Gazeteci yazar Ahmet Altan, yine çok çarpıcı bir yazıya imza attı. Haberdar.com adresinde yayınlanan yazısında Altan, ““Ölmeye alışın” diyenlere esir olup çocukların ölmesine sessizce bakacak mısınız? Neden korkuyorsunuz? Neyi kaybetmekten korkuyorsunuz?” şeklinde sordu! Çocuklarınızı kaybediyorsunuz, daha neyi kaybedebilirsiniz?
İşte Ahmet Altan’ın o yazısı:
O resimleri galiba hiç unutamayacağım. Televizyonlarda “Ankara’da patlama” yazıları aniden belirmiş, ilk alevli görüntüler ekranlara yansımış, o sırada twitter’da güzel yüzlü genç insanların resimleri akmaya başladı.
Yakınlarının Kızılay cıvarında bulunduğunu bilen, hemen telefonlarına sarılan ve açılmayan o telefonlarda zil seslerini içleri kasılarak dinleyen insanlar, aradıkları sevdiklerinin resimlerini twitter’a yüklemeye koyuldular, “gören, duyan var mı” diye sorarak.
Telefonları terli avuçlarına yapışmış o insanların hissettiklerini tahmin edebiliyorsunuz, o dehşet verici “öldü mü Allahım” endişesi, “belki telefonunu o karmaşada duymuyordur” ümidi, bir görenin “ben gördüm, iyiydi” demesi beklentisi, geçmeyen zaman, her biri saatler uzunluğunda “an”lar, kasılan ciğerler, zorlukla alınan soluklar, farkında bile olmadan akan yaşlar…
Her dakikayla birlikte “sağsalim” kurtulma beklentisinin azalması, “inşallah kurtulmuştur” duasının, “Allahım hiç olmazsa yaralı olsun, bir hastaneden sesini duyayım” duasına dönmesi.
İnsanın kendisini dinleyen, bir telefon ziliyle, bir mesajla dinlediğini ve duayı kabul ettiğini gösteren bir Tanrı’ya duyduğu ihtiyacın ateşlerle içini kavurduğu o anlarda Tanrı’yla yapılan o masum ve şiddetli pazarlıklar, “bir kere sesini duyayım, biri sağ olduğunu söylesin Allahım, yemin ediyorum bir daha asla…” diye başlayan vaatler…
O resimleri unutmayacağım.
O güzel yüzlü çocuk resimlerini.
O gülen, kahkahalar atan çocuk resimlerini.
O artık aramızda olmayan çocukların resimlerini.
Herkes gibi benim de artık içimde bir “yas köşesi”, sessiz ve solgun bir “taziye” salonu oluştu, ölü çocuklar dolaşıyor içinde, gülen resimler, genç kahkahalar dolaşıyor.
Bunları herkes gibi ben de bir daha unutmayacağım.
Ama size bir şey söyleyeyim mi, bu ölü çocuklar için duyduğum acının masumiyetini ancak bir şekilde koruyabileceğimi biliyorum, bu çocukların resimlerini ve anılarını hak ettikleri şekilde içimde taşıyabilmek için bir “şart” olduğunu biliyorum.
O “taziye” salonunda yalnızca Türk çocuklarının resimleri yok, gözünün altından vurulan beş aylık bebeğin resmi de var, bir bodrum katında yanan genç Kürt çocukları da var, “biz burada ölüyoruz” diye telefonda son kez arkadaşlarına haber veren Kürt kızları da var.
Diyarbakır, Cizre, Şırnak, Nusaybin, İdil top sesleriyle sarsılırken, “Allahın ne olur, sana sığınıyorum, sen yardım et” diye yalvaran Kürt kadınlarının ağıtları da var orada, “bir kere sesini duyayım Allahım,” diyen Kürt babaların yakarışları da var.
Bir “esfel”de yanan bu ülkede hayattan koparılan bu çocukları birbirinden ayırırsanız, masumiyetinizi kaybedersiniz, duyduğunuz acıyı kirletirsiniz.
Bunların hepsi çocuk, hepsi genç, hepsi şu zavallı insan türünün talihsiz evlatları.
Ve bu çocukların hepsi 7 Haziran’dan bu yana aslında aynı nedenden dolayı ölüme gönderiliyor…
Çıldırmış bir “yasadışı” rejim kurmak, “başkanlık” adı altında bir diktatörlük oluşturup suçlarının yargı önüne çıkmasını engellemek isteyen bir azınlığın delice bir korkuyla yaktığı yangının kurbanları bu insanlar.
Bu gerçeği saklamak için sürekli “Türk” olmaktan söz ediyorlar, Türklerle Kürtleri birbirinden ayırıp, o ayrımın yarattığı katranlı düşmanlığın ardına kendi amaçlarını gizlemek için uğraşıyorlar.
Bu iktidarın suçlarını maskeleyebilmek için hep yeni suçlular ilan ediyorlar.
Türk olmayı, Kürt olmayı bir anlığına unutup, dikkatle bir bakın.
Bunların, Kürtlerin Tayyip Erdoğan’ı “başkan” yapacağına inandıklarında söyledikleri sözleri, yazdıkları yazıları, attıkları twitler’i hatırlayın, Apo o zamanlar Ortadoğu’nun “en büyük liderlerinden” biriydi…
Demirtaş “seni başkan yaptırmayacağız” dedikten, “başkanlık” için Kürtlerden ümitlerini kestikten sonra yaptıklarına bakın bir de bunların.
Geçen Nevroz’da Diyarbakır’dan milyonlarca insana seslenen Apo nerede şimdi?
Niye tecritte?
Ne oldu, niye “Ortadoğu’nun en büyük liderlerinden biri” sessizliğe terk edildi?
Ne oldu “Kürtlerin de hakları var” sözlerine, ne oldu “Kürdistan demekten korkmayalım” açıklamalarına?
“Barış sürecinde” PKK genç bir astsubayı eşinin yanında ensesinden vurduğunda seslerini çıkarmayanlar, neden Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da yüzlerce insanı bombalarla paramparça eden IŞİD’i bir yana bırakıp birdenbire PKK’yı bombalamaya başladılar?
Neden hemen Türkiye’nin sınırları dibindeki IŞİD mevzileri değil de Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı kendi kasabalarımız bombalarla, tanklarla yerle bir ediliyor?
Neden yandaş medyada bir kez bile “IŞİD seviciler” ibaresini görmüyor da her gün “PKK seviciler” laflarına rastlıyorsunuz?
Neden IŞİD’in öldürdüğü yüzlerce insanımızın “kanının yerde kalmayacağına” dair bir laf duymuyorsunuz?
Çünkü Kürtleri düşman ilan edip büyük bir savaş başlatarak, bütün “Türklerin” oylarını alıp “başkanlık” ilan etme hesapları yapıyorlar, bunun için büyük bir Kürt düşmanlığı pompalanıyor Türk kamuoyuna.
HDP’yi PKK’nın kolu ilan ederek, ona gidecek Türk oylarının yolu kesilmek isteniyor.
Daha geçen yıl Dolmabahçe Sarayı’nın altın varaklı salonlarında “ağırlanan” HDP’liler neden bu yıl hapse atılmak isteniyor?
Bütün bunların “seni başkan yaptırmayacağız” sözüyle değiştiğini görmüyor musunuz gerçekten?
“Türklüğü”, bütün ülkeyi içine düşürecekleri bir “tuzak” gibi kullandıklarını fark etmiyor musunuz?
“Anayasaya uymayacağını” açıkça ilan eden, fütursuzca Anayasa suçları işleyen Erdoğan işi “ya benim yanımdasınız, ya teröristsiniz”e kadar getirdi.
Erdoğan’ı ya da ona bağlı iktidarı eleştirirseniz “terörist” ilan edilip hapse atılacaksınız.
Şunu Erdoğan’a ve adamlarına net bir şekilde söyleyeyim, sizin yanınızda değiliz, anayasa suçları işleyen, “yasadışı”, gayrımeşru bir rejimin yanında da olmayacağız.
Sizin yanınızda olmayanların bulunduğu fikri koordinatları belirlemek de sizin ne hakkınız ne haddiniz.
Ne yapacağımızı, nerede duracağımızı, neyi destekleyip, neyi eleştireceğimizi de size soracak değiliz.
Siz başkanlık hesaplarıyla kürekleri kopmuş kayık gibi dalgadan dalgaya savruldukça biz de sizinle savrulmayacağız.
Durduğumuz yer belli.
Barış istiyoruz, hukuk istiyoruz, özgürlük istiyoruz, demokrasi istiyoruz.
Bizim durduğumuz yer “suç” değil.
Sizin durduğunuz yer suç.
Polisi, yargıyı, medyayı yanınıza almanız bu gerçeği değiştirmez.
Siz suçlusunuz.
Sizin yanınızda duranlar suçlu.
Ve, biz orada olmayacağız, o suçları paylaşmayacağız.
——————–
(Kaynak: http://www.haberdar.com/resimler-ve-ruzgar-makale,915.html)