Avrupa Birliği’nin Alternatifi Ortadoğu Tiranlıkları

VEDAT DEMİR
Yeni hükümetin Avrupa Birliği’nden (AB) sorumlu bakanı Ömer Çelik’in ilk demeci “Türkiye için AB perspektifi çok önemlidir ama yegane seçenek değildir.” oldu. Avrupa Birliği sürecini yürütmekle sorumlu bir bakanın ifadelerindeki bu garâbet bir tarafa, söylenen Türkiye ve dünya gerçekleriyle de tezat teşkil ediyor. Dış politika, bir parti veya siyasî liderin tercihi olamayacak kadar önemli. Avrupa Birliği hedefi de Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikası. Daha doğrusu reel politik şartların  (real politik) Türkiye’ye dayattığı hedef.
Bir ülkenin dış politikası şartlara, ihtiyaçlara ve risklere göre şekillenir. Hem coğrafî, hem tarihî hem de stratejik şartlar Türkiye’nin yönünün Batı ve Avrupa olması gerektiğini gösterir. Tarih, bir devletin geçmişteki tecrübelerini —kazandığı-kaybettiği savaşlar, kurulan ittifaklar-karşı ittifaklar, diplomatik başarı-başarısızlıklar ve antlaşmalar— nazara alarak gerçekçi dış politikalar oluşturmasına imkân sağlayan en önemli kaynak. Bu kaynağa göre Rusya ve İran, Türkiye’nin stratejik çıkarlarının asla uyuşmadığı, aksine her zaman çatıştığı iki ülke. Bu iki güçlü komşusu Türkiye’nin Batı’yla yaptığı ittifakların da en önemli sebebi.
Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi dış politikalarını bir lider veya bir parti değil, Türkiye devletinin hayatta kalma ve varolma refleksleri teşkil eder. Cumhuriyet’in kuruluşu sonrası ortaya konulan ve imparatorluk iddialarından vazgeçişi ifade eden “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, bu anlayışın gereğiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Bloku’nda yer almak, ABD’yle ittifak, NATO üyeliği ve Avrupa Birliği adaylığı da bu rasyonel politikanın sonuçlarıdır.
Batı ve özelde Avrupa Birliği hedefi, Türkiye için “realpolitik” bir zaruret. Ama bundan da önemlisi, bu hedef çağdaş demokratik değerler ve evrensel hukukla Türkiye’nin irtibatını sağlayan en önemli bağ. Türkiye’nin demokratikleşmesinde Batı’nın rolü diğer bütün faktörlerden daha önemli. Özellikle ABD’yle olan stratejik işbirliği, Avrupa Birliği’ne girme arzusu Türk demokrasisinin gelişmesi ve güçlenmesinde en önemli itici faktörler oldu.
2000’li yıllarda hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi konusunda Türkiye’nin kazanımlarında Avrupa Birliği’nin katkıları inkâr edilemez. Avrupa Birliği reformları Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü üzerindeki yasakların kalkması, azınlık haklarına yönelik iyileştirmeler, ülke yönetimindeki asker etkisinin zayıflatılması, insan hak ve hürriyetleri hususundaki gelişmeler ve demokrasi dışı derin yapıların geriletilmesinde önemli rol oynadı. 2010 yılı sonrası Kopenhag Kriterleri’nden vazgeçilip Ankara kriterlerine dönüldüğünde ise ülkenin geldiği vahim nokta ortada.
Bir ülkenin dış politikasının tarih, coğrafya ve dünya gerçeklerine dayalı rasyonel verilere değil, irrasyonel hayal ve ideolojilere göre şekillenmesi o ülkenin felaketi olur. Türkiye’de bazı siyasî çevrelerde son dönemde sık kullanılan “ümmet”, “İslam birliği”, “İslam ordusu”, “hilâfet” gibi söylemler iç politikada bir kısım kitleyi etkilese de, uluslararası ilişkilerin ülke menfaatlerine müstenid dünyasında hiçbir anlam ifade etmez. Aksine son dönemdeki Suriye, Mısır ve İsrail politikalarında görüldüğü gibi Türkiye için ileride telafisi mümkün olmayacak çok büyük zararlar verir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefi bir tercih değil, reel politik şartların bir gereği. Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve hukuk devleti olmasının da temel dinamiği. AB alternatif olmaktan çıkarılırsa geriye çok eleştirilen eski Türkiye dahi kalmaz. Çünkü Avrupa Birliği alternatifinden vazgeçtiğinde Türkiye için kalan tek seçenek Ortadoğu’nun her aktörü içine çeken ve boğan, karanlık ve tekinsiz kanlı bataklıkları ile otoriter rejimleri ve acımasız tiranlıkları olur.