Kaddafirdoğanizm

İhsan Yılmaz
Türkiye, kendi vatanımız olmasa, zevkle bin bir ders çıkarılacak, yüzlerce araştırma konusuna malzeme verecek müthiş bir sosyal bilim laboratuvarı. Aklıma gelen yarım yamalak fikir nüvelerini, okuyucularımın sabrına sığınarak, ileride kendimin ya da başkalarının derinlikli araştırmalara konu olması için, bu köşeye not alıyorum. “Kaddafirdoğanizm” kavramı da böyle bir şey. Birbirine benzeyen ve de benzemeyen yönleri olan bu iki kişiliğin ve daha da önemlisi icraatları ile ortaya çıkan ideolojilerinin ortak noktalarından yola çıkıyorum.
Temel olarak, “Kaddafirdoğanizm” kavramı ile yapmacık ve altı boş bir Batı düşmanlığı ile subaltern halk kitleleri üzerinde etkili olan ama muhaliflerine zulmeden, ülkesini aile ve kabile şirketi haline çevirmiş ama bunu yaparken de demokratik dünyada hem kınama hem de alay konusu olmuş bir ideolojiye referansta bulunuyorum. Kısaca Kaddafi’nin ülkesinde ve dünyada yaptıklarını özetleyeceğim. Okuyucu Kaddafi’nin Erdoğan’la benzerliklerini ve değişik yanlarını kendisi ayırt edecektir. Derdim fani şahıslar değil.

Bir siyaset bilimci olarak bazı ideolojilerin farklı kılıflar altında ne kadar yaygın olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.
Kansız bir darbe ile 1969’da yönetimi ele geçiren Kaddafi, “emperyalizmden ülkeyi kurtarmak” teması ile Libya’yı yönetti. Ama kapalı kapılar arkasında Batılılar ile her tür kirli ilişki içine girdi; onlarla poz vermekten zevk aldı. Öldüğünde milletinden çalıp Batılı bankalara yatırdığı milyar dolarlara da muhtemel Batılılar kondu. Komşu ülkelerle başarısız sınır ve toprak savaşlarına girişti. Ümmetin olmasa da, Afrika birliğinin lideri rolünü oynamaya çalıştı. Sık sık Batılı güçlere kafa tuttu. Ülkelerinin süfli maddi menfaatleri için kendine katlanan ve halkına her tür zulmünü genelde hoş gören Batılı devletlerin büyükelçilerine her fırsatta fırça attı.
Yabancı ülkeleri ziyaretinde sıklıkla başka liderlerin istemediği özel isteklerde bulundu. Batılı başkentlerde medeniyetinin haşmetini göstermeyi çok sevdi. Bunu oralarda kurduğu büyük çadırlarla başardığını düşündü. Para ile tuttuğu yüzlerce genç ve güzel kıza Batılı başkentlerde toplu şehadet getirme törenleri düzenleyerek halkına bol bol “İslam’a hizmet eden ümmetin büyük lideri” pozu verdi. Dünyanın her yerindeki İslamcı militanları devrim yapmaları için fonlardı.
“İslami idare” kurma iddiası ile, kararnamelerle ülkeyi yöneten bir tür başkanlık rejimi kurdu. Petrol parası ile tepeden inme sosyal mühendislik programları finanse etti. Pek çok fakire para dağıttı. Tıp ve eğitim hizmetleri ile toplumun alt tabakalarının gönlünü fethetti. Gittiği yerlerde hükümet zoru ile ya da para ile toplanmış kalabalıklar birikirdi. Kendini bir moda ikonu olarak gören Kaddafi’nin çevresindekiler giydiğinin benzerini giymek için yarışırdı. Lafta halk adamı idi ama sadece kadınlardan oluşan büyük bir koruma ordusu, Ukraynalı hemşireleri, içinde jakuzisi olan özel uçağı vardı. Ülkede, resmi her yerde idi. Sözleri tüm duvarları süslerdi.
Popüler demokrasi söylemi ile direkt demokrasiye geçişi iddia edip her ciddi kararı şahsen alır hale geldi. 1977’de cumhuriyeti lağvetti. Hayatının sonlarına doğru ordunun başkomutanı unvanını daha çok sever ve kullanır oldu. Şahsi güvenliğini bir obsesyon haline gelmişti, kendisi uçarken havada hiçbir uçak olmasını istemezdi, sık sık yattığı mekânı değiştirirdi. Korumaları pek meşhurdu. Oğulları karşısında bütün devlet erkânı hazırolda dururdu.Muhaliflerine acımasızdı, gerekirse işkence de dahil her türlü zulmü yapardı. Tam bir polis devleti kurmuştu, sendikalar ve özgür basın yasaktı.
Kabilelere bölünmüş halkı ise birbiri ile didişmekle meşguldü.
(Kaynak: Meydan gazetesi)