Romanya Haber

Elinin Tersiyle İtmek

YORUM | EMİNE EROĞLU

Milli Mücadele sonrasında Bediüzzaman Hazretleri’ne Şark vilayetleri umumi vaizliği görevi teklif edilir. Yanı sıra milletvekilliği ve 300 lira da maaş.
Şartlar çok cazip, vazife de ‘stratejik’tir evet, fakat oyun kirlidir. Milli mücadele birlikte kazanılmış olmasına ve verilen sözlere rağmen Kürtler, ulus devlet düşüncesinin önünde engel olarak görülmektedir. Plan, o engeli bertaraf etmek üzerine kurulmuştur. “Din adamları”nın nüfuzundan yararlanmak, Kürtleri hizaya sokmak için en elverişli yoldur. Üstelik Üstad da Kürt’tür ve sözü tesirlidir.
ŞERRE ALET OLMAMA
Bediüzzaman oyunu görür ve teklifi tereddütsüz reddeder.
Ondan önce, Afrika’da doğup gelişen Sünûsî Hareketinin liderlerinden Şeyh Sünûsî teklifi kabul etmiş, fakat bir süre Şark vilayetlerinde dolaşıp halkı dinledikten sonra, muhtemelen o da oyunu fark ettiği için, görevi bırakmıştır.
Aslında “görev” hakikatin vaz edilmesi değil, Kürtlere “yeni Türkiye”nin kabul ettirilmesidir. Nitekim arka arkaya isyanlar patlak verir ve binlerce masumun kanı dökülür.
Daha sonra, “büyük memurlardan birkaç zat” Üstad’ın neden vazifeyi kabul etmediğini merak eder. Memur bakışıyla, “Eğer kabul etse, isyanlar yüzünden katledilen yüz bin insanın hayatının kurtulması ihtimali var”dır. Ayrıca, kalan ömrünü sürgün ve hapislerde geçirmeyecek, iktisadın bereketi ile yaşamaya çalışmayacaktır. En nihayetinde kendisinden istenen hepi topu birkaç fetva değil midir?

O, dünya malını bir sepete sığdırıp yanında dolaştırdığı için Üstad’dır. Dünyayı, İbn Arabi’nin yaklaşımıyla “taptıklarınız”ı, Cizlavet marka lastik ayakkabılarının altına aldığı için büyüktür. Çam dağını Yıldız Sarayı’na değişmediği için, hapis ve sürgünden korkmadığı için, hakikat-i imaniyeye feda olan başını zulüm karşısında eğmediği için otağını kalplerimize kurmuştur.

Üstad, bu soruya cevaben,
“Eğer o teklifi kabul etseydim, hiçbir şeye alet ve tâbi olmayan ve ihlas sırrını taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.” diyecektir.
Demek, şerre âlet ve tâbi olmak, ihlasla ortaya konulabilecek bütün semereleri iptal ediyor. Ve demek, “ahlaksız teklifler” böyle reddediliyor. Hapis ve sürgünler böyle göğüsleniyor…
Makam ve imkan karşısında bükülmeden durabilmek, dinin izzeti ile yaşamayı ve müstağni olabilmeyi gerektiriyor.
İman hakikatleri bu duruşla neşrediliyor.
GERÇEK SECDE
“Gerçek secde,” der Muhammed İkbal, “Allah’tan başkaları önünde eğilmekten alıkoyan secdedir.” Zira Allah’tan gayrısının önünde eğilenlerin kalbinde iman taht kuramaz.
Yol orada tıkanır, vâridat kesilir. Zaman tersine akmaya, düşüşler düşüşleri takip etmeye başlar. Eğilip bükülmek mizaç haline gelir. Ruhun temenna kavisleri derinleşir. Kölelik fıtrata yerleşir.
Herkes secde halinde yaşadığı için kimin kime secde ettiği anlaşılmaz olur. Tanrılar çoğaldıkça çoğalır.
Bunu ne “siyasî ahlak” denilen ahlaksızlık örter, ne hamaset, ne de alkış.
Kibir kendini saklayamadığı gibi zillet de saklayamaz.
Hazreti Mevlana’nın Fîhi Mâ Fîh’inde anlattığı, şifalar dağıtan Barsisa’nın darağacında şeytana secde etmesiyle nihayet bulan öyküsündeki gibi, yolculuğun durakları aşağı yukarı aynıdır. İkbalden idbara, izzetten zillete, varlıktan yokluğa, yakınlıktan uzaklığa…
Dünya ve iktidar tutkusu tek taraflı bir aşk olduğu için, sonu hüsranla bitmeye mahkûm bir baht oyunudur. Âşık, kendini sıkıştırdığı köşeden sağ çıksa da salim çıkamaz. “Murdardır” dediği ciğere el uzattığı için sefih olmaktan kurtulamaz.
Bildikleri bilmediklerine cevap olmaz. İnsan olmayı nerede bıraktığını unuttuğu için, yoluna kaldığı yerden devam edemez. Düne geri dönebileceğini zannetse de harap olmuş Basralar peşini bırakmaz.
Mazi ameli mazur göstermek, tarih yenilgiyi gizlemek için yeniden kurgulansa, sun’i kıyametler kopartılsa da gerçeğin üstü örtülmez.
NİFAK YOLU
“Yapmadıkları şeyleri söyleyenler”in dilindeki ezber hep aynıdır; “elimizin tersi ile ittik!” Oysa muktedirin elinin tersiyle ittiği makam mansıp ya da servet ü saman değildir. Nedense hep heves ve hırsların karşısına dikilenler kenara itilir. Şeref ve haysiyetin, hakikatin yanında durmakla kazanılacağının bilgisi bile, tüm insani değerlerle birlikte, el tersi arkasında yitip gider.
Çırak ustasından, talebe hocasından menfaatin kısa yollarını öğrenir. Zalime bağlılık yenimi etmeyene rahat yüzü yoktur artık. Mazlum olmayı taşıyamayacağını düşünen herkes zulmün arka safında kendine emniyetli bir yer arar. Denize düşmüşlük, yılana sarılma gerekçesi olarak gösterilir.
Sıddık Ebubekirlerin, adil Ömerlerin, iffetli Osmanların, velayetin ve mertliğin şahı Alilerin (radıyallâhu anhum ecmain) yolunda yüründüğü iddia edilse de, yüklenilen her sıfatla zalim Haccaclara, yalancı Müseylemelere, cehaletin babası Ebu’l Hakemlere yoldaş olunur. İbni Mülcemler, Ebu Lü’lüler sokaklarda kol gezmeye başlar.
CİZLAVET MARKA BİR ÇİFT LASTİK
Bediüzzaman, vefat ettiğinde üzerinde sadece 15 lira bozukluk vardır ve o da tereke tespit masrafına mahsub edilir. “Elimizin tersiyle ittik” dememiş, elinin tersiyle itmiştir. O, dünya malını bir sepete sığdırıp yanında dolaştırdığı için Üstad’dır. Dünyayı, İbn Arabi’nin yaklaşımıyla “taptıklarınız”ı, Cizlavet marka lastik ayakkabılarının altına aldığı için büyüktür. Çam dağını Yıldız Sarayı’na değişmediği için, hapis ve sürgünden korkmadığı için, hakikat-i imaniyeye feda olan başını zulüm karşısında eğmediği için otağını kalplerimize kurmuştur.
Ondan geriye kalan pamuklu bir hırka, iki eski gömlek (biri Frenk gömleği), bir tane eski iç gömlek, bir adet kırık gözlük, iki adet kalem…
Gerisi rızalık ve razılık!..
(tr724)