İsrail’e Ihtiyacımız Var da Avrupa’ya Yok Mu? – Kerim Balcı

KERİM BALCI
Artık AKP döneminde Türkiye’nin hiçbir dış politikası olmadığına inandım. Türkiye’nin AB üyeliği için Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmamış reformları yaptığı dönemde de bir dış politikası yoktu AKP’nin, dün ezeli düşman ilan ettiği İsrail’e kur yapmaya başladığı dönemde de… ‘Beşar Esad kardeşim’ döneminde de bir Suriye politikamız yoktu, ‘Terörist, katil Beşar Esed’ döneminde de olmadı…
Yapılanlar ‘Ne ister halkım? Ne verim halkıma?’ salaş restoran garsonu ağzıyla yapılan iç politika sığlığından ibaretmiş. ‘Stratejik Derinlik’ filan hak getire…
‘Stratejik Tutarsızlık’ diye bir dış politika doktrini olabilir mi? Sanki öyle bir doktrinimiz var da bilinçli olarak muhataplarımızı ‘Bizim bir sonraki hamlemizi tahmin bile edemezsiniz; biz adamı böyle ters köşeye yatırırız işte!’ imtihanından geçiriyormuşuz gibi bir durumumuz var.
Bazen, ‘Acaba saraydaki zat, halkın ekseriyetinin onunla birlikte söylem değiştirmesinden sinsi bir haz alıyor olabilir mi?’ demeden edemiyorum. Aynı halka, bazen sadece birkaç gün arayla, birbirine taban tabana zıt siyasetleri alkışlatmak bir başarıdır elbette… Acaba bu başarının verdiği özgüvenle, ‘Biraz da dünya liderlerini maymuna çevireyim!’ demiş olabilir mi? Mesela iki gün önce kendi başkanlığını yaptığı bakanlar kurulu toplantısında vize muafiyetine karşı Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıs Rum Kesimi vatandaşlarına vizeyi kaldırtan biri, iki gün sonra Avrupa Birliği’ne ‘Git, kiminle anlaşıyorsan anlaş!’ restini çekip, sonra sarayının bilmediğimiz odalarından birinde, katıla katıla gülmüş müdür?
Belki de mesele ‘Ne verim halkıma? Ne yersin halkım?’ garsonluğunu çoktan aşmış, gidecek başka bir restoran olmadığını ve menünün de kendisine fazla bir şans tanımadığını bilen müşterinin ‘Ne versen yerim usta!’ çaresizliğine ulaşmıştır.
Düne kadar bütün dünyayı karşımıza alarak yanında durduğumuz İran tam da bizim geleneksel müttefikimiz ABD ile arayı bulmuşken, biz İran’a çakmaya niye başladık? Çakacaktık madem – ki benim İran yayılmacılığından ne kadar endişe ettiğimi bütün okurlarım bilir – Lübnan gibi Hizbullah tarafından kontrol edilen bir ülke bile BM Güvenlik Konseyi’ndeki ambargo oylamasında çekimser oy kullanırken, biz niye ret oyu verdik?
Veya Şeyh Ahmet Yasin katledildiğinde devlet terörüyle itham ettiğimiz, Mavi Marmara sonrasında ‘Dünyanın her yerinde yalnızlaştıracağız, komutanları uçağa bile binemeyecekler!’ dediğimiz İsrail’in neyine o zaman ihtiyacımız yoktu da şimdi var? ‘İsrail’e ihtiyacı olan biz değiliz de Suudi Arabistan, bizim de Suudların neyine ihtiyacımız olduğunu anlarsın sen!’ derseniz, o başka…
Şimdi de mülteci iadesi – vize muafiyeti değiş-tokuşunda bir garip noktaya geldik. Vize muafiyeti için bizden istenmiş 72 şarttan yetmişini yerine getirmişiz. Bunların içinde, bahsettiğim gibi geleneksel Kıbrıs politikamızı ıskartaya çıkaran bir karar da var. Terörle mücadele yasasının AB normlarına uydurulması şartı da baştan beri orada. Yapacağız demişiz. Ne oldu da AB’ye ‘Siz yolunuza, biz yolumuza!’ resti çekiyoruz?
Ülkenin maliye bakanı sıfırı tükettik diye bas bas bağırıyor. Rusya’ya çektiğimiz restin ekonomik maliyeti ortada. Avrupa, ülkenin bir numaralı yabancı yatırımcı kaynağı. Sadece İspanya’nın Türkiye’deki yatırımları, Avrupalı olmayan bütün dış yatırımcıların toplamından daha büyük. Dış ticaretimizin yarısını Avrupa Birliği ile yapıyoruz. Ülkedeki irili ufaklı 41.000 yabancı firmadan 6.000’i Alman… Bir o kadarı da Hollanda ve Belçika’dan…