Romanya Haber

Ramazan ve Allah’ın İnayetine Davetiye

Faruk Erguvanlı

İnsanın donanımda diğer insanlara hatta varlığa karşı bir şefkat ve merhamet duygusu vardır. İnsanı değerlerini bütün bütün yitirmemiş her insan az-çok bu özelliğe sahiptir. Fıtri olan bu özellik, iman, ibadet ve marifetullah ile inkişaf ettirilip geliştirildiği gibi zulüm, hukuksuzluk, vahşet, kin, nefret gibi negatifliklerle köreltilebilmektedir. İnsanın şefkati ile imanı doğru orantılıdır. Şefkat ve merhametin pratik hayata yansıması ise başkalarının yardımına koşma şeklinde tezahür etmektedir.
İslam, insanlara yardım etmeyi mali bir ibadet olarak formüle etmiş ve imkanı olanların  zekat vermesini müslüman olmanın bir şartı olarak kabul etmiştir. Nitekim, zekat, infak ve sadaka gibi değişik isimler altında bu mali ibadeti emreden pek çok ayet vardır. Bunun yanında Yüce Mesaj’da “zekat vermek için faaliyet gösterirler” (Müminun, 23/4) buyrularak hayatlarını helalinden çalışıp-kazanıp Allah yolunda vermeye adayan müminlerin  kurtuluşa erecek en önemli özelliklerden birine sahip oldukları bildirilmiştir.
Kırkta bir asgari sınırdır
Zekatta verme ölçüsü olarak kabul edilen kırkta bir ise asgari sınırdır. Ve herkesi bağlayan objektif bir mükellefiyettir. Bununla birlikte vermede bir üst sınır konulmamış, insanların iman, marifet ufkuna göre bir infak anlayışının önü açık bırakılmıştır. Bu ufuk, müminin marifet ufku ve vicdan enginliğine emanet edilmiş sübjektif bir mükellefiyettir.
Kur’an’da cennetlik insanların portresinin sunulduğu bir yerde onların en önemli  özelliklerinden biri olarak ihtiyaç sahibi kimseleri doyurmaları zikredilmektedir: “Kendileri de ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Ve derler ki: “Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.” (Dehr, 76/9-10) Ayette geçen “esir” günümüze bakan yönüyle malına, mülküne herşeyine çökülmüş, hürriyeti elinden alınarak aç, bîilaç bırakılmış kimseler manasına da gelmektedir.
Diğer taraftan Peygamber Efendimiz, “Müslüman’ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 12/154.) buyurarak bir müslümanın diğer müslüman kardeşinin derdi ile dertlenmeyi ona el uzatmayı gerçek müslüman olmanın bir şartı olduğunu ifade etmiştir.
Günümüzde pek çok müslüman asgari hayat şartlarını dahi karşılayacak imkanlardan mahrumdur. Bunun da ötesinde imkânları ellerinden alınarak adeta açlık ve susuzluktan ölüme mahkum edilmiş insanların yanında canını zor kurtararak bir başka ülkeye iltica etmiş, çoluk, çocuğu ile aç-susuz bîilaç hayatını sürdürmeye çalışanlar da vardır. Bu insanlara yardım elini uzatmak her şeyden öne insan olmanın müslüman olmanın bir gereğidir.
Halini belli etmemeye çalışanları bulun!
Bu mağdur insanlara yardım edip-etmemenin nasıl bir sorumluluk olduğunu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kutsî hadiste şu şekilde bildirmektedir:  Allah Teâlâ, kıyamet gününde insanları hesaba çekerken soracak: “ Ey ademoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın!”  Kul diyecek:
“Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki Alemlerin Rabbisin?” Rab Teala diyecek:
“Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.” Rab Teala diyecek:
“Ey ademoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!” Kul diyecek:
“Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Alemlerin Rabbisin!” Rab Teala diyecek: “Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın bunu benim yanımda bulacaktın!” (Müslim, Birr 43, (2569)
Mağdur insanların bazıları ihtiyacını seslendirirken, bazıları da istiğna göstererek kutu layemut ile bile hayatını devam ettirme imkanına sahip olmadığı halde halini belli etmemeye çalışabilir. Allah’a, ahirete, hesaba inanan müminlere düşen ise onların yardımına koşmaktır.
Bir müminin mümin kardeşine yardım etmesi bir mükellefiyet olmanın yanında yardım eden şahsa bakan yönü ile de Allah’ın inayetine sunulmuş en büyük bir davetiyedir. Yüce Mevla,  muhtaç insanlara yardım yapan insanları ekstra lütuf ve ihsanlarına mazhar eder. Bu hakikat, en doğru sözlü insan Peygamber Efendimiz tarafından şu şekilde beyan edilmiştir: “Kul  kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da onun yardımcısıdır.” (Ebû Dâvud, Edeb: 46; Tirmizî, Hudud: 3)
İslam Dini’nin şefkat ve merhamet dini olduğunu ve başkalarının yardımına koşmanın rahmeti ilahîden  istifadeye sunulmuş en önemli davetiye olduğunu bilen hadis alimlerinin talebelerine öğrettiği ilk hadis; “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size rahmet etsin.” (Tirmizî, birr 16; Ebû Dâvûd, edeb 58) hadisidir.
İnsanların yardımına koşmak, kişiye bunları kazandırırken yardım yapanları engelleyenlerin,  teşvik bile etmeyenlerin ne elde edeceğini de yine Kur’an bildirmektedir. O da bir başka yazı konusudur.
(TR724)