EMİNE EROĞLU
– Hizmet ablalarına…
Hiç “dünyalı” olmadınız.
Yüzünüz uhrevi alemlere çevriliydi. Görünmeye kapalı, ilhamlara açık yaşadınız.
Maddenin karşısına manâ, menfaatin karşısına diğerkamlık, nefretin karşısında sevgiydiniz.
Hep toprağa yakın, hep gidecek bir misafir gibi iğreti, hep halktan uzak, Hakk’a yakındınız.
Günah tertemiz eteğinize hiç bulaşmadı.
Siz, ”İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem”diniz (Enbiya, 91) de, betül bir kadının sınanabileceği en ağır yerden sınanıyordunuz.
SUSKUNLUK ORUCUNDAYDINIZ
Kucağınızda bir “kudret mucizesi” ile geri döndüğünüzde kelimeler kifayetsizdi artık.
Tüm hayatınızın harikulâdelikler içinde geçtiğine tanık olmalarına rağmen, kavminiz karşınıza dikilmiş, sizi bilmesi gerekenler manen uzağınıza düşmüştü.
Kendinizi anlatabilme eşiği aşılmıştı çoktan. Suskunluk orucundaydınız.
Parmağınızla Hazreti İsa’yı işaret ettiniz.
“Beşikteki bir bebekle nasıl konuşabiliriz ki?” (Meryem, 29) dediler.
Konuştu beşikteki İsa!..
Dil sustuğunda kalbin, beden sustuğunda ruhun dile gelmesi gibiydi Hazreti Mesih’in konuşması. Sebeplerin susup bakışların kudret-i İlahiye’ye çevirilmesi, aczin ve fakrin masumiyete delil olması gibiydi.
Fakat bir mucizeye şahitlik etmek bile iftiracıları geçici bir süreyle sakinleştirebildi.
Sizde gördükleri şey, zamanınızın muktedirlerini ve diyanet mensuplarını öfkelendiriyor, oğlunuzu korku ve hasedin hedefi haline getiriyordu.
GARİPTİNİZ
Bundan sonra size düşen, her türlü iftira, gayz, nefret, kin ve saldırıya karşı hem kendinizi hem de oğulcuğunuzu korumak olabilirdi ancak.
“Benden benliğim gitti/ Mekânım yağma olsun.” deme makamındaydınız.
Hicreti seçtiniz. İnsanlığın kaderini değiştirecek bir emanet taşıyordunuz beraberinizde.
Rabbiniz sizi “oturmaya elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdi.” (Mü’minûn, 50).
Gurbetle alâkalı bir rivayette, Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Cenâb-ı Hak nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir.” diye buyuracak, gariplerin kimler olduğu sorulunca da: “Din ve diyanetleri adına halktan uzaklaşabilenlerdir ki, onlar Meryem oğlu İsa ile haşr olacaklardır.” şeklinde cevap verecekti.
Ahirzamanın gariplerine uhreviliğin ilk basamağında sizinle buluşacak olmanın sevincini duyuracaktı bu müjde. Gurbetlerinin derinliğini sizin gurbetinize kıyas ederek anlayacaklardı.
Ve sizin gurbetiniz hiç bitmeyecek, hicret mekânınızdan Kudüs’e dönüşünüzden sonra da devam edip gidecekti…
DERTLİYDİNİZ
Öyle zannediyorum karanlıkta kalmışlara ışık olmak ve ebedi saadete açılan kapıyı onlara da göstermek için sürekli çırpınıp duran tüm Hak dostlarıyla aynı sancıyı paylaşıyordunuz.
İnsanların imansızlığı, putperestliği, dalaleti, gafleti ve isyanı sizi kavminizin zulmünden daha fazla yakıp kavuruyordu.
Mazlum ve mağdurların derdiyle kim bilir nasıl dilgir, nasıl iki büklümdünüz.
Size imkan ve fırsatlar sunulduğunda, ”Ben bunun için yaratılmadım” diyecek, “Al, oğluna ver” teklifi karşısında da “o benden daha hayırlıdır” istiğnası gösterecektiniz.
Niçin yaratıldığınızı çok iyi biliyordunuz.
Yahudi toplumundaki maddeciliği tadil etme misyonuyla gelen Hazreti Mesih’i yetiştirme mevzuunda sizin ölçünüzde başka bir kadın gösterilemezdi.
“Ruhullah,” ancak sizin melekiyet ikliminizde kendi mahiyetine bürünebilirdi.
Öyle de oldu…
SABIR MİRACINDAYDINIZ
Hazreti İsa’ya peygamberlik verilmesiyle hayatınızın en zorlu safhası başladı.
Hakikati peygamber şahsında yok etmeye azmedenler, attıkları iftiralarla halkı galeyana getirmeyi başarmışlardı.
”Onlardan kimileri doğru yolu bulsalar da çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardı.” (Hadid 27) diyor Kur’an, kavminizin halini bize anlatırken.
İman ettiklerini söylüyor, fakat Allah’tan korkmuyorlardı.
Maddeleri var, manaları yoktu. Kelimeleri var, anlamları yoktu. Akılları var, hakikate muhataplıkları yoktu.
Biri Ulu’l azm olmak üzere üç peygamberle iç içeydiler de, gören gözleri, işiten kulakları yoktu.
Bir et parçası taşıyorlardı göğüslerinde. Ama kalpleri vardı diyemezdiniz, o hiç yoktu.
Acınacak halleri var, fakat acınmaya liyakatleri yoktu…
Bir şaki gibi takip edildi oğlunuz ve iman edenler.
Kılıçlar bilenmeye, evler basılmaya, çarmıhlar kurulmaya başladı.
Şer ittifak Roma’ya kadar uzandı.
Ve yer yerinden oynadı!..
Kavminiz, sizi himaye ve terbiye eden Hazreti Zekeriya’nın ve onun haramlardan çok sakınan oğlu Hazreti Yahya’nın kanını döktü…
BİR SIRRIN TAŞIYICISIYDINIZ
Bu şehadetler o günkü toplumda genel havanın ne kadar zorlu ve sıkıntılı olduğunu ortaya koymakla kalmıyor, bize çektiğiniz sancının derinliği hakkında da fikir veriyordu.
Planlar Hazreti Mesih’i çarmıha germek üzerine kuruluyordu artık. Havari de görünse, paraya zaafı olan, dünyaya satılıyordu.
Fakat siz biliyordunuz, ezelde verilen bir hükmü kimsenin değiştiremeyeceğini:
“Biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir.” (Meryem, 21)
Hazreti Mesih, “insanlara rahmet kılınmak için, kudretin bir alameti” olarak semaa ağarken siz yeniden ve sessizce hicret edecek ve tarihçilerin sizi takip edemeyeceği kadar sırra kadem basacaktınız.
Mesihiyetin tohumlarını Roma’nın ta bağrına, Efes’e kadar taşımaya gidiyordunuz.
Kıyamete kadar devam edecek misyonunuz için ahirzamanın gariplerinin manevi şahsında sümbüllenmeyi bekleyecektiniz.
(tr724)