Kerim Balcı
Doğrusu, akıllarını paralelle bozmuş yamuklar konuşurken hiç üzerime alınmam. Bireysel şizofreni için geçerli olan şu iki gözlem toplumsal şizofreni için de geçerlidir: Birincisi, hasta, nefret objesini hakkında en fazla malumat sahibi olduğu kişi veya gruptan seçer… Yani eğer bir şizofren dostunuz sizin MOSSAD ajanı, İlluminati Başkanı, şeytanın yeryüzü temsilcisi, Deccal’in sağ kolu filan olduğunuzu zannediyorsa, bunun sebebi sizi fazlasıyla sevmesi veya en azından sizin o kişinin hayatının vaz geçilmez bir unsuru olmanızdır. İkincisi, şizofrenin kurguladığı dünyada size biçtiği rolden rahatsız olursanız, sizde de biraz var demektir. Ya, adam hasta! Sen değilsin ki onun bahsettiği paralel!
Cübbeli Ahmet Hoca paralele beddua ediyormuş. İsrail’den filan emir alan bir paralel yapıya inanıyormuş. E, ben de o bedduaya âmin derim. Allah İsrail’den emir alan, CIA ile iş kotaran bütün paralel yapıların belasını versin. Yerin dibine geçirsin.
Dünkü gün bir başkası paralel ihanet şebekesinin ülkemize verdiği zararın büyüklüğünden bahsederken bu şebekenin Türkiye’nin en parlak beyinlerini ‘şahsiyetsiz, kişiliksiz, riyakâr robotlar haline dönüştürdüğünden’ bahsetmiş. Bu paralel teranesini hiç üzerime ve Hizmet Hareketi’nin üzerine alınmamakla birlikte Türkiye’nin en parlak beyinleri denince aklıma birkaç isim gelmedi değil. Mesela Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu aklıma geldi. Sonra, Dr. İbrahim Kalın’ı hatırladım. Sonra, dehasına şahit olduğum eski dostlarımdan Prof. Dr. Naci Bostancı ve Prof. Dr. Yasin Aktay aklıma geldi. Tam bu paragrafı kapatırken Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ü saymadığım aklıma geldi. Türkiye’nin en parlak beyinleri bunlar. Türkiye’nin beyninin sağ lobu diyelim. Solda elbette başka parlak beyinler de vardır…
Öyle yamuk ağızlı konuşacak biri değilim. ‘Şahsiyetsiz, kişiliksiz, riyakâr’ sıfatları, bu isimlere yakışır mı yakışmaz mı ona tarih karar verecek; ama benim ağzıma yakışmıyorlar. Benim köşemde de yerleri yok. Ama bu beyinlerin bir hayal uğruna israf olduklarını söyleyebilirim. Benim kanaatimce hocalıktan başbakanlığa inilir. Sayın Davutoğlu şimdi oradan da daha aşağılara inmiş durumda. Seyyid Hüseyin Nasr ile İslam âleminde bir medeniyet kalkışması olabilir mi konusunu tartışırken, İbrahim Kalın’dan bahsederek ‘Böyle dehaları siyasete kurban verdikçe olmaz.’ demişti bana. Yasin Aktay’ın salavat getirerek Erdoğan’ı metheden şarkısını duyduğumda aklıma ‘şahsiyetsiz, kişiliksiz, riyakâr’ sıfatlarının hiçbiri gelmemişti; ama Aktay’ı hangi yapı bu hale getirdiyse Türkiye’ye çok büyük bir kötülük yapmıştır, doğrudur…
Hizmet ve dahi denince aklıma gelen isimler de var. Prof. Dr. İhsan Yılmaz’ı düşünüyorum mesela… Ahmet Kurucan da bir dâhidir… Dahi olduklarını bulundukları her ortamda belli eden bu isimlerin yanında, dehalarını her ortamda saklamayı başarabilenler de var. Onlara ayrıca hayranım ben. Ne İhsan ne de Ahmet abiler adına konuşamam. Hizmet’in dehalara ne yaptığını dehalar söylesin. Ben orta zekâlı biri olarak şahidim ki Hizmet olmasaydı şimdi ya başarısız bir çiftçi idim ya da rahmetli babamın varlığından utanacağı bir evladı olmuştum.
Dehalar sadece şehvetlerine yenilip kaybolmuyor. Servet de, şöhret de, maceraperestlik de, yönetme ve hükmetme arzusu da, mehdiyyet ve mesihiyyet arayışları da dehaları yutup tüketen dalgalardır… Türkiye’nin en parlak beyinlerini kendilerinden çok daha sönük bir beyinciğin arkasından giderken, inanmadıkları şeyleri desteklerken, özelde güldükleri şeyleri kamusal alanda alkışlarken görünce ben de öyle diyorum: Bu dâhileri her kim bu hale getirdiyse ülkemize çok büyük bir ihanet etmiştir…