CELİL SAĞIR
Ülke yine akıl ve vicdan sınırlarının alabildiğine zorlandığı günlerden geçiyor. Başbakan Davutoğlu’nun Saray darbesiyle devrilmesini havuz medyası, “Veda değil, vefa”, “Nezaketle bıraktı”, “Kriz tacirleri avucunu yaladı.”, “Ak Parti farkı” gibi manşetlerle duyurdu.
Sanırsın, canlı yayınlanan konuşmasında Davutoğlu, “Refik bildiklerim MKYK’da refik gibi davranmadı.”, “Benim tercihim değil, zaruret” dememiş… Sanırsın sağlık sorunları nedeniyle ya da ailesine daha fazla vakit ayırmak istiyormuş da ayrılmış…
Anlıyorum; siyasi bir defin töreni var… Ve “vefalı”, “nazik” vs. gibi ifadelerle “merhumu iyi bilirdik.” diyorsunuz. Peki, neden aklı başında biri çıkıp da “Yahu madem iyi biriydi de neden diri diri gömüyorsunuz bu adamı?” diye sormuyor.
Davutoğlu, elbette nezaketle gidecek. Saray’a yan bakması halinde binlerce “pelikan” tarafından gagalanacağını ve milyonların gözü önünde “refikleri” tarafından linç edileceğini bilmez mi!
Yüzde 49,5 ile seçim kazanmış, 317 milletvekili bulunan bir partinin lideri dünyanın neresinde seçimle değil de anayasal/yasal anlamda hiçbir yetkisi olmayan bir cumhurbaşkanı tarafından alaşağı edilir?
Dünya da bu duruma hayret etmiş olacak ki, “Erdoğan, Davutoğlu’nun altındaki halıyı çekti.” (Economist), “Erdoğan, Davutoğlu’na komplo kurdu.” (Times), “Türkiye’de tek adam yönetimine daha da yaklaşıldığından korkuluyor.” (Guardian), “Davutoğlu iktidar mücadelesinin kurbanı.” (F. Times) yorumlarında bulunmuş…
Davutoğlu neyi başardı?
Gelelim Sayın Davutoğlu’na… Kendisi veda konuşmasının önemli bir kısmında görevi devraldığı 29 Ağustos 2014’ten beri iç ve dış politikada ne kadar başarılı bir başbakanlık yaptığını anlattı.
Peki, ne kadarı gerçeklerle bağdaşıyor? Uzmanların neredeyse tamamı dış politikada bir başarıdan ziyade enkaza işaret ediyor.
Davutoğlu’nun mimarı olduğu “komşularla sıfır sorun” politikası, ilk yıllarda olumlu neticeler verse de ilk sınavı olan Arap Baharı’nda yerle bir olmadı mı?
“Esed haftalar içinde gidecek.” diyerek girdikleri macerada İran, Hizbullah ve Rusya ile savaşılacağını dâhi hesap etmediklerini gördük. Sonuç, Afganistanlaşan bir Suriye ve Pakistanlaştırdığı bir Türkiye.
3 milyon Suriyeli mülteci, bir PKK devletçiği, Kilis ve civarına füze yağdırmasını çaresizce seyrettiğimiz bir IŞİD belası var. Tesellimiz ise apar topar kaçırdığımız Süleyman Şah türbesi.
Uçağını düşürdüğümüz için Suriye’de elimizi kolumuzu bağlayan Rusya ile ne yapacağımızı ise bilemiyoruz.
“Bizden habersiz yaprak bile kıpırdamaz.” dediğimiz Ortadoğu’da içine düştüğümüz durum, bizi seçim meydanlarından yüklendiğimiz İsrail ve Sisi Mısır’ının kapısına sürükledi. İsrail’in NATO’da temsilcilik açmasına onay verdiğimizi önceki gün öğrendi halkımız.
Davutoğlu’nun kış uykusuna yatan AB sürecini, mülteci krizi bağlamında bile olsa Saray’a rağmen canlandırma çabaları ve vize anlaşmasını ise olumlu haneye yazmak gerekiyor. AB’nin bilinçli bir şekilde Davutoğlu’nu muhatap aldığı bu süreci Erdoğan’ın nereye sürükleyeceğini dün yaptığı “herkes kendi yoluna” açıklamasıyla görmüş olduk.
ABD ile ilişkilerimiz ise bölgedeki sıcak gelişmelerin dayattığı askeri işbirliği ve Obama ile poz verme seviyesine doğru yol alıyor. Aklı başında insanlar, Batı’nın Türkiye ile herhangi bir otoriter rejimle kurduğu ilişki tarzına yöneldiğini görmenin ıstırabını yaşıyor.
Helallik en zor mesele
Davutoğlu konuşmasını helallik isteyerek bitirdi. Kendisine dair eleştirel bir twitim nedeniyle 1 yıl 2 ay hapis cezası almış birisi olarak hakkımı helal ederim etmesine de…
Lakin, kişisel bir kinle 2 yıldan beri sürgün edilen, hapse atılan, şirketi, okulu, yurdu gasp edilen bürokratlar, öğretmenler, hayırsever amcalar, teyzeler eder mi?
2,5 yıl PKK’nın yığınak yapmasına göz yumduktan sonra siyasi çıkar için masayı devrip şehirlerine sokulan tanklarla evlerinden edilen on binlerce insan eder mi?
Aynı siyasetin bir sonucu olarak 10 ayda verdiğimiz 500’e yakın şehit ve aileleri eder mi?
Ya evlerini, yurtlarını ve hayatlarını kaybeden Suriyeliler?