YORUM | EBUBEKİR IŞIK
İddialara göre 4 Mart 2018’de eski bir KGB çalışanı olan Sergei Skripal ve kızı İngiltere’de Rus istihbarat servisi elamanları tarafından zehirlenerek öldürüldü. Bu hadisenin İngiltere başbakanı Theresa May tarafından İngiliz Parlamentosu’nda açıkça ifade edilmesinden bu tarafa belki de yakın dönem Rus-Avrupa tarihinde hiç olmamış bir hadise yaşandı.
İngiltere’nin toplamda 23 Rus diplomatını sınır dışı etmesi ile bir anda sayıları 30’un üzerine çıkan ve İngiltere’nin müttefiki olarak bilinen bir grup ülke toplamda 100’den fazla Rus diplomatını persona non grata (istenmeyen kişi) ilan ederek sınır dışı etti. Bu hadisenin İngiltere ile Avrupa Birliği arasında Brexit tartışmaları sürerken vuku bulması, birçok yorumcunun ister istemez Avrupa Birliği’nin İngiltere’nin göstermiş olduğu bu tavrı destekleyip desteklemeyeceği noktasında düşündürdü.
ABD’nin benzer bir karar alarak onlarca Rus diplomatını sınır dışı etmesi ile Rusya’ya karşı başlatılan bu kolektif hareket bir anda hemen hemen tüm AB ülkelerinin de benzer bir tutum takınması sonucunu doğurdu. Hatta, AB ülkelerinin bu tavrı Batı Balkanlar’da ve ötesinde AB perspektifi olan Makedonya, Arnavutluk, Moldova, Ukrayna gibi bir çok ülkenin de benzer bir diplomatik tavır alması ile neticelendi.
Erdoğan diplomatlarının mevcut yaklaşımlarında ısrar etmeleri ve yakın gelecekte mülteci kartının zayıflaması, Erdoğan liderliğinde ki Türkiye’nin ciddi sorunlar yaşaması sonucunu doğurabilir. Erdoğan’ın bu yaklaşımı yüzünden AB’nin Türkiye’yi şahin bir kararla diplomatik açıdan zora sokması imkansız olmadığı gibi, aksine son derece mümkün olduğunu belirtmek fantastik bir öngörü olmayacaktır.
Aslında, İngiltere başbakanı Theresa May ve Dışişleri Bakanı Boris Jonhson’ın en üst düzeyde Rusya’nın bu işin arkasında olduğunu kamuoyuna ifade etmelerinden kısa bir süre sonra Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans ivedi bir açıklamada bulunarak, İngiltere ile bir takım sorunlar (Brexit) yaşasa da, Avrupa Birliği ve müttefiklerinin Londra ile tam bir dayanışma içerisinde hareket edeceklerini belirtmişti.
Bu açıklamalara müteakip birçok AB ülkesi Rus diplomatları sınır dışı etmeye başladı. Fakat, özellikle Polanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan gibi Rusya ile tarihi ve stratejik ilişkileri olan AB ülkelerinin tavrı da merak konusu oldu. Ancak, ilerleyen günlerde tüm bu ülkeler İngiltere ile paralel hareket ederek Rus diplomatları sınır dışı ettiklerini kamuoyu ile paylaştılar.
Bu kolektif harekete Rusya’nın şuana kadar göstermiş olduğu reaksiyona baktığımızda, Moskova’nın yalnızca İngiliz diplomatları sınır dışı ettiğini görmekteyiz. Hatta öyle ki, sınır dışı edilen İngiliz diplomatlarına atfen, Ukrayna dışişleri bakanı Moskova’yı terk etmek zorunda kalan diplomatların Büyük Britanya’ya dönmelerine gerek olmadığını, Moskova’da yaptıkları işin aynısını ve daha güvenli bir ortamda Kiev’de yapabilecekleri teklifinde bulundu. Bu sembolik teklif beklenildiği üzere İngiltere tarafından teşekkürler eşliğinde nazikçe reddedildi.
Şüphesiz, İngiltere’nin öncülüğünde Rusya’ya karşı başlatılan bu hareket sembolik ve yer yer Rusya’nın Avrupa’da ki istihbarat gücünü zayıflatıcı etkilere sahip olsa da, gerektiğinde Rusya gibi bir ülkeye karşı dahi Avrupa Birliği üyelerinin ve müttefiklerinin ortak bir düzlemde hareket edebileceklerini göstermesi açısından son derece önemli içerikler sunmakta. Keza, Rusya özellikle doğal gaz kartını elinde bulundurması açısından Almanya dahil bir çok AB ülkesi ile son derece stratejik ilişkilere sahip. Bir çok Avrupa Birliği ülkesinin Rusya’ya olan bu tek taraflı gaz bağımlılığına rağmen böyle bir karara imza atabilmiş olmaları otokratik eğilimleri olan ve Avrupa’yı tehdit eden bir çok lider için de son derece önemli bir gerçeğe işaret etmekte.
Rus Diplomatların Sınır dışı Edilmesi Erdoğan İçin de Bir Mesaj İçeriyor
Türkiye-AB ilişkilerinin özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden bu tarafa belki de dönülmez bir yola girmesi ve Erdoğan’ın Türkiye’de bulunan 4 milyona yakın mülteciyi sürekli Avrupa Birliği yetkililerine hatırlatarak adeta ‘bak yollarım ha’ tavrı, Ankara’nın Brüksel üzerinde ciddi bir nüfuz alanı oluşturduğunu düşünen insanların sayısını arttırdı.
Avrupa Parlamentosu istisna olmak şartıyla Avrupa Birliği Komisyonu ve Konseyi Erdoğan’ın mülteci meselesinden ötürü Brüksel üzerinde ciddi bir etkiye sahip olduğu tezini doğrulayacak bir çok adım da attı. Özellikle, son iki yıldır yaşanan ve yüz binlerce insanı hedef alan insan hakları mağduriyetlerine dair Brüksel’den çok fazla ses çıkmaması, ve bu hafta Pazartesi günü tüm yaşanan kırılmalara rağmen AB liderlerinin Erdoğan ile Bulgaristan’ın Varna şehrinde bir araya gelmeleri, Avrupa Birliği’nin artık tamamiyle ve kaba bir tabirle ‘Türkiye’ye gebe’ olduğu yorumlarının her zamankinden daha fazla yapılmasına sebep oldu.
Fakat, gerçekten Avrupa Birliği Erdoğan’a mülteci meselesi ya da bir başka husustan ötürü sürekli açık çek verip, Erdoğan’ın yaptıklarını ilelebet görmezden gelmek zorunda mı? Böyle bir statik ilişkinin varlığı uzun yıllar devam etmek zorunda mı? Şüphesiz, bu sorulara kesin cevaplar vermek son derece güç. Ancak, Rusya örneği üzerinden bir kıyas yapmak aydınlatıcı olabilir.
Avrupa Birliği ülkelerinin bir çok açıdan bağımlı olduğu Rusya gibi askeri bir güce karşı dahi geçtiğimiz haftalarda son derece şahin bir tavır alabilmesi, aslında ‘Erdoğan diplomatları’ için de şartların yerine gelmesi durumunda benzer bir kararın alınabileceğinin imkansız olmadığını göstermekte.
‘Erdoğan diplomatları’ ifadesini özellikle kullanmamın sebebi, son bir kaç yıldır özellikle Türk hariciyesinin yetkin, zarif ve vatanperver diplomatlarının yerlerine Avrupa’da ve dünyanın değişik yerlerinde kendi vatandaşlarını kaçırma, pasaportlarına el koyma, muhalif insanları fişleme gibi görev tanımlarında yazılı olmayan bir takım mafyatik işlerin diplomatik pasaport taşıyan insanlara yaptırılmasından kaynaklanmakta. Erdoğan’ın diplomatlarının bu işlere soyunması ve özellikle bir çok Türkiye kökenli Avrupa vatandaşını hedef almaları, aslında yakın gelecekte şartların zorlanması sonucunda Avrupa’nın Rusya’ya uyguladığı bu şahin tavrı Türkiye için de düşünebileceği öngörüsünde bulunabiliriz. Tabi böylesine bir tavır Türkiye için maalesef son derece ağır sonuçlar doğurabilir.
Önemli bir örnek olması sebebiyle, geçtiğimiz günlerde İsviçre’de İngilizce bilmeyen bir Türk diplomatının bir mezarlıkta yaptığı toplantı ve bu toplantının bir neticesi olarak bir takım Türk kökenli İsviçre vatandaşı ile alakalı mafyatik emellerinin ifşa olması, iki ülke arasında diplomatik bir krizin oluşmasına sebep olmuştu. Benzer hadiseler, Almanya, Belçika, Hollanda, Danimarka ve İsveç gibi Türkiye kökenli insanların yaşadığı ülkelerle de geçtiğimiz ki yıl boyunca defaatle tekerrür etti.
Erdoğan diplomatlarının mevcut yaklaşımlarında ısrar etmeleri ve yakın gelecekte mülteci kartının zayıflaması, Erdoğan liderliğinde ki Türkiye’nin ciddi sorunlar yaşaması sonucunu doğurabilir. Erdoğan’ın bu yaklaşımı yüzünden AB’nin Türkiye’yi şahin bir kararla diplomatik açıdan zora sokması imkansız olmadığı gibi, aksine son derece mümkün olduğunu belirtmek fantastik bir öngörü olmayacaktır.
(TR724)