Romanya Haber

Kâbus ve Yeni Masallar!

Yorum | Naci Karadağ

Neydi o eskiler?
Hatırladıkça gözlerimiz nemleniyor, iç çekiyoruz… Yoktu tabi bunlar…
Canlı yayında kulaklıktan fısıldamalar yoktu misal eskiden…
Hastaları köpekli kızaklarla hastanelere götürürdük ve prompterdan okumazdı siyasiler. Filmlerimizde olay bittikten sonra intikal ederdi polislerimiz ama işkence yapmazdı masumlara. Köylüyü ezer, kızına âşık olan fakir gence tuzak üstüne tuzak kurar ama sonunda hep kaybederdi kötücül feodal Ağa. Vergileri affedilirdi belki ama sadece filmlerde… Halkın malına mülküne konardı yine kurgularda. Bugünkü gibi devleti ardına alarak milletin bilmem neresine bilmem ne yapmazdı zengin tayfası eskiden.
Eskinin siyasileri de bugünüküler gibi değildi.
Demirel ile Erdal Bey şakalaşır, ikisi birden Tonton Özal’a girişirdi. (Allah rahmet eylesin üçüne de) TRT stüdyosunda karşı karşıya gelir, reklam arasında çay içer rahmetli Erbakan’a üniversite yıllarındaki köfte yemesini hatırlatıp gülümserlerdi…
Bugünkü gibi, rakibin daha ismi açıklandığı anda hain ilan edilmezdi siyasi rakipler.
Eskiden yoktu böyle şeyler…

Siyasi liderler koltuğu ölüm-kalım meselesi yapmaz, mikrofonu eline geçirdiğinde “Bunlar ateist, bunlar Zerdüşt, bun Allahsız, bunlar çöplük, bunlar pislik” diye çemkirmezdi mesela.
Ararın 155’i!
Eskiden Adile Naşit vardı eskiden…
Hiç bir şey demesine gerek kalmazdı aslında. Bir Hafize Ana kikirdemesi yeterdi dertlerimizi unutturmaya. Öğrenci ile ağlar, onların kusurlarını örtmek için kendini öne atardı Hafize ana. Eskiden Yaşar Usta vardı mesela. Ailesi için fabrikatöre kafa tutardı.
Oysa şimdi öyle mi ya!
Şimdi Hafize Ana’ların yerini Şerife Bacılar aldı. Yalanla, dolanla gazi maaşı almak için kamyon kullanan Şerife Bacı’lar. Yaşar Usta’nın yerine kahraman olarak 155’i aramakla tehdit eden “Kürtaj Dede”ler aldı.

İktidar sözcüsü Mahir Ünal, “Bu adamlar bize eski Türkiye’yi vadediyor. Diyorlar ki ‘Biz tekrardan eski Türkiye’yi getireceğiz’. Hangi Türkiye? ‘Adile Naşit’in ninni okuduğu Türkiye çok güzel bir Türkiye’ydi.’ Valla o Türkiye sizin için çok güzel bir Türkiye olabilir ama o Türkiye bizim için tam bir kâbustu.” diyor şimdilerde.
Saflığın yerini üçkâğıt, dobralığın yerini nobranlık, samimiyetin yerini ikiyüzlülük almışken, bu tablonun müelliflerinin eskiden ‘Kâbus’ olarak bahsetmesi normal galiba.
Tükeniş dönemi
Literatür Tükenmişlik Sendromu’nu şöyle izah ediyor:
“Tükenmişlik “işi gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve sürekli diğer insanlarla yüz yüze çalışmak durumunda olan kişilerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süreli yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendromdur.”
Dikkat buyurun, bir hastalık değil bu. Dolayısıyla buna duçar olan şahıs ya da şahıslar kendilerini hasta olarak görmezler. Hatta aksine, muhataplarını hasta addederler. Agresif ve saldırgan olurlar. Başarısızlık ve yorgunluğun en temel tetikleyici olduğunu söylüyor uzmanlar.
Kişi bir takım alternatif gerçeklik üretip onun üzerine hayatını inşa etmeye kalkışır ki, bu ağır bir depresyon sürecinin başlangıcı demektir.
Fazla teknik ayrıntıya takılarak sizleri bunaltmak amacında değilim ama başta Erdoğan olmak üzere iktidar cenahının psikolojisini anlamak adına bilinmesinde yarar olduğuna inanıyorum.
Çoğu kişi, son dönemde hata üstüne hata, yanlış üstüne yanlış yapan Tayyip Erdoğan ve yardımcılarının es-kaza böylesi şeyler yaptığını düşünüyor.
Hayır…
Birer gaf değil Tayyip Erdoğan’ın ya da Mahir Ünal’ın söyledikleri.
Kendi ürettikleri gerçeklik.
Ve samimi olarak inanıyorlar.
Erdoğan Tek parti döneminde 75 kişilik sınıfta okuduğuna inanıyor. Diplomasının olduğuna da.
Mahir Ünal, Adile Naşit’in masallarıyla çocukları zehirlediğine samimi olarak inanıyor ve bir kâbus hatırlıyor çocukluğundan.
Oysa bugün başka masallar anlatıyorlar halkı uyutmak için.
Çarşaflı teyzenin kamyonuyla zalim darbecilere karşı durduğunu, esnaf dayının atletiyle tankın egzozunu tıkadığına inanmamızı istiyorlar. Tanka kafa atarak çenesini kıran delikanlıyı kahraman olarak görüyorlar, bizim de görmemizi istiyorlar. Onlar inanıyor zira. Yeni masalları bunlar… Adile Naşit’in masallarını dinlerlerse halkın uyumayacağını düşünüyorlar çünkü.

Müslüm Gürses’e, Arabeske karşılar. Yavuz Bingöl dinlememizi, Dombra ile uyanmamızı, Mehter ile coşmamızı istiyorlar.
Filmlerimizde Orhan Gencebay, önüne uzatılan para destesini kötü kalpli babanın yüzüne çarpar ve “Aşkımı satın alamazsınız” derdi. Şimdilerde olduğu gibi makam için “Kayyum” filan istemezdi Orhan Baba.
Eski Türkiye satın alamazdı Orhan Baba’yı, hastalarından koparamazdı! Yeni Türkiye, eskinin o müthiş, dert ortağı Orhan Baba’sını üç-beş tane taksi plakası için menfaat dilenen şebeğe çevirdi nedense!
Erdoğan haklı belki de, yoktu eskiden herkesin buzdolabı. Ama çocuklarının cesetlerini günler boyu buzlukta saklamak zorunda da kalmıyordu insanlar!
Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının akıbeti bu aşamadan sonra ne olur bilemiyorum.
Ama bir gerçek var, acı bir gerçek…

Her şeyi bozulan, ağır aksak, eksik gedik, yarım yamalak bile olan eskiye dair düzgün ne varsa artık yok yeni Türkiye’de.
Dostluğun yerini düşmanlık, insanlığın yerini kötülük, birlikteliğin yerini ayrışma ve kamplaşma almış durumda. Toplum en az ikiye bölündü ve bu bile yeterli gelmiyor devleti yönetenlere. Daha da bölerek yönetilmesini kolaylaştırmak istiyorlar kendilerince.
Sadece çevremizdeki herkes bize düşman değil bugünün Türkiye’sinde, birbirimize de düşmanız. Yere düşen birini gördüğümüzde önce kimliğine bakıyoruz tutup kaldırmak için. Katili önce tanımlıyor sonra bizden değilse suçluyoruz…
Bence Erdoğan iktidarının bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük de budur.
Bugün tükenmiş bir toplum var, düne baktığımızda ise şunu görüyoruz acıyla;
Eskiden çok insanmışız, insan…
(tr724)