‘Ankara Kriterleri’nden Geriye Kalan… – Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Avrupa Birliği’ne girmek zorunlu değil. 1959 yılından bu yana tercihimiz bu. Aslında Türkiye’nin AB üyeliği hedefi, Türk modernleşmesi olarak tek bir potada ele alabileceğimiz yaklaşık 200 yıllık bir değişim ve dönüşümün temel hedeflerinin esas rotasını temsil ediyor. AKP iktidara geldiğinde AB siyasi kriterlerini gerçekleştirme yolunda birçok reforma imza atmıştı. İnsan hakları, azınlık hakları, bireysel özgürlükler, medya özgürlüğü gibi alanlarda önemli ilerlemeler sağlanmıştı. Esasen Türkiye-AB ilşkilerinde “moral üstünlük” Türkiye’deydi, çünkü AB Türkiye’nin 2004 yılında Kopenhag Kriterleri’ni sağladığını kabul etmiş, Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatma kararı almıştı. Sonrasında çeşitli siyasi sebeplerle – özellikle Kıbrıs’ta Rum kesiminin AB üyesi olması ve bunun getirdiği komplikasyonlar ile Almanya ve Fransa başta olmak üzere etkili bazı AB üyelerinin Türkiye’nin üyeliği konusunda olumsuz bir pozisyon almaları – müzakereler “ucu açık” ve son derece problemli bir şekilde seyretti. Buna karşılık 2003-2009 yılları arasındaki dönemde AKP hükümeti sıklıkla AB’nin bu tutarsız ve hakkaniyetten uzak tutumuna karşı, “Kopenhag kriterlerine Ankara kriterleri der, yolumuza devam ederiz” stratejisini izlemeyi seçti. İşte “moral üstünlük” dediğim tam da bu. Çünkü Türkiye için önemli olan AB üyeliğinden ziyade AB standartlarıydı. Doğrusu da buydu zaten. Eğer siyasi, ekonomik ve diğer alanlarda AB standartlarını gerçekleştirebilirsek, vatandaşlarımız daha iyi bir ülkede yaşayacak, çocuklarımız daha iyi bir geleceğe sahip olacaklardı. Bu “moral üstünlük” Türkiye’ye çok prestij sağladı, insanımızın özgüvenini arttırdı, AB içerisindeki Türkiye dostlarının argümanlarını güçlendirdi.
Bunlar mı Ankara kriterleri?
Beni ilgilendiren ise bu “moral üstünlüğün” neden kaybedildiği meselesi. Ne oldu da “Ankara kriterleri der, yolumuza devam ederiz” tutumundan vazgeçti AKP? Bu bir iç dinamikler-dış dinamikler sorunu esasen. Acaba demokratikleşmemizi sadece iç dinamiklerle tamamlayabilecek miyiz, yoksa bunun için dış dinamiklere – mesela AB üyelik süreci ve onun yol haritasına – mutlaka ihtiyaç duymakta mıyız? Bu sorunun kesin cevabı,“Evet, mutlaka AB sürecine ihtiyacımız var”. Çünkü bu süreç akamete uğrarsa, AB standartlarında bir demokrasi amacımız giderek Alis Harikalar Diyarında türünden bir masala dönüşecek. Yaşadıklarımız bunun en büyük kanıtı değil mi? AB pusulası olmadan Ankara kriterlerinin bizi nereye getirdiği ortada. Parti devletinin tekamülü ve polis devletinin 1980’lerdeki küllerinden doğuşu, Kürt sorunu ve terör meselelerinin aklı selimden uzaklaşarak ele alınması, toplumsal kutuplaşmanın son sürat derinleşmesi, çeşitli grupların “takibata uğratılması” ve iç düşman imajlarının parti eliyle şekillendirilerek toplumun bu yönde endoktrine edilmesi, hukuksuzluk yetmezmiş gibi hukuk devletinin bitirilmesi; bunlar mı Ankara kriterleri? Kürt mahallelerinin ağır silahlarla bombalanması ya da 1915 sonrasında ülkede bir avuç Ermeni kalması daha mı kolay izah edilebilecek?
Türkiye, AB’den tercihen mi uzaklaşıyor?
Aslında AB’nin bir dış faktör olarak üye adaylarının demokratikleşmelerine katkıda bulunması olgusu sadece Türkiye için olan bir şey değil. Yani kompleks duymamızı gerektirecek bir şey yok bunda. Mesela Yunanistan, Portekiz, İspanya ve eski Bloku ülkeleri, AB süreci ile demokratikleştiler. Bu saydığımız ülkelerin masif demokrasi problemleri vardı geçmişte. Avrupa yöneliminin demokratikleştirici etkisini bir eziklik ve aşağılık duygusu ile okumamak gerekiyor. Dahası, “bizi almıyorlar nasılsa, ne gerek var bu reformlara” yaklaşımının da acilen terk edilmesi lazım. Bu yaklaşımın bizi getirdiği noktadan memnun değilsek, elbette. Sahi “yeni Ankara standartlarından” memnun ve mesut hayatına devam edenler, çocuklarının böyle bir ülkede büyümelerini mi tercih ediyor? Rekabet edebilen ve başaracağına inanan özgüvenli bir gençlik yerine, kendini yerel kısır sorunların hiç de doğurgan olmayan psikolojisine odaklayan, aşır uç ideolojilerin sosyalleştirdiği bir gelecek mi hayal ediyorsunuz yoksa? Lokal olan daha mı rahat kontrol edilebiliyor? AB standartlarında basının, akademinin, muhalefetin, azınlıkların, kadınların, tercih etmediğiniz hayat tarzlarının sesinin kısılması kolay olmuyor mu? Bu mudur endişeniz? Yoksa rejim değişikliği hedefinizin çok sırıtacağının mı ayırdına vardınız? Küme düşen yönetimler liginde Rusya, Çin, İran, Ortadoğu ülkeleri gibi aktörler arasında kendi yaşam standartlarınızı ve yönetim küktürünüzü daha fazla yaşayacağınızdan, kendinizi daha iyi hissedeceğinizden mi eminsiniz yoksa? Daha mı kolay oluyor hesap sorulamayan ülkeler liginde yolsuzluk yapmak?
AB bakanı Volkan Bozkır, Avrupa Parlamentosu raporu için “yok hükmünde” demiş. Hayır, yok hükmünde olan rapor değil aslında. AB reformları ile demokratikleştirdiğimiz siyasi sistemimiz yok hükmünde. Anayasamız yok hükmüne düşürülüyor. Bir de kendimizin asla sahip olamadığı, ama en azından çocuklarımızın geleceği, güzel yarınları için ümit ettiğimiz demokratik, barış içinde var olan, müreffeh bir ülke. Avrupa Parlamentosu raporunun tescillediği sadece bu.