Yorum | Veysel Ayhan
Ortalık çok sakindi. Yaprak kımıldamıyordu. ‘Fırtınanın gözü’ aniden belirdi. Kasırga veya ‘Mükemmel Fırtına’ bu olmalıydı. Bir anda atmosferimizde patladı. Küçük bir kıyamet yaşandı. ‘Davulun sesi hoş gelmedi’, herkesin kulağının dibinde ayrı ayrı patladı.
Herkes bir başka sahile savruldu.
Fırtına, dev dev ağaçları kökleriyle birlikte söküp uzak diyarlara attı.
Bu göçüş, bir balık için karaya çıkıp oranın şartlarında yaşamaya çalışmak gibi zor oldu.
Bir insan içinse denize girip artık bir balık gibi yaşamaya çalışmak gibi güç oldu.
Dünyaya alışmışken Mars’ta yaşamak, Ay’da yaşıyorken Dünya’ya gelmek gibi.
Ana rahminin rahatlığını, sıcaklığını ve besleyiciliğini bırakıp dünyaya ayak basmak gibi sancı ve zorluk oldu. Ağlayış oldu.
Atmosfer değişimi zordur. Külfettir.
YENİ COĞRAFYALAR…
Böylece kader her birimize yeni bir coğrafya takdir buyurdu.
Yeni mekanlara alışmak kolay değildir.
Hiçbir tohum toprağa atılır atılmaz yeşermez. Zaman ister.
Önce toprağın veya zeminin rahmine ulaşması gerekir.
Ve her tohumun yeşermesi için tabiatın takdir ettiği bir ‘vakti merhun’ vardır.
Acele ve telaş hiçbir işe yaramaz.
Mesela Bambu ağacı.
Ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl hiçbir şey olmaz. İkinci ve üçüncü yıl da toprakta bir şey belirmez. Ama sulama ve gübrelemeye sabırla devam edilir.
Ta beşinci yılın sonunda Bambu topraktan filiz verir ve yeşermeye başlar.
Sonra muhteşem bir hızla boy atar. Saatte 4 cm hız ile büyümeye başlar. Sadece altı hafta sonra 27 metre yüksekliğe ulaşır.
Kimi türleri 38 metreye ulaşır ve 120 yıl yaşar.
‘Hamilelik’ müddeti ne kadar uzunsa ömür o kadar uzun olur.
Her bitki gibi her insanın da göçtüğü yeni diyarda yerleşip boy atması, eski çehresine kavuşması, yeni baharına kavuşması zaman ister. 6 ay, 1 sene, 2 sene…
TOHUMUN SANCISI
Şöhret sahibi bir tıp profesörüdür. Soyadıyla tescilli tıbbi icatları vardır. Ama savrulduğu yeni topraklarda intörn doktorluk veya aile hekimliği için sıra bekler. Aylarca evrak tamamlar.
Hakemli dergilerde yayınlanmış makaleleri olan, referans gösterilen kitapları olan emsalsiz bir akademisyendir. Yanındaki tercümanla oturum peşinde devlet dairelerini arşınlar.
Hüküm vereceği kararlar için geceler boyu çalışan, binlerce Yargıtay kararını üşenmeden okuyan 30 yıllık yargıçtır. Ama şimdi okumayı yeni sökmüş 20 yaşındaki bir başka mülteciyle dil kursunda yan yana oturmaktadır. Eski makamında ise basit bir tweet’e müebbet veren ‘Moğol’ işgalciler vardır.
Fabrikaları, mağazaları binlerce işçisi olan ve her mahfilde el üstünde tutulan bir iş adamıdır. Her şeyine el konulduğu için şimdi 50 yıl önce olduğu gibi basit bir lokanta ile sıfırdan ticarete başlamıştır. Kasiyerdir.
Ülkenin en mutena markasına sahiptir. Fabrikalar ve yüzlerce mağazalar zinciri… Şimdi ise basit bir atölye ile yeni bir başlangıç yapmaktadır. 25 metrekare evde kalıp minik bir manifatura dükkanı ile ümitle hayata tutunmaktadır.
Ülkenin en muteber gazetecilerindendir. Siyasetçiler programına çıkmak için sıraya girmiştir. Şimdi ise gündüz gazetecilik yapmakta gece ise kimi zaman taksicilik yapmakta kimi zaman da pizza dağıtmaktadır.
Binlerce örnekten birkaçıydı bunlar.
SIRADA NE VAR?
Tohuma düşen vazife, yeni ulaştığı toprakta ve zeminde feryat etmeden usulca “tevekkül” etmek.
Hz. Bediüzaman’ın dediği gibi, “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat etmek.”
Tiyatronun yeni bölümüne intibak etmek,
Beslenmeye dikkat etmek. ‘Su’suz ve ‘güneş’siz kalmamak.
Ötesini altı haftada Bambu ağacını 27 metreye ulaştıran Allah’ın kudretine bırakmak lazım.
Ki her şeyin zimamı elinde olan Allah, kefaletini yeminle ifade ediyor:
“(Bulundukları yerde inançlarından dolayı) zulme maruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri elbette dünyada (Yeminle ifade ediliyor) güzel bir şekilde yerleştiririz. Âhiret’te verilecek mükâfat ise şüphesiz daha büyüktür. (İnsanlar) bunu bir bilselerdi!” Nahl/ 41 (Surenin ismi de anlamlı: Arı)
“Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.” Nahl/110
DÜŞERKEN ALLAH’A YÖNELEBİLMEK
Allah imkan verdiğinde büyük işlere imza atmak tabii ki önemli. Ama ondan büyüğü Allah’ın takdirine razı olup Rıza makamını avlamaya çalışmak ve sadakatin sınandığı zor ‘hallerde’ O’na teveccühten vazgeçmemektir.
Aşkla şevkle hizmet edip koşarken Allah’a yöneliş nispeten kolaydır. Zor olan, sendelerken “Allah” diyebilmektir. Düşerken teveccüh edebilmek… İtilip kakıldığında, memleket memleket sürüldüğünde teveccüh edebilmek…
ZİNDAN KIYAFETİ Mİ, PADİŞAH KAFTANI MI?
Kader bir gün bana padişah kostümü giydirir. Ertesi gün reaya. Bir başka gün muhacir. Günü gelir mültecilik sırasına girerim. Kaderin ‘artık bunu giy’ dediği her üniforma -velev ki zindan kıyafeti olsun- Allah’tan gelmiştir. Zulmün talihsiz ve zavallı esbapçıklarına değer atfetmeye gerek yok. Allah’tan gelen bir zindan kıyafeti Allah’tan gelmeyen padişah kaftanına yeğdir.
Önemli olan her ne kıyafet olursa olsun onu Allah’tan gelmiş bir lütuf olarak görmek ve ölesiye onun gereğini yaşamaktır.
Biz böyle bir kabul ve teslimiyetteyken Allah belki de bizi gök ehline misal gösterir. Melekler gıptayla çevremize doluşur. Gök ehli kafile kafile ziyaretimize gelir.
Ama önemli olan bu da değil, Allah’ın ‘Ben sizden razıyım’ ünsünü daha dünyadayken bu ‘ilahi ve kudsi düşüş’ler vesilesiyle vicdanında duyabilmektir.
(TR724)