Suyun Başındaki Asalaklar

MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Hiçbir iktidar, bu kadar kalabalık bir asalak güruhunu taşıyamaz. Peki ne olur? Çürür, çöker, dağılır gider. Sorunu kişilerde değil, hangi kişi için olursa olsun keyfiliğin egemenliğinde aramalısınız. Bu keyfilik demokrasi, hukuk, mantık çerçevesinde kalan bütün doğal sınırları geride bıraktığı için, kendinden menkul kerametleriyle ancak asalakların kafa sallayacağı ve karşılığında yerleşip yaşayabileceği münbit bir alan oluşturuyor. Zavallı ‘dava arkadaşları’, bu tefessüh etmiş ortamda bırakın iş yapmayı, nefes almakta zorlanırken teker teker eleğin altına düşüyor.
Asalak, hayatlarını başkaları sayesinde sürdüren canlı türlerini ifade ediyor. Mantarlar, pireler, her türlü parazitler üzerinde hayat sürdürdükleri canlı ölünce, onunla birlikte hayata veda ediyorlar veya tehlikeyi sezip hemen başka bir canlının üzerine sıçrayıp yeni bir hayat alanı buluyorlar. Tıpkı iktidarın üzerinde 2011 yılından sonra aşırı hızla çoğalan tufeyli taifesi gibi.
Maksadım tahfif değil. İktidardan uzaklaştıkları anda yok olan, güçlerini ve terazideki ağırlıklarını yeteneklerine, birikimlerine değil de güç sahipleri nezdindeki konumlarına borçlu olan bu kişileri ifade edecek daha açıklayıcı bir kelime bulamıyorum. İktidarda olmak dışında hiçbir ilke, hiçbir değer onları sınırlamıyor. Onlar patlıcana değil, padişaha övgüler dizen meşhur hikâyedeki dalkavuğa benziyor. Hani sırf padişah sevdiği için her Allah’ın günü patlıcana övgüler düzen dalkavuğun hikâyesi. Günün birinde sultanın “Bıktım bu patlıcandan.” lafı üzerine, anında patlıcanı yerden yere vurmaya başlayınca padişah, “Biraz önce övüyordun.” deyince o muhteşem cevabı veriyor: “Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum.”
Sorun Erdoğan’ın kişiliğiyle ilgili bir sorun değil, bütün tarih boyunca, bütün toplumlarda görüldüğü üzere iktidarın kişiselleşmesi sorunu. İktidar sadece bir tek kişinin isteğine ve iradesine bağlandığı zaman ezelî ve ebedî kurallar hemen devreye giriyor. İktidar alanı tek bir kişinin tekeline girdiği için daralıyor. Daha önce geniş bir yelpazede yer tutanlar, bu dar alana nüfuz etmek ve orada kalmak için rakipleriyle kıyasıya bir mücadeleye girişiyor. Kişisel iktidar, kurumları ve kuralları aşıp tek başına suyun başına yerleştiği için yakın çevresindeki iktidar rekabeti de oradaki yaşam alanına tutunmak için kızışıyor. Vefa, İstanbul’da bir semtin adına, liyakat ve ehliyet gereksiz teferruata dönüşüyor. Körü körüne sadakat, sorgusuz itaat ve tabii sınırsız dalkavukluk bütün meziyetlerin ve vasıfl arın önüne geçiyor.
Lider ile birlikte yola çıkan, zor eşikleri birlikte geçen ‘dava arkadaşları’ ve ‘yakın çalışma arkadaşları’ şaşırıyor, hayal kırıklığı yaşıyor ve darmadağın oluyor. Büyük idealler, büyük hayaller yerini kişiselleşmiş iktidarın hevâ ve hevesine bırakıyor, buharlaşıp yok oluyor. Aldatılmışlık, hayal kırıklığı, haksızlığa uğramışlık ve yenilmişlik duygusu gözden düşenlerin yüreğine derin bir acı ile çörekleniyor.
Davutoğlu’nun ‘ızdırar hali’ ile başbakanlığı ve parti başkanlığını bırakmasından sonra iktidar mahallesinde büyüyen kavga ve iyice ayağa düşen ağız dalaşı, işte bu tepedeki su başının hemen dik yamaçlarında geçiyor. Gözdeler gibi iktidar organizmasına yapışma yeteneği yeterli olmayan bir çok ismin ayağı kayacak ve bizim bulunduğumuz yere, ta aşağılara kadar yuvarlanacaklar. Dalkavuklukta daha sınırsız, daha ilkesiz ve çıkarları önündeki bütün engelleri ezip geçme becerisi daha yüksek olanlar başarılı olacaklar. Gözden düşenleri teselli edelim. Bu devirde makbul adam olmak iyi değil; bir de paralel damgası yeseniz, hiç olmazsa evlatlarınızın soyadınızı utanmadan kullanma şansı olur.
Bir de öbür taraftan bakın: Kişisel iktidarın, dikta rejiminin, hukuksuzluğun, zorbalığın sonunu su başına yerleşen bu asalaklar getirecek. Zorbalık ve keyfilik yüzünden suyun başı kirlendikçe, siyasetin ezelî tabiatı hükmünü yürütecek, kişisel iktidar bu asalaklar yüzünden enerjisini, çevikliğini, becerisini kaybedecek.
Gözdeler, paralı askerler, devşirmeler ve asalaklar… Surları yıkmaya gerek kalır mı?