Romanya Haber

Ne Oldu, Ne Olacak?

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Herkes şaşırdı belki ama ben şaşırmadım. Çünkü öğrencisi olduğum bilimin kuramlarına, metotlarına ve bulgularına dayalı düşünme şeklimden asla taviz vermedim. Soru sormaya devam ettim. Yanıtların sorulardan daha önemli olduğunu düşünmeden yaptım bunu. Ve en önemli soruyu hep sordum, ısrarla sordum: Erdoğan’ın arkasında hangi güç var? Erdoğan Harp Akademisini ve askeri okulları kapatırken, yerlerde don-paça sürüklettiği amiral ve generalleri, albay ve yarbayları tekmelettirirken, TSK’daki tüm amiral ve general kadrosunun yüzde ellisi gibi anormal bir rakamda komutan sorgusuz-sualsiz, büyük çoğunluğunda darbeye katıldıklarına dair objektif kanıt ortaya konmadan hapse tıkılırken, hep bu soruyu sordum. Erdoğan’ın arkasında kimler var?
15 Temmuz araştırma komisyonuna mecliste iş yaptırılmadığında, MİT müsteşarı ve genelkurmay başkanı dahi komisyona çağrılmadığında, Erdoğan yüz binlerce kamu personelini karın ağrısından nedenlerle hain ilan ederek resmi gazetede isimlerini listeler halinde yayınlatıp hukuk katliamı yaptırdığında sormaya devam ettim. Bunu tek başına yapıyor olabilir mi? Bu çok güçlü olmayı gerektirir. Bir diktatör, bu gücü askeri ve sivil bürokrasiyi mutlak kontrolüne almadan elde edebilir mi? Nasıl oldu da 17/25 Aralık’tan 15 Temmuz’a Erdoğan bu gücü elde edebildi? Bilmediğimiz bir şeyler var! Tahmin ettiğimiz, mantığımızın bizi ısrarla dürtmesinin bir nedeni var. Sormaya devam ettim: MHP’nin – Bahçeli’nin – Erdoğan’a yönelik tutum değişikliğine ne sebep oldu? Erdoğan’ı Çözüm Sürecini sonlandırmaya ve şahin 1990’ların politikalarına geri dönmeye kim veya ne “ikna” etti? Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olduğunu söyleyen ve ABD yanlısı bir Ortadoğu politikası takip eden İslamcı Erdoğan, nasıl oldu da bir anda Rus-Avrasyacı jeopolitiğinin bir savunucusu oluverdi? Bunun nedeni nedir? Kırılma noktası nerede yaşandı? Bunların sorulması gerektiğini ısrarla yazdım, yazdım!

Seçimlerin bunlarla ne alakası var demeyin! Çok alakası var. Özellikle seçimler esasında seçim olmadığı için var bu bağlantı! Evet, bu yaşanılan vodvil, seçim falan değildi. Anadolu Ajansı’nın yüzde 60 küsürlerdan yumuşak inişle yüzde 52’lere çektiği ve “kurbağanın suyunu ağırdan ısıttığı” taktik, kim ne derse desin çok iyi tasarlanmış bir plandı. İnce’nin “hangi ince işlerin sonunda” bir anda “adam kazandı!” noktasına geldiğini, Pazartesi günkü basın toplantısında seçim sonucunu kabul ediverdiğini bilemiyorum. Akşener’in suskunluğu, Karamollaoğlu’nun Devlet Bahçeli’yi aratmayan mesajını falan görmeyelim mi? Sandıklarda sayım teorik olarak bile yapılamazken, sosyal medyada sayısız fotoğrafla seçim kurullarının depolarında açılmamış binlerce sandık gözümüze sokulmuşken, AA sandıkların yüzde doksanlara ulaşan rakamlarda açıldığı ve okunduğunu Türkiye’ye duyurduğunda ve bu tüm ulusal TV kanallarında – tümü Erdoğan kontrolünde! – hiç şüphelenmeyelim mi? İnce “sonucu etkileyebilecek bir sorun yaşanmadığını” söyledi, öyleyse her şey tamam! Bu mudur? Nerede YSK önünde toplanacak binlerce avukat diye sormayalım mı? Bam teli sorusu şu: İnce’nin bu pozisyonu benimsemesine ne veya kimler yol açtı? Kulaklara ne fısıldandı? O gece neler oldu?
Seçimlerin alakası var mıymış? En büyük alaka, diktatörlüklerin seçimle geldiği, ama seçimle gitmediği gerçeğidir. En büyük alaka, diktatörlüklerin kullandıkları diskuru muhalefet dâhil tüm siyasete ve topluma kabul ettirerek iktidarlarını devam ettirmeleridir. Kim daha az “Fetöcü” ve kim “daha çok Fetöcü” tartışmalarının odakta olduğu bir siyasi retorik düzleminde, Erdoğan rejimi kendisini yeniden üretmeyi, klonlanarak geometrik hızla topluma yayılmayı başarıyor. Matrix’te dokunduğunu kendisine dönüştüren Ajan Smith gibi, Erdoğan tüm toplumu kendisine dönüştürüyor. İyi de – bıkmadan tekrarlayalım, sizi bıktırmak pahasına! – bu gücü nereden alıyor?
Erdoğan en çok kime yararlı?
2006 senesinin Kopenhag Kriterleri koşulunu asgari ölçülerde karşılayacak düzeyde demokratik seviyeye ulaşan Türkiyesi ile 2018 yılının diktatörlüğü arasındaki geçiş sürecinin dinamiklerini sormayalım mı? Bu izah edilmeden, bugün anlaşılabilir mi? Kürtlerin azınlık haklarına kadar Türk derin devletinin nerede sinir uçları varsa her birini tarumar eden açılım, demokratikleşme ve şeffaflaşma, Kürt politikasının koordinatlarını değiştirdi. Askeri vesayet sistemini tümden sarstı. Türkiye giderek Avrupa’nın yörüngesine girdi. Fiilen Komşuluk Politikası’nın gereklerini yerine getirmeye başladı. Orta güç bir ülke olup, toplumuna özgürlükler ve yaşam standardında yükselme vaat eder duruma “indirgendi”. Osmanlı’nın kaybettiği güç ve topraklar gibi idealler dibe vururken, insan hakları, hukuk, eşitlikler, azınlık hakları gibi değerler toplumda yayılmaya başladı. Bu derin devletin hoşuna gitmedi. Derin devlet erimek istemiyordu. Kapalı rejim, olağanüstü şartlar, “herkes Türk’e düşman” algısı gibi rejim söylemlerinin kaybolup gitmesi, bu Avrupalılaşmanın sunucuydu. Yok olup gitme riskiyle karşılaşan derin devlet, Türkiye’nin Batı’dan artık uzaklaştırılması gerektiğine inanmaya başlamıştı. Batılılaşma ideali olan Kemalist devlet, Batı’nın Kemalist rejimi de ortadan kaldıracağını görmüş, açık toplum önünde tir-tir titremeye başlamıştı. Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı gibi darbe planları, bu korkunun ve tepkinin yansımalarıydı.

İşte arkada kim var sorusuna yanıt burada gizli. Bu bir sistem. Ve buzdağının dibi çok “derinlere” uzanıyor. Devletin asıl sahipleri bir tür Gepetto usta gibi, istedikleri kuklayı Pinokyo ilan ediyor ve sihirli bir el o kuklaya can veriyor! Perde arkasından köprünün tek şeridini tutan darbe girişimi de dâhil, tezgahta çok ama çok fazla malzeme var kullanılan. Akşener’in partisindeki subay kökenli derinlerden seçimin son gecesindeki “ince işlere” kadar, uzun ve görünmez bir el Türkiye siyasetine yön veriyor. Şimdi başa bir siyasi enkazı parlatarak geçirdiler. Meclisi ekarte edebilen bir başkanlık makamına oturttular. KHK rejimini anayasal normal prosedüre dönüştürerek TBMM’yi de tıpkı başbakanlık müessesesi gibi yok ettiler. 1920’den beri bu topraklardaki siyasal sistemin beşiği olan parlamento, bir tür süs bitkisine indirgendi. İçinde istedikleri kadar tepişsinler artık, atlı Üsküdar’dadır! Erdoğan bu güçleri tek başına mı kullanacak? Komik olmayın! Erdoğan’a Çözüm Süreci’ni kim bıraktırttıysa, gücü de o kullanacak. Erdoğan’a NATO’dan Avrasya’ya yönel komutunun arkasında hangi güç varsa, o gücü de o kullanacak!
Filmin sonunu daha görmedik
Filmin sonunda enstrüman olarak kullanılan Pinokyo’nun miadı dolar. Bir ekonomik kriz vs. sonunda Gepetto usta Pinokyo’nun “tüm kötüliklerin ve başarısızlıkların müsebbibi” olduğunu ilan eder ve yeni bir Pinokyo yapıverir. Onu da aynı birincisi gibi canlandırır. Kim bilir, belki bu sefer apoletli bir Pinokyo’ya uyanırız, olamaz mı?
Türkiye, Batı’da attığı sağlam çapayı kesip attı. “Derin sularda”, Avrasya steplerinde, Ortadoğu bataklığında, puslu ve sisli bir havada yoluna devam etmeyi seçti. Tarihinden gelen suiistimale gayet açık yakın tarihi ile “alalım düşmandan eski yerleri” irredantizmi de dâhil, Sevr kompleksi ile dolup taşan, İslamcılaştırılan ve nasyonalizmin (ulusalcılık ve milliyetçilik, biri seküler diğeri dini nitelikte, her ikisi de potansiyel olarak çok tehlikeli ideolojik pozisyonlar!) hipnozuyla uyutulan cahil ve dünyayı tanımayan irrasyonel kitleler, baştaki bir “reisin” ekrandan okuduğu gazcı retorikle sadece kendilerini değil, çocuklarını ve çocuklarının çocuklarını da belirsizliklerle dolu, fakir ve özgür olmayan bir ülkeye ışınladılar. 2006’daki Türkiye’den 2018’deki 25 Haziran Türkiyesi’ne o uzun yol, işte bu ışık hızıyla aşıldı.
Türkiye’nin kaderi değişti. Anayasasını uygulamayan, fiili rejimle anayasanın öngörmediği hakları gasp eden, hak-hukuk tanımayan, masumiyet karinesine, suçun şahsiliğine, hukukun üstünlüğüne, güçler ayrılığına, anayasal temel hak ve hürriyetlere, kısacası varlık nedenine uymayan bir yönetimin, özgür ve adil seçim yapacağına inandırıldınız! Buradan sizleri uyaran yazılar yazdığımda, bu rejimde seçim olmaz, eşyanın tabiatına aykırı dediğimde, moral bozmakla itham edildim. Maalesef demokrasi araştırmaları ve karşılaştırmalı sistem analizi alanının bilgi havuzu haklı çıktı. Çok ama çok komplike bir sorunla karşı karşıya ülke. Peki kurtuluş mümkün mü?
Sanırım ileriki yıllarda üzerinde en çok anlamaya ve yanıtlamaya odaklanacağımız konu da bu!
(tr724)