Yorum | Erhan Başyurt
Türkiye’de 15 Temmuz’dan bu yana inanılmaz insanlık dramları yaşanıyor.
İktidarın zulmü sınırları aştı…
KHK ile mesleklerinden ihraç edilen, pasaportları ellerinden alınan, iş kapıları yüzlerine kapanan, yok yere hapis yatan iki aile Meriç’i botla geçmeye çalışırken küçücük çocuklarıyla birlikte buz kesen sularda hayatlarını kaybetti…
KHK ile yine hukuksuz şekilde meslekten atılan ve yargı yolu kendilerine kapatılan, uydurma suçlamalarla hapis cezası verilen, açlığa mahkum edilip pasaportları da ellerinden alınan bir aile eski bir tekne ile Ege’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken iki çocuklarıyla birlikte boğularak öldüler…
Dünyanın gördüğünü Türk halkının görmemesi mümkün mü? Tabii ki ‘hayır’… Öyleyse, bunca insanlık suçuna ve insanlık dramına halk neden tepki göstermiyor? Cevabı Bayan Pomsel’in 3 itirafında saklı: “BİLİYORLAR… DUYUYORLAR… GÖRÜYORLAR… ama iktidarın yalanları ve iftiralarına inanıp ‘düşman’ gibi gördükleri insanlara yapılan zulümleri kasıtlı olarak görmezden geliyorlar… YOKMUŞ GİBİ DAVRANIYORLAR…”
Gökhan Açıkkollu bir devlet lisesinde öğretmendi. KHK ile atıldı. Masumken ‘silahlı terör örgütü üyesi’ olmak suçlamasıyla gözaltına alındı. Polis tarafından sorguda ağır işkence yapıldı. Kronik rahatsızlıklarına rağmen ilaçları kendisine verilmedi. Yaşadıklarına kalbi dayanamadı gözaltında iken öldü. Öldürüldükten sonra masum olduğu ortaya çıktı, mesleğe iade edildi…
‘TERÖRİST’ DENİLEN ŞEHİT BABASI…
Konya’da bir baba: Ahmet Koç… Afrin’de şehit düşen yavrusunun tabutunu sırtladı. Dağ gibi metanetli ve gururlu duruşuyla takdir topladı. Sonradan ortaya çıktı ki, Konya Belediyesi’nde çalışıyorken yasal bir sendikaya yasal hakkını kullanarak üye olduğu için bir KHK ile yasadışı şekilde meslekten atılmış… Hukuku hiçe sayan o KHK’nın altında imzası olan Başbakan Binali Yıldırım, ‘terörist’ damgası vurduğu şehit babayı ziyaret etti, diz dize oturdu, yüz yüze baktı, göz göze geldi… Hiçbir şey yokmuş gibi çekip gitti…
Cezaevleri işkence nidaları ile sarsılıyor. Yeni doğum yapmış anneler, ameliyatlı halleriyle hapse alınıyor. Masum bebekler cezaevleri sanki onların ‘oyun sahası’ymış gibi anneleriyle birlikte hücreye tıkılıyorlar. 20 bin kadın yok yere hapis yatırılıyor…
8 kişilik hücrelere 24 kişi konuluyor. İnsanlar masum oldukları halde tutuklandıkları yetmiyormuş gibi, zulmü katlamak için yaşadıkları illere uzak bölgelere kasıtlı olarak gönderiliyor. Perişan haldeki aileler açık görüşlere bile zor gidiyor. Geçtiğimiz hafta bir aile cezaevi ziyareti yolunda kaza geçirip hayatlarını kaybetti…
İKTİDAR YALANLARLA ‘DÜŞMANLAŞTIRMAYI’ BAŞARDI
Türkiye, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi… Akademisyenler ihraç ediliyor… Özel okullar ve vakıflara el konuluyor…Karlı özel şirketlere keyfi şekilde el konuluyor…
Yetmiyor, güpegündüz başkentin göbeğinde adam kaçırıyorlar… Yurt dışından adam kaçırıyorlar… Ulaşamadıkları insanların eşlerini, çoçuklarını ‘rehine’ olarak alıp teslim olmaları ya da seslerini çıkarmamaları için açık ‘şantaj’ yapıyorlar… İnsanlara eşleri ve kız çoçukları üzerinden tehditler savuruyorlar…
İktidar, ‘virüs’ diyerek ‘düşmanlaştırmaya’ başladığı bir gruba artık ‘terörist’ diyor. ’Kılıç artığı’ diyor… ‘Onlara su bile yok’ diyerek ‘köklerini kazıyacağız’ naraları atıyor… Apaçık sosyal soykırımı uyguluyor…
Hukuk da vicdanlar da rafa kalkmış durumda…
Keyfilik ve hukukun siyasileşmesi o boyuta varmış durumda ki, Anayasa Mahkemesi kararını bile siyasi talimatla alt mahkemeler tanımıyor, takmıyor…
DİN KARDEŞLERİNİN YAĞMALANAN MALLARI PEŞİNDELER…
İktidarın yolsuzluklarını örtmek için giriştiği insanlık suçlarına kendi tabanı suskun…
Hatta ‘din kardeşleri’nin talan edilen kurum ve yağmalanan mallarını ‘ganimet’ görüp pay kapmak için birbirleriyle didişiyorlar…
İktidar muhaliflerinin bir kısmı da ‘dindarlar birbirini yok ediyor, kamuda yıllardır yapılamayan ‘temizlik’ yapılıyor, belki de ülke yönetimi yine bize kalır’ diyerek zulmü görmezden geliyor. Hatta içten içe yaşananlara seviniyorlar…
‘İKTİDAR BELKİ BİZE KALIR’ DİYE BEKLİYORLAR…
Evet, kitlesel kıyımlar ‘önce şeytanlaştırma’ ardından ‘nefret ettirme’ ve sonrasında da ‘yok etme’ şeklinde gerçekleşiyor.
Cemaate yönelik bine yakın nefret söylemini medya ve kitle iletişim mecraları üzerinden aralıksız tekrarlayan, her türlü yalan ve iftiraya dayalı düşmanlık pompalayan iktidar istediğini belirli oranda elde etmiş durumda…
Şimdi de diğer tüm muhaliflerini ‘aynı sepete’ koyarak birer birer yok ediyor.
‘İktidar belki bize kalır’ düşüncesinde olanları, ‘karşı devrim’ sürecinde ülkeyle birlikte felakete sürüklüyor.
HALKIN HABERİNİN OLMAMASI MÜMKÜN DEĞİL
Tüm bu yaşananlardan halkın haberinin olmaması mümkün değil.
40 bin tutuklu, 80 bin tutuksuz yargılanan insan var. KHK ile mesleklerinden atılanların sayısı 150 bini aşıyor… Pasaportları iptal edilen 220 bin kişi var… 500 bin öğrenci süreçte mağdur edildi…
Mağdur her ailenin birinci derece yakınlarıyla birlikte bizatihi mağduriyet yaşayanların sayısı milyonları aşıyor…
Hiçbir şeyden haberleri olmasa bile kendi yakınlarının yaşadığı, komşularının yaşadığı zulümden de habersiz olamazlar…
Peki insanlık adına iktidarın zulmüne son verecek bir tepki neden gösterilmiyor?
GOEBBELS’İN SEKRETERİ BAYAN POMSEL’İN HATIRALARI
Benzer bir ‘soykırımı’ Almanya’da Hitler tarafından icra edildiğinde de, benzer bir toplumsal duyarsızlık yaşanmıştı.
Üzerine sayısız araştırmalar yayınlandı. Ancak bugün yaşananları anlamak adına, basit ve yaşanmışlığa dayalı bir ‘hatırat’ olduğu için Brunhilde Pomsel’in ‘The Work I Did’ isimli eserine mercek tutalım…
Bayan Pomsel, Hitler kültünü oluşturan ve propaganda bakanı olarak görev yapan, Hitler intihar edince de 5 çoçuğunu öldürüp aynı sığınakta intihar eden Goebbels’in sekreteri…
İŞTE POMSEL’İN 3 BÜYÜK İTİRAFI…
Pomsel, 1933 yılına yani Hitler başa gelene kadar bir ‘Yahudi sorunu’ olmadığını, kendisinin çocukken Yahudi arkadaşlarıyla oynadığını, Hitler’in ‘şeytanlaştırma’ ve iftiralarının sonucunda toplumda aniden bir nefret ve düşmanlık oluştuğuna dikkat çekiyor.
İkinci önemli husus, Hitler’in faşizminden rahatsız olduklarını ancak sağladığı refahtan ve pompaladığı milliyetçilikten dolayı şikayetçi olmadıklarını dile getiriyor. Hitler’in iktidara gelişinin ardından yasaların hızla değiştiğini çeşitli sınırlamalar getirildiğini, olağanüstü hal ilan edildiğini anlatıyor ‘…ama güzel şeyler de oluyordu; otoban yapıyorlardı…’ diyor.
Üçüncüsü, ‘Önce Yahudilere ait dükkanlar yok olmaya başladı… Sonra ‘akıllıları göç etti, fakirleri kaldı…’ denildi… Kamyonlara konulup götürüldüklerini bilmiyordum, bilmek de istemiyorduk. Görmedim ama Yahudilerin toplama kamplarına götürüldüğünü biliyorduk. Rejim karşıtlarının ıslah edilmek için oraya toplandığını, geriye kalan mallarının diğer ülkelerden göç eden Almanlara tahsis edileceği söyleniyordu’ diyor Pomsel. Yani bildikleri halde görmezden gelerek, ‘yokmuş gibi’ davrandıklarını ifade ediyor…
Benzer bir ‘yokmuş gibi’ davranışı Pomsel’in, ‘Berlin’de sefalet içinde yaşayanlar da vardı ama lüks ve sefahat içinde onları ve yaşadıkları bölgeleri görmezden gelerek bir yaşam sürüyorduk…’ sözlerinde de görüyoruz.
Bayan Pomsel, cephedeki abisinin hayatı için bile endişe duymadıklarını, kabusa ancak Berlin bombalanmaya başladıktan sonra uyandıklarına vurgu yapıyor…
KİTABIN YAZARI TÜRKİYE’Yİ ÖRNEK GÖSTERİYOR
102 yaşında 2017 yılında vefat eden Bayan Pomsel’in hatıraları yeni yayınlandı.
Kitabın önsözünde ve değerlendirme kısmında Hitler benzeri yönetimlerin kıskasınca olan ülkelere bu hatıraların ışık tutucu olacağı vurgulanıyor.
Acı olanı ise, Türkiye ve ‘diktatörlüğe kayan’ Erdoğan rejimi bizatihi isim verilerek baskıcı uygulamalarıyla zikrediliyor…
Hatta, Suriyeli mültecilerin popülist politikalar uğruna, Hitler dönemindeki gibi nasıl istismar edildiğine vurgu yapılıyor.
Kitabın yazarı Thore D. Hansen, ilgi çekici bir ayrıntıya daha yer veriyor. Yahudilerin Almanya’dan göç etmelerinin 1939’da yasaklandığını ve ‘nihai çözüm’ adı altında tamamen yok edilmeye çalışıldığına dikkat çekiyor.
1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mülteciler Sözleşmesi’nin de Hitler tarzı yurtdışına çıkışları durdurarak kitlesel katliamların yapılmasını önlemeye matuf anlaşmaların imzalandığını hatırlatıyor…
BİLİYOR, DUYUYOR, GÖRÜYOR AMA YOKMUŞ GİBİ DAVRANIYORLAR
Evet, yazının girişinde Türkiye’nin sadece son birkaç haftasına damga vuran, dünya basınında da geniş yer bulan bazı olayları hatırlattım.
Dünyanın gördüğünü Türk halkının görmemesi mümkün mü? Tabii ki ‘hayır’…
Öyleyse, bunca insanlık suçuna ve insanlık dramına halk neden kitlesel tepki göstermiyor?
Cevabı Bayan Pomsel’in yukarıda özetle alıntıladığım 3 itirafında saklı…
BİLİYORLAR… DUYUYORLAR… GÖRÜYORLAR… ama iktidarın yalanları ve iftiralarına inanıp ‘düşman’ gibi gördükleri insanlara yapılan zulümleri kasıtlı olarak görmezden geliyorlar… YOKMUŞ GİBİ DAVRANIYORLAR…
MAĞDURLAR İNSAN HAKLARI ORTAK PAYDASINDA BULUŞMALI
Peki çıkış mümkün mü? Tabii ki… Tüm mağdurların siyasi ve ideolojik farklılıklarını korumakla birlikte, evrensel ortak değerler ve insan hakları paydasında buluşması ve ortak tepki vermesi ile mümkün…
Gökhan Öğretmenin uğradığı haksızlıklara geniş yelpazeden gösterilen tepkiler, şehit babasının maruz kaldığı hukuksuzluğa gösterilen duyarlılık, her türlü insan hakları mağduriyetine ve her kesimden insanın yaşadığı mağduriyete gösterilmeli…
Veli Saçılık’ın Gökhan Öğretmen’in mezarını ziyareti gibi…
Cemaat mensupları da Kürtlere ve sosyal demokratlara uygulanan haksızlık ve hukuksuzluklara aynı bilinç ve duyarlılıkla tepki gösterebilmelidir…
Türkiye’de yaşanan baskı ve zulümleri bitirecek olan her türlü insan hakkı ihlaline karşı duyarlı olmak ve bilinçli tepki göstermektir.
‘Düne ait ne varsa dünde kaldı…’ diyerek hatalara odaklanmak yerine yaşanan mağduriyetlere karşı ortak bir paydada buluşabilmektir…
Her kesimden mağdurlar, acıların büyüklüğü yarışına girmeden ‘ama’ veya ‘fakat’ demeden evrensel ortak değerler paydasında dayanışma göstermeyi bilmelidir…
(tr724)