp doğuya sürüyorlar. Kocası ‘memleketin her yanı hizmet mahalli’ deyip gidiyor. Sonra öğretmen kızını açığa alıyorlar. Gözyaşları içinde evine dönüyor. Oğlu doktor. Onu da paralel safsatasıyla devlet hastanesinden atıyorlar. Bir kendi kalıyor. Kendisini de üç ay önce çalıştığı devlet dairesinden gerekçesiz olarak uzaklaştırıyorlar.
Abla, umreye gitsen, nefes alırsın…

Anne bu dört ağır imtihanın yüküyle iki büklüm. Sürekli gözü yaşlı. Onun bu halini görenler ‘Abla bir umreye git nefes alırsın.’ diyorlar. Kabul ediyor ve geçen ay umreye gidiyor.
Ama onu umrede görenler gözyaşlarının azalmadığını farkediyor. Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:
“Anlatacağım rüya değil, yakaza da değil. Uyanıkken yaşadım bu anlatacaklarımı. Umre yaparken bir gün oruç tutayım dedim. Bilirsiniz burada pazartesi perşembe günleri oruç tutulur. Bir perşembe günü oruca niyetlendim. Akşama yakın Kâbe’de Hicr-i İsmail tarafında bir yerde iftar için oturmuş ezanı bekliyordum. Önüme iftarlık hurma zemzem ve çay konmuştu. Ben sağıma baktım 8-10 kişi var ama Türk yok. Soluma baktım o tarafta beyaz insan da yoktu. Karşıma baktım orada da Türk yok hepsi siyahi müslümanlar. Tam karşımda bir kadın duruyordu. Siyah mı siyah…  Ama O siyahlığın arkasında simasında öyle bir güzellik, öyle bir nur vardı ki… Gözleri parıldıyordu. Temiz ve asil bir duruşu vardı… Hiç durmadan bana bakıyordu. Önünde hurma yoktu, ben iki üç tane verdim. Ama yemedi, o arada ezan okundu. Herkes orucunu açıyordu, ben de açtım ama baktım o açmamış hep hafif tebessümle bana bakıyordu. Önünde zemzem de yok. Gittim bir bardak zemzem getirdim ve önüne koydum. O arada kamet getirilmeye başlandı, hemen sofrayı topladılar. Ben zemzemi aldım ona içireyim diye uzattım ve ağzına doğru götürdüm. O kadın bana bir sarıldı ki sımsıcaktı, kalp atışlarını hâlâ hissediyorum.
İbrahim (as) beni bıraktığında bile bu kadar ağlamadım

Sımsıkı sarıldı ve kulağıma eğildi dedi ki:
“Be kızım niye bu kadar ağlıyorsun, niye bu kadar üzülüyorsun. Ben Hacer Annen. İbrahim (as) beni burada yalnız bıraktığında bile bu kadar üzülmedim ve ağlamadım. Siz Allah’a güvenmiyor musunuz? Allah, yolunda olanları zayi etmez. Biz sizinle beraberiz ve sizin arkanızdayız.”
Egeli validemizin gözyaşları kesilmez bu hadiseden sonra renk değiştirerek devam eder. Artık umre boyunca üzüntüden değil, sevinç ve mutluluktan şükür ve hamd gözyaşları döker.