Venedik Komisyonu, anayasa değişikliği referandumuyla ilgili görüşünün yansıra, AKP hükümetinin 2014 yılında oluşturduğu Sulh-Ceza hakimlikleri ve yetkileri konusundaki görüşlerini de paylaştı. Komisyonun tespitlerine göre üst mahkemeye itiraz hakkının olmaması adil yargılama ilkesini ortadan kaldırdığı için Sulh-ceza hakimliklerinin kendisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) ihlal ediyor. Komisyon hakimliklere verilen aşırı yetkilerin kısıtlanmasını istiyor. Özellikle sonuç kısmında Sulh Ceza Hakimliklerinin yetersiz ve tatmin edici olmayan gerekçelerle verdiği tutuklama kararları ağır bir dille eleştiriliyor. Venedik Komisyonu sulh cezalar eliyle tutuklanan kişilerin ilk derece mahkemesi statüsündeki bir mahkeme tarafından tutukluluk durumlarının gözden geçirilmediği takdirde derhal salıverilmelerini talep etmesinin gerekli olduğuna dikkat çekiyor. Yani ‘hukuksuz tutuklamaları sonlandırın’ diyor.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bu köklü eleştirilere bakıp komisyonun açıkladığı raporu “Hayır”dan yana taraf olduğu şeklinde değerlendirmesi tuzun da koktuğunun göstergesi. Türkiye’nin AİHS, AİHM ve Venedik Komisyonu gibi uluslararası sözleşme ve yapıların vizyonu ve evrensel hukuktan uzaklaştığı yetmezmiş gibi bunu refenranduma meze yapacak kadar hafife alan tavır içine giriliyor. Ancak hem hükümet hem yargı mekanizması, Venedik Komisyonu’nun Temmuz 2014’ten beri neredeyse 3 seneye yakındır Türkiye’deki temel insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü gibi evrensel değerleri sıfırlayan bu yapıya getirdiği köklü eleştirileri dikkate alması gerekiyor.
SULH CEZA HAKİMLİKLERİNE ÖZEL RAPOR
Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası kurumların anayasal konulardaki danışma organı Venedik Komisyonu 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumundan olumlu bahsederken 2014 yılındaki yargı üzerindeki değişiklikle bu iyiye gidişin tamamen tersine döndüğünü ifade ediyor. Buna ek olarak eğer 2017 Nisan ayında yapılacak referandumun geçmesi halinde yargının tamamen siyasetin vesayeti altına gireceği uyarısında bulunuyor. Ayrıca “Türk tipi” başkanlık sisteminin güçler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırdığı görüşünde.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi İzleme Komitesi Başkanı Cesar Florin Preda’nin 2016 Mayıs ayında özellikle Sulh-Ceza hakimlerinin görev, yetki ve işleyişi ile ilgili isteği üzerine hazırlanan rapor, Adalet Bakanlığı müsteşar yardımcısı Selahaddin Menteş ile görüş alışverişinde bulunduktan sonra, 10-11 Mart 2017 tarihinde Venedik Komisyonu’nun 110. Genel Kurul toplantısında kabul edildi.
ÜST MAHKEMEYE İTİRAZIN OLMAMASI ANAYASAYA AYKIRI
Komisyon, Sulh-Ceza hakimliklerinin verdiği karara itirazların bir üst mahkemeye değil yine sulh ceza hakimliklerine yapılmasının, yani kapalı devre yargı sisteminin hukuka aykırı olduğu tespitinde bulunuyor. Komisyon, ‘gayri-hukuki’ olarak nitelediği bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesiyle güvence altın alınan adil yargılama ve etkili başvuru maddelerini de açıkça ihlal ettiğine dikkat çekiyor. Çünkü AİHM, bir davada aynı hakimin ardışık olarak görev almasının engellenmesi gerektiği görüşünde. İçe kapalı ve seçilmiş yargıçlar eliyle adli işlem yapılması, hüküm ihdası sağlıklı bulunmuyor.
AKP hükümetinin 2014’de Hizmet Hareketini bitirmeye yönelik oluşturduğu ve dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘proje’ olarak nitelendirdiği sulh ceza hakimliklerinin AİHS’nin maddelerinin ihlali olarak değerlendirilmesi son derece önemli. Komisyonun tespitiyle, adalet dağıtmak için kurulan hakimlikler bizzat kendisi hak ihlallerinde bulunuyor. Sulh-Ceza hakimlikleri kurulduktan iki gün sonra 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalını ortaya çıkaran emniyet mensuplarına yönelik sahur operasyonlarıyla gündeme gelmiş ardından özellikle hizmet hareketine yönelik operasyonlar başta olmak üzere muhalefetin susturulmasında maşa olarak kullanılmıştı. 45 bin kişinin tutuklanması, yüzbinlerce kişinin gözaltına alınması, Anadolu sermayesine el konulması dahil son dönemin hukuksuzlukları çoğu ‘parti yargısı’ olarak da tanımlanan Sulh Ceza Hakimlikleri eliyle inşaa edildi.
Komisyonun bu noktada çok önemli bir tavsiyesi ve hukuka dönme çağrısı bulunuyor. Buna göre, Sulh Ceza Hakimlikleri arasında oluşturulan yatay denetim sisteminin yeniden düzenlenerek, dikey şekilde istinaf ve Yargıtay aşaması olmak üzere denetim olanağının tekrar sağlanması gerekiyor.
AŞIRI YETKİYLE DONATILDI, BASKI ARACINA DÖNDÜ
Adalet Bakanlığının verdiği ve komisyon raporuna yansıyan bilgiye göre 719 sulh ceza hakimi var. Ankara’nın nüfusu 3.6 milyon, fakat 9 sulh ceza hakimi burada görev yapıyor. Sulh-Ceza hakimlerinin her biri ayrı mahkeme olarak görülmesine rağmen Ankara mahkemesinde de görev yapıyorlar, her bir sulh ceza hakiminin yanında 5 çalışanı var. Çalışmaların neredeyse tamamı yazılı olarak yapılıyor. Sadece, video sistemleriyle donatılmış özel izleme odalarında bulunan gözaltı vakaları için duruşmalar yapılıyor. Hükümet sulh ceza hakimliklerinin iş güçlerinin çok olmadığını ileri sürse de trafik cezası işlemlerini dahi incelemek zorunda kalan yargıçlar var. Ankara’da Sulh Ceza hakimleri hafta sonları ve gece yarılarına kadar çalışıyor.
Komisyonun bu noktada getirdiği bir başka eleştiri özellikle insan hakları ihlallerine karşı ‘özgürlük hakimliği’ olarak ihtisas yapması beklenen yapının tam tersi yönde faaliyet yürütür hale gelmesi.
KARARLAR DURUŞMA YAPMADAN YAZILI USULLE ALINIYOR
Venedik komisyonun edindiği bilgilere göre, Ankara’da yılda ortalama 7 bin700 karar alınıyor bu davalardan sadece 700’ünde duruşmalar yapılıyo. Geriye kalan davaların tümünde kararlar yazılı usulle alınıyor. Yani kağıt üstünde karar alan bir hakimlik sistemi oluşturuldu. İstatistiklere göre, Ankara’daki bu kararların 3500’unu trafik cezaları 1500’unu ise sulh ceza hakimlilerine karşı temyiz kararları oluşturuyor. (Editör notu: 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu dava-duruşma istatistiklerinin ikiye üçe katladığını dikkat almak gerekiyor)
HİDAYET KARACA’YI TAHLİYE EDEN HAKİMLER GÖREVDEN ALINDI
Hidayet Karacının Sulh Ceza hakimliklerine karşı açtığı dava 7 Mayıs 2015’te tescil edildi ve 20 Nisan 2016’da mahkeme tarafından tebliğ edildi. Ayrıca Karaca, kendisine tahliye kararı veren ceza hakimlerinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Nisan 2015’te yaptığı bir konuşmada, bazı mahkemelerin yetkilerini aştığını söylemesi üzerine, tahliye kararı veren hakimler HSYK tarafından görevden alındı, ardında tutuklamala kararları çıktı. Komisyonun raporunda bu yönde tespitleri de hukuk dersi niteliğinde: “Ulusal yargının oluşturulmasından ulusal makamlar sorumludur fakat takdir payı sınırsız değildir. Bu konu ele alınırken Anayasa’ya ve uluslararası taahhütler, hukukun üstünlüğü, adil yargılama hakkı ve etkili başvuru yollarının açık olması garanti altına alınmak zorundadır. Avrupa’da ve uluslararası düzeyde büyük ölçüde sınırları çizilmiştir. Venedik komisyonunun bu konudaki görüşleri de oldukça açıktır. Bağımsız yargı ve bağımsız yargıçlar olmalıdır. Hakimlerin bağımsız olması Türk anayasasında da açıkça ifade edilmiştir. Uluslararası hukukta olduğu gibi Türk anayasasında da bu açıkça belirtilmiştir. Türkiye Anayasası’nın 138’inci maddesinde “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” ifadeleri yer alır.” Bu tespitlerle komisyon, yapılanların apaçık hukuksuzluk olduğunu tescilliyor.
2014 YARGIYI SİYASETE BAĞLADI, 2017 İSE YARGIYI BİTİRECEK
Venedik Komisyonu 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumunu “doğru yönde atılmış adımlar” olarak yorumlamıştı. Ayrıca yargı sitemini daha bağımsız hale getirmek için Türkiye’yi teşvik etmişti. Bugün ise, “Birçok Avrupa ülkesine kıyasla, yargı sisteminin örgütlenmesi için sistem oldukça merkezi, oldukça sıkı, geniş denetim ve denetleme yetkileri ve geniş bir kurumsal çerçeveye sahip.” ifadeleri yer alıyor.
Yine Venedik Komisyonu, 2014’te yargı sisteminde yapılan değişiklikleri yargının bağımsızlık ilkesine aykırı buluyor. Mahkemelerin Adalet Bakanlığına fiilen bağlı genel müdürlüğe dönüştüğü görüşünü dile getiriyor. Komisyon daha sonradan ifade edeceği görüşlerde de HSYK üzerinde adalet bakanlığının çok güçlü yetkilere sahip olduğuna değiniyor. Bu şekilde 2010 yılındaki olumlu değişiklilerin tamamının geri döndüğü, yargının siyasi kanadın uzantısı haline geldiğine dikkat çekiliyor. Komisyona göre eğer 2017 Nisan ayında referandum geçerse yargı tamamen bağımsızlığını yitirecek.
HÜKÜMETİN BAHANESİ KOMİSYONA İNANDIRICI GELMEDİ
Hükümet, Sulh-Ceza hakimliklerini “uzmanlaşma sağlamak” amacıyla kurduğunu iddia ediyor. Fakat baktığı davalar ve işleyiş sisteminden dolayı Venedik Komisyonu bu iddiayı hiç de inandırıcı bulmuyor. Örneğin, Sulh-Ceza hakimliklerine yüklenen trafik cezaları davaları ve internet erişiminin engellenmesi davalarından dolayı “hakimler uzmanlaşacak” tezi boşa düşüyor.
SULH-CEZALAR İŞ YÜKÜNDEN DOLAYI MANTIKLI KARAR ALAMIYOR
Komisyon Sulh-Ceza hakimlilerinin muhtemelen üzerindeki iş yükünden dolayı, -bireylerin insan hakları üzerinde belirgin bir etkisi olan-mantıklı kararlar alamadığı yönünde çok sayıda örnek olduğunu ifade ediyor.
ADALETE ERİŞİM ENGELLENİYOR
Başarısız darbe girişiminde sonra sulh ceza hakimlerinin kararıyla duruşma dahi yapılmaksızın Gülen hareketine mensup olduğu iddiasıyla yüzbini aşkın insan gözaltına alındı, onbinlercesi tutuklandı. Avukatlara ve ailelerle görüşme, adalete erişim hakları engellendi. Hükümet olağanüstü durumlarda OHAL’da bu tip karaların alınacağını söylese de, demokratik toplumlarda alınan önlemeler orantılı olması gerektiğine dikkat çeken Venedik Komisyonu gözaltı süresinin uzamasından (Önce 30 gün ve sonra 7+7 ile 14 güne uzatılmıştı) dolayı bu tür kaygıların daha da ağırlaştığını ifade ediyor.
HAKİMLERİN TUTUKLANMASI HUKUK DIŞI
Komisyon 5 bine yakın hakim ve savcının ihraç edilmesi, aralarında AYM ve yüksek yargı mensuplarının da bulunduğu 3 bine yakın tutuklamalara da atıf yapıyor. Bu konu şu cümlelerle eleştiriliyor: “Darbe girişimin ardından Sulh-Ceza hakimleri kararınca yapılan on binlerce tutuklama esnasında, sayısız hakimin gözaltına alınması önemli bir konudur. Çünkü Sulh-Ceza hakimleri, diğer hakimi tutuklama yetkisine sahip değildir. Hakimler sıralamalarına göre sadece sıradan mahkemeler tarafından gözaltına alınabilirler. Ancak, başarısız darbenin ardından Sulh-Ceza hakimlerinin kararıyla birçok hakim görevden alınmıştır.”
Hükümet yargıçların “yargı göreviyle ilgili değil, özel nedenlerden dolayı” gözaltına alınabileceğine savunsa da komisyon bunu doğru bulmuyor. Aktif olarak darbeye katılmamış hakimlerin gözaltına alınmasını uygun görmüyor. Raporda “Sulh–Ceza hakimlerinin yargılama ve uygulamaları birçok endişeye yol açmaktadır” ifadeleri yer alıyor.
Hükümetin iddiasına göre Sulh-Ceza hakimliklerini kurmanın resmi amacı, insan hakları gibi hassas konulara yeterli zamanı ayırmaktı. Fakat hedef doğru bir şekilde uygulanmadığı görüşünde.
Venedik komisyonun Sulh Ceza Hakimliklerine özel raporunda sonuç olarak şu istekleri sıralıyor:
- Soruşturma safhasındaki kısıtlamalar kaldırılmalı (dosya erişim, gizlilik kararları vb)
- Eğer mahkeme tarafından tutukluluk verilmemişse mutlaka bireyler serbest yargılanmalı
- Avukata erişim engeli kalkmalı
- Temyiz konusunda, mutlaka dikey itiraz yolu açılmalı
- Hükümetin iddia ettiği gibi hakimliklerin uzmanlık kazanma hedefi varsa, trafik cezaları veya internet sitelerinin engellenmesi gibi görevlerinden kurtulması gerekli.
Hukukçu Kerem Altıparmak’ın dikkat çektiği bir başka nokta sulh ceza hakimliklerindeki ‘kadrolaşma’ ya da seçilmişliği de nazara veriyor. Altıparmak komisyon raporuna atıfla, “Venedik Komisyonu raporundan öğreniyoruz ki Türkiyedeki 719 sulh ceza hakiminden sadece biri ihraç olmuş. Ben buna nokta atışı atama derim.” diye yazdı. İktidar ne istediyse bu kararları Sulh Ceza hakimlerinin yerine getirdiğini söylemek artık siyasi bir yorum değil, uluslararası bir hukuki kurum eliyle tescil edilmiş bir gerçeklik.
Rapordaki bu değerlendirmeler, güdümlü Sulh Ceza hakimliklerinin hem evrensel hukuku hem anayasayı ihlal ettiği şeklinde özetlenebilir. Referandumla ‘başkanlık’ getirmek isteyenlerin önce hukuku tekrar tesis etmesi, sulh ceza hakimlikleri gibi özel yapıları ortadan kaldırması; insan hakları ve hukuk ihlallerini biran önce sonlandırması gerekiyor.
BOZDAĞ RAPORDAN MEMNUN KALMADI
2013 öncesine kadar aynı kurumların olumlu raporlarına saygı duyan hükümet, hukuksuzlukların başladığı, insan haklarının ayaklar altına alındığı, yargının kontrolü altına girmeye başladığı günlerden sonra hazırlanan eleştirel raporların tamamına kulağını tıkadı. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, İşkence Komitesi, Birleşmiş Milletler gibi kurumların raporları ya “iade edildi” ya da “sen kimsin” tepkisiyle savuşturuldu. Son olarak Venedik komisyonunun raporu Adalet bakanı Bekir Bozdağ tarafından eleştirildi.
Bozdağ, sosyal paylaşım sitesinden yaptığı açıklamayla “Adil, objektif ve tarafsız olmayan, teknik değil tamamen siyasi ve sübjektif bu raporun, Türkiye açısından saygınlığı ve kıymeti yoktur. Venedik Komisyonu raporunu referans alacak hiç kimse, Türkiye’deki anayasa değişiklikleri hakkında doğru bir kanaat sahibi olamaz” ifadeleriyle eleştirdi.