Sorun Tahmin Ettiğimizden Çok Daha Büyük!

Geçen hafta Brüksel’i kana bulayan saldırılardan iki gün önce bu şehirdeydim. EPC’nin davetlisi olarak katıldığım panelde Türkiye’nin istikametini konuşmuştuk. Brüksel’e doğru yola çıkarken içimde ciddi bir endişe vardı. Zira sadece bir gün önce Paris saldırılarının düzenleyicisi IŞİD’li terörist silahlı bir operasyonla ele geçirilmişti. Hemen hepimiz IŞİD’in intikam eylemi düzenleyeceğini biliyorduk.

Brüksel’in saldırıya uğrayacağını 15 yaşında çocukların bile tahmin edebildiği bir dönemde ülke istihbaratının bu kanlı saldırılara engel olmayışı muhtemel ihmallerle birlikte IŞİD’in terör eylemlerinde ne kadar profesyonelleştiğini de gösteriyor.
Brüksel saldırısı akabinde Bild gazetesi “savaştayız” manşeti ile çıktı. Savaştaysanız uzun süre tarafsız kalamazsınız. Biz daha ziyade Avrupalı görünüme sahip sakalsız erkekler olarak öfkeli bakışları hissetmesek de tesettürlü hanımefendiler artan terör olayları karşısında “suçlu ayağa kalk” önyargısına maruz kalmakta. Sivillere yönelik her terör eylemi sonrasında Müslümanlar üstündeki baskı biraz daha artıyor. Koskoca İslam coğrafyasında güzel bir haberin gelmediği din adına en karanlık günleri yaşıyoruz.
Terör olayları karşısında gerçekçi olmayan Müslümanlar verdikleri klişe ve komplo teorilerine dayalı tepkilerle ancak kendilerini kandırır. “Bu örgütleri ABD ve İsrail kuruyor”, “Ortadoğu’da yapılan hatalar terör örgütlerinin zeminidir”, “Onlar da Müslümanlara şunları yapmışlardı…” gibi bazen haklılık payı olsa da klişe ifadeler ve artık kimsenin duymak bile istemediği ezber tepkilerle hiçbir yere varamayacağımız görülmüyor mu? Kendi içinden çıkan, katili, hırsızı, zalimi, tecavüzcüyü bile aklamaya hazır bir İslamcılıkla kronik sorunlarımızın hangisini çözebiliriz? Halının altına süpürecek yer de kalmadığı için pislik içinde yaşamak İslam coğrafyasının kaderi olamaz.
IŞİD teröristlerinin fetvalarını çürütüp “hayır, din bu değil. Yanılıyorsunuz” dedikten sonra alternatif ve cesur bir söylemi ortaya koyabilecek kaç din alimimiz var? Eyleme dökmeye cesaretleri olmasa da İslam coğrafyasının din anlayışı, şiddeti reddetmeyen, temsil vazifesi ile kitlelere en kıymetli mesajı ulaştırma niyet ve gayreti olan kaç alternatif adres var? Gayri Müslimlerle aynı platformda cesurca konuşup diyalog kurup derdimi anlatabilirim diyen tertemiz gençleri “diyalogcu” diye yaftalayanlar mı bu devasa sorunları çözecekler?
IŞİD sorunu etkin bir şekilde görünür olmaya başladıktan sonra her kesimden ulaşabildiğim ilahiyatçılara “gidişata karşı cesur bir çıkış yapamazsanız, 90’lı senelerde Sırp’ım diyemeyen, eski Yugoslavya’danım, ya da Sırp’ım ama… demek zorunda kalan insanlar gibi Müslüman’ım ama.. demek zorunda kalıp kimliğimiz ve tercihlerimiz hususunda izahat vermek zorunda kalacağız” demiştim. Kendimizi kandırmayalım. Uzun zamandır bu evredeyiz.
Kıymetli meslektaşım Prof. Dr. İhsan Yılmaz’ın Meydan gazetesinde ortaya koyduğu çerçeve başta ilahiyatçılar olmak üzere sosyal bilimcilerin öncelikli gündemi olmalı. “Dinin asıl maksatlarının ve dinin ruhunun ışığı altında, ibadetler ve naslar dışındaki sosyo-kültürel faktörlerden etkilenmiş, içtihat ürünü pek çok hususu,  bu devre göre tekrar değerlendirmek, artık bazı fetvaları tarihteki yerlerinde bırakmak ve bugün uygulanmalarının gayrı-İslami olacağını karar altına almak elzem.”
Bilimde, sanatta, estetikte, edebiyatta ve ahlakta neden İslam dünyası gözle görülür bir ilerleme sağlayamıyor? Sorun İslamcıların ifade ettiği gibi özümüze dönememekte mi yoksa Kuran’ı ve temel kaynakları bugünün gerekleri zaviyesinden okuyup yeniden yorumlamamamız da mı? Masanın bir tarafına IŞİD diğer tarafına Diyanet’in fetvacıları otursa tartıştığımız temel sorunlar hususunda ne kadar görüş ayrılığı yaşarlar? Pratikte farklı hayat tarzları ve tercihleri olsa da teoride örneğin fıkıha bakışları birbirlerinden ne kadar farklıdır? Başka sorum yok…