Prof. Dr. Vedat Demir: tek Sesli Medya Demokrasiyi Çürütüyor

– Can Dündar ve Erdem Gül meselesi ciddi bir kırılma noktasıdır. Basın özgürlüğü şu anda can çekişiyor. Yaşayıp yaşayamayacağını bu hadiseden sonra göreceğiz.
– AK Parti 2003’ten itibaren TMSF eliyle kendi medyasını oluşturdu. 1 Kasım seçimlerde ilk defa medyanın bu kadar tek sesli olduğunu gördük. Bu, demokrasiyi çürütüyor.”
– Medya tutuklu gazetecilere duyarlı değil. Gazetecilerle ilgili problemlere ‘sizden mi bizden mi?’ diye bakılıyor. Habercilik açısından da utanç verici bir dönem yaşanıyor.
– Kayyım müessesi, medyayı susturmak ve tek sesli bir medya oluşturmak için kullanılıyor. Anayasanın 29 ve 30’ncu maddeleri göz göre göre ihlal ediliyor. Suç işleniyor
SÜLEYMAN KAYHAN, İSTANBUL
Kayyım yoluyla el koyma kararları, gazetecilere açılan davalar ve tutuklamalar ile basına yönelik tehditler Türkiye’de medya özgürlüğünü bitme noktasına getirdi. İletişim uzmanları ortaya çıkan vahim tablo konusunda önemli uyarılarda bulunuyor.
Basın Konseyi eski Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat Demir de bu isimlerin başında geliyor. Siyaset-medya ilişkisine dair gazetemize önemli açıklamalarda bulunan Demir, Türkiye’de basın özgürlüğünün can çekiştiğine dikkat çekiyor. Can Dündar ve Erdem Gül davasının da basın özgürlüğünün kaderini belirleyeceğini düşünüyor. Anadolu Ajansı ve TRT’ye sert eleştirilerde bulunan Vedat Demir, “Anadolu Ajansı tamamen iktidarın propaganda bülteni gibi çalışıyor.” diyor. AK Parti’nin 2003’ten itibaren TMSF eliyle kendi medyasını oluşturduğunun altını çiziyor: “Tek seslilik demokrasiyi çürütüyor.” Vedat Demir’in Türkiye’deki basın özgürlüğüne yönelik tespit ve uyarıları özetle şöyle:
Can Dündar davası belirleyici
Dünyanın hiçbir yerinde yaptığı haber sebebiyle gazeteci tutuklanamaz. Bu kabul edilemez. Haberle ilgili teknik ve etik problemler varsa tartışılabilir. Yaptığı haberlerden dolayı gazetecilerin tutuklanması basın özgürlüğünün ihlalidir. Çünkü bu, halkın haber alma hakkını ihlal etmektir, Temel insan haklarını ve anayasayı yok saymaktır. Can Dündar ve Erdem Gül meselesi Türkiye’de basın özgürlüğü için ciddi bir kırılma noktasıdır. Basın özgürlüğü can çekişiyor maalesef. Yaşayıp yaşayamayacağını bu hadiseden sonra göreceğiz.
TUTUKLU GAZETECİLER
Gazetecilerle ilgili bir problem olduğunda buna sadece basın veya gazetecilerin özgürlüğü olarak bakılmıyor. ‘Sizden mi bizden mi’ mantığıyla bakıldığı için Türk medyasının tutuklu gazeteciler meselesine duyarlı olduğunu söyleyemeyiz. İlk defa Can Dündar ve Erdem Gül meselesinde farklı taraflardan insanların bir araya gelmesi söz konusu oldu. Artık Basra harap olduktan sonra bunun çok fazla etkisi yok. 2 sene önce yapılmalıydı. Şu saatten sonra özgür ve bağımsız bir medyadan söz edemeyiz.
TEK SESLİLİK ÇÜRÜTÜYOR
1990’larda medya patronlarının siyaseti yönlendirdiği bir dönem yaşadık. 2 holding büyük ölçüde medyaya hâkimdi. Bu patronlar devletle ekonomik ilişkiye girdiler ama medyayı hep silah olarak kullandılar. Ekonomik menfaat için siyaseti desteklediler  veya ellerindeki gücü şantaj amaçlı kullandılar. Bu durum 2000’li yıllarda patladı. Devlet TMSF ve BDDK eliyle en büyük medya patronu oldu. AK Parti de bunu kendi medyası haline getirdi. Şimdi bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Bu, Türkiye’nin en önemli problemidir.  1946 seçimlerinden sonra ilk defa 1 Kasım seçimlerinde medyanın bu kadar tek sesli ve devlet kontrolünde olduğu bir seçim yaşadık. Bu durum halkın siyasi tercihlerini sağlıklı yapmasına zarar veriyor ve seçimleri tartışmalı hâle getiriyor. Demokrasiyi çürütüyor.
YAYIN YASAKLARI GENEL HALE GETİRİLDİ
Yayın yasaklarının çok olağanüstü durumlarda bu uygulanır. Türkiye’de istisnai olan durumlar genel hale getirildi. Toplumun doğru haber ve bilgi almasını engelleyen bir tedbire dönüştürüldü. Ayrıca günümüzde yayın yasaklarının bir anlamı yok. İnsanlar her halükârda bilgiye ulaşabiliyor. Burada yapılmak istenen toplumun büyük kesimine hitap eden TV’leri kontrol etmektir. Çünkü toplum TV’lerden takip ediyor gündemi.
GAZETECİLİK AÇISINDAN UTANÇ VERİCİ BİR DÖNEM
Bugünler 28 Şubat döneminden bile daha kötü yad edilecek ve tarihe bu şekilde geçecek. Sadece devletin baskısı açısından değil, basın mensuplarının, gazeteci olduğunu iddia edenlerin yapmış olduğu gazetecilik ve habercilik açısından da bir utanç dönemi olarak anılacak. Akılla, mantıkla, vicdanla izah edilemeyecek bir dönem yaşanıyor. 3-5 sene önce böyle bir dönemin olabileceğini tahayyül edemezdim. Her şey çok ümit vericiydi. Türkiye bölgesinde, komşularının gıpta ettiği çok demokratik bir ülkeydi. 2010 referandumu sonrasında askeri vesayet bitti fakat bu sefer de iktidar gücünü dengeleyecek bir mekanizma kalmadı. İktidar gücünü dengeleyecek mekanizmalar  hukuk, parlamento ve medya olmalıydı. Bunlar günümüzde işlevsiz hale getirildi. Hukuk, parlamento ve muhalefet işlevsel ve etkili hâle geldiği zaman demokrasimizin problemleri büyük ölçüde çözülür. Fakat bütün bunlar için medyanın özgür olması gerekiyor.”
AA ve TRT iktidarın bülteni gibi
Anadolu Ajansı (AA) hiçbir zaman bu kadar iktidarın propaganda aracı haline gelmedi. Her şeye rağmen haberlerine itibar edilirdi. En azından haberin unsurlarına hassasiyet gösterir, doğruluğunu teyit ederlerdi. Şu anda hiçbir şekilde habercilik hassasiyetlerine uyulmuyor. Tamamen iktidarın propaganda bülteni gibi çalışıyor. Onlarca televizyonu ve radyo kanalıyla TRT açısından da aynı şeyler geçerli. Bunu kalıcı olarak çözmenin yolu TRT’yi ve AA’yı özelleştirip devlet kontrolünden çıkarmaktır. Halkın vergileriyle finanse edilen ama halkın büyük kısmına karşı, onların hassasiyetlerini dikkate almadan tek taraflı yayın yapan bir medya kurumu olmaz.
Anayasa açıkça ihlal edildi
Kayyım müessesinin Türkiye’de medyayı susturmak ve devlet kontrolünde tek sesli bir medya oluşturmak için kullanıldığı çok açık. Anayasanın 29 ve 30’ncu maddeleri açıkça ve göz göre göre ihlal ediliyor. Bırakın el koymayı, anayasaya göre devlet, basının daha özgür ve eşit şartlarda çalışmasını güvence altına almak zorunda. Devlet haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz. Medya devletin bütün imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanır. Anayasanın 30. maddesi çok açık. Hiçbir şekilde suç aleti olduğu gerekçesiyle medyaya, yayın organlarına, matbaalara el konulamaz. Kayyımın gazetelerin dağıtımını engellemesi de bu açıdan anayasal bir suç. Darbe dönemlerinde bile gazeteler bu kadar tek sesli hâle getirilmedi, susturulmadı, el konulmadı. O kötü dönemlerde bile en azından farklı görüşler, farklı bakış açıları kendine bir şekilde yer bulabiliyordu.