AHMET KURUCAN
63 ülke 312 dernek üyeymiş.
42 ülkeden 65 kişilik bir heyet ziyaret etmiş Diyanet İşleri Başkanı’nı.
15 Temmuz mel’un darbe girişiminden dolayı geçmiş olsun ziyareti imiş bu.
Bir konuşma yapmış Mehmet Görmez heyete.
Konuşmada katıldığım nokta şu; milletin imkânları ile devlet kademelerinde bir yere gelip sonra o imkânları devleti ele geçirmek uğruna kullanma.
F 16 uçakları ile meclisi bombalama.
Halkın üzerine tank sürme.
Yüzlerce masum insanın ölümüne sebebiyet verme.
İster planlayıcı, ister katılımcı, ister teşvik edici, isterse önleme imkânına sahip olduğu halde önlememe, hangi pozisyonda olursa olsun bu süreçte yer alan herkese lanet olsun.
Katılmadığım nokta ise; an itibariyle darbenin kendisine ihale edildiği, planlayıcısı, uygulayıcısı, teşvik edicisi olarak ilan edilen ve tırnak içinde “FETÖ” diye adlandırdıkları CEMAATE yönelik tespitleri
Ben hayır demiyorum.
Çünkü bilmiyorum.
Örgüt nitelendirmesi içinde yerini alan kişilerin bu darbedeki gerçek rollerini bilmiyorum.
Onun için her şeyin arka planı ile resm ve neşr edileceği ahirette bunları göreceğimizi söyledim bir önceki yazımda ve ahiret şenlikli olacak dedim.
Bununla beraber devletin kamuoyuna anlattığı şeylerin onda biri bile doğru olsa yazıklar olsun diyorum.
Fakat darbe sonrası sayıları yüz binleri bulan masum insanların işten el çektirilmeleri, göz altına alınmaları, tutuklanmaları, mallarına el konulmasının izahını yapamıyorum.
Darbe öncesi, esnası ve sonrasında hala cevaplanamayan soruların cevabını tam net olarak almadan da sanırım bu izahı yapamayacağız.
Ben Başkan’ın konuşmasına geri döneyim.
Başkan masumiyet karinesini bir kenara bırakıp yapılan darbe ihalesinin doğruluğuna bir bütün halinde inanarak düne kadar kendisinin de Hizmet dediği yapıda yer alan çocukların dört özelliğini kaybettiklerini söylüyor.
Ben kendime bakan vechesiyle buna cevap vermek istiyorum.
Alındım mı?
Evet, itiraf edeyim alındım.
Hatta şahsıma karşı yapılmış hakaret olarak kabul ettim.
Zaten cevap verme isteğim de bundan kaynaklanıyor.
Diyor ki Başkan:
“Birincisi, aklını, ruhunu ve kalbini başkasına kiralayacak kadar bir beyin yıkanmasına girdikleri için kişilik ve şahsiyetlerini kaybetmişlerdir.”
1976 yılında lise talebesi iken tanıdım cemaati.
Tam 40 yıl olmuş.
Bu 40 yıl içinde ne aklımı, ne ruhumu, ne de kalbimi hiç kimseye ne kiraladım, ne de sattım.
Kendi kişilik özelliklerimi hep ama hep korudum.
Şahsiyetimi hiç kaybetmedim.
Aklıma, kalbime, ruhuma yatmayan şeylere evet demedim.
Bana rağmen çeşitli uygulamalar olmamış mıdır?
El-cevap: Olmuştur.
Bunların bazılarına ben de istişarede esas olan çoğunluğun kararıdır deyip istemesem de uymuşumdur.
Ama bu benim kişiliğimi, şahsiyetimi, karakterimi terk ettiğim anlamına gelmez.
Devam edelim:
“İkincisi, aile bağlarını kaybetmişlerdir. Anne baba sevgisi saygısı, dost, kardeş ve akraba sevgisi ve duygusunu kaybetmişler, kendi içine girdikleri yapıyı aile bağlarına tercih etmişlerdir.”
Hayır; aile bağlarını kaybetmedim.
Anne-baba saygısını, eş-dost-kardeş-akraba sevgisini terk etmedim.
Açıkça ifade edeyim; bu konuda hiç bir telkin de almadım.
Ama bazı uygulamaların seslendirilmese de bu neticeye beni sürüklediği zamanlar da oldu.
En basitinden yaz tatillerinde ailemle daha çok vakit geçirmek istememe rağmen önümüze konan programlar nedeniyle 3 ay yerine 1 ay ile yetindiğim zamanlar oldu.
Kabul ettiğim zamanlar oldu kendi irademle.
Zaman zaman da itiraz ettim ama.
Dedemin-ninemin, anne ve babamın istekleri bu itirazlarımda başat rol oynadı.
Benim memleket sevgim söz konusu isteklere yeter dedirtti ve ben her ne bahasına olursa olsun dedim kendi bildiğimi yaptım.
Herkes benim gibi özgün düşüncesiyle ve cesurca hareket edememiş olabilir. Böyle vakalar duysam hayır demem, yalandır, iftiradır demem.
Fakat ben Başkan’ın ifade ettiği tarzda şahsiyetimi ve kimliğimi kaybedecek ölçüde ailesi ile bağlarını koparan birisi hiç olmadım.
Devam ediyor Başkan:
“Üçüncüsü, millet bağlarını kaybetmişlerdir. Bu yapı içinde eğitim alan çocukların kendi milletlerinin geleceği diye bir derdi olmamıştır.”
Yanılıyorsunuz Sayın Başkan! Söylediklerinizin tam aksine bu yapı içinde yerini alan bir kişi olarak benim milletimin geleceğinden başka bir derdim olmamıştır.
Kalbimin derinlerinde yatan niyeti Allah biliyor.
56 yıllık hayatımda yaptıklarım bunun en büyük şahidi.
Siz bu kanaate nasıl vardınız bilmiyorum?
Beni de içine alan bu kanaatinizi tüm dünya kamuoyu ile nasıl paylaşıyorsunuz onu da bilmiyorum.
Fakat şunu biliyorum; bugün dünya yarın ahiret.
O ahirette mahkeme-i kübra kurulacak.
Allah’ın hakimliğinde yüzleşme ve hesaplaşma olacak.
İşte o gün geldiğinde ben sizden davacı olacak ve Allah’a diyeceğim ki: “Beni de şahsen tanıyan Sayın Başkan bu yapıda eğitim alan bir kişi olarak benim milletimizin geleceğine ait bir derdim olmadığını nereden biliyormuş?
Elindeki somut delil nedir?
Delil yoksa neden suizann, gıybet, dedikodu, lakap takma, hakaret, itibar suikasdi gibi İslami açıdan yasaklanan bir çok eylemi içinde barındıran bir ithamı bana karşı nasıl yapmış?
Evet; şimdiden ilan ediyorum.
Diyeceğim bunu Allah’a ve davacı olacağım.
Dördüncü madde olarak da şunu söylüyor sayın Başkan:
“Dördüncüsü, bu yapı içinde yetişen çocuklar, ümmet bağını, ümmete mensubiyetlerini kaybetmişlerdir. İçine girdikleri yapıyı kişiliklerinin, ailelerinin, milletlerinin ve ümmete mensubiyetin önüne geçirmişlerdir.”
Bu cemaat içinde yer alan her fert için de aynı söyleyebilirim ama ben usulü bozmayayım ve şahsım adına konuşayım; doğruyu söylemiyor Başkan.
Yalan söylüyor, iftira atıyor demeyi kendime yakıştırmadığım için doğru söylemiyor diyorum.
Ümmetçi olmadım hayatımın hiç bir döneminde.
Siyasal İslam’ın söylemlerinden biri olan Pan-İslamizm, İslam Birliği gibi projeleri kabullenmedim; kabullenmedim çünkü yaşadığımı dünya şartları içinde bu projeleri ütopik buldum.
Ama hiç bir zaman için de Muhammed Ümmetine mensubiyetimi kaybetmedim. Etnik kimliğimi, vatandaşlık kimliğimi, kültürel kimliğimi dini kimliğimle yarıştırmadım.
İnsani kimliğimi en üste koydum.
Önce insanım dedim.
Bundan sonraki tüm kimliklerimi alt kimlikler olarak kabul ettim.
Müslümanım dedim, Türküm dedim, Demirciyim ve İlahiyatçıyım dedim, erkeğim dedim vs.
Zira insani kimlik bir yana, alt kimlikleri birbirleri ile yarıştırmanın, birini diğerine nispetle en üst seviyeye çıkartmanın tarihte nice savaşlara sebebiyet verdiğinin bilincindeyim.
Daha açık ifadeyle, tarihte cereyan etmiş din, mezhep, ırk savaşlarının ana gerekçelerinden biridir bu.
Acizane Başkan’a tavsiyem; o da öyle yapsın.
Ümmet bağını kaybetmesin amenna.
Ama ümmet bağını her şeyin üzerine çıkartacak bir tutum da izlemesin.
Aksi halde böylesi bir tutum Müslümanları özellikle devletlerarası münasebetler bağlamında dünyadan kopartır.
Yazımı kendisinin başkan olduğu kurum tarafından hazırlanan ve Türkiye’deki tüm camilerde okunan Sırat-i Müstakim adlı hutbeden alıntıladığım şu cümlelerle bitiriyorum: “O büyük günde (ahirette) tek umudumuz sadık imanımız, samimi niyetimiz, sahih bilgimiz, salih amellerimiz, selim kalbimiz olacaktır. Tek sığınağımız, Rabbimizin engin merhameti olacaktır. Yüce Rabbimiz, bizleri her daim sorumluluk bilinciyle, hesap şuuruyla yaşayan ve merhametine nail olan kullarından eylesin. Yüce Rabbimiz, bizleri bir an olsun sırât-ı müstakiminden ayırmasın, mahrum bırakmasın. Yüce Rabbimiz, dini değerlerimizi, imanımızı, İslam’ımızı tahrif ve istismar etmek isteyenlere fırsat vermesin.”
Bu duaya amin denir.
Amin…Amin…Amin…
NOT: Yazıyı bitirip geri okuma yaptığımda acaba çok mu kişisel olmuş demekten kendimi alamadım ama benim gibi düşünen binlerce insanın olduğu ve onların hissiyatlarına tercüman olacağı tahminiyle de hiç bir değişiklik yapmadan yayınlamaya karar verdim.